Arap Zirvesi’ndeki Tayyip Erdoğan

Geçen hafta Beyrut’tan beni arayan bir gazete yöneticisi Lübnanlı arkadaşım soruyordu, “Tayyip Erdoğan’ın Riyad’daki Arap Zirvesi’nde ne işi var? Hangi sıfatla orada bulunacak?”

Haberin Devamı

Sorusunda bir tepkiden, bir itirazdan kaynaklanmıyordu. Öğrenmek istiyordu. Ben de, Türkiye’nin bir süredir Arap Birliği’nde gözlemci üye” olarak yer aldığını, Riyad Zirvesi’nin Tayyip Erdoğan’ın katılacağı ilk Arap Zirvesi olmadığını söyledim. Tatmin oldu.

Yarın ve öbürgün Riyad’da toplanacak olan Arap Zirvesi’ne katılacak “Arap olmayan” ülke sadece Türkiye değil. Pakistan, Endonezya ve Malezya da Arap Zirvesi’nde yer alacaklar. Bu Zirve, S.Arabistan’ın ve onun başını çekmeye başladığı Arap ve İslam diplomasisinde bir dönüm noktası önemi taşımaya aday. Bundan öncekilerden çok önemli bir zirve bu.

Nitekim, önceki günkü The Wall Street Journal, çok isabetli biçimde “Suudi hamleleri Arap Birliği’ni anlamlı kılabilir” başlıklı haber-yorum yazısında şu görüşe yer vermişti?

Haberin Devamı

“ 22 üye devletli Arap Birliği, genellikle Arap bölünmüşlüğünü sergileme işlevi gören, Ortadoğu’nun en yararsız kurumlarından biri olagelmiştir. Ama, örgütün Çarşamba ve Perşembe günkü toplantıları, 62 yıllık tarihinin ender bir anı olacak şekilde biçimleniyor; bu, anlamlı bir toplantı olacağa benziyor.”

Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi temsilen katılacağı toplantı, bu toplantı.

 

***     ***     ***

 

Riyad’daki bu Arap Zirvesi’ni anlamlı kılan, yine The Wall Street Journal’ın isabetli nitelemesiyle, Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın pek görülmemiş cinsten “diplomatik yıldırım harekatı.” Suudiler, kollarını sıvadılar ve bir süredir Ortadoğu’da her zaman yer aldıkları “diplomatik perde arkası”ndan çıkarak “sahnenin önüne” geçtiler.

Bölgenin bir dizi düğüm haline gelmiş ve her biri bir diğeriyle irtibatlı çetin sorunları mevcut; İran, Lübnan, İsrail ve Filistin ve elbette Zirve gündeminin en tepesine oturacak olan Irak. İlk iş olarak, Fetih ve Hamas, Gazze’de bir iç savaşa tutuşmuşken, iki Filistinli örgütü –laik ve İslamcı- getirip, Mekke’de uzlaştırdılar ve “Mekke Anlaşması”ndan “Filistin Ulusal Birlik Hükümeti” çıktı.

Haberin Devamı

Böylelikle, Suudiler, Hamas’ı “İran nüfuzu”ndan çekip çıkartmak konusunda ve İran’ın Ortadoğu’da “manevra alanı”nı daraltmak bakımından Amerikan diplomasisine imkan kazandıracak hayati önemde bir adım atmış oldular; bir yandan da topu İsrail’in sahasına taşıyarak, Amerika’yı zorlayacak bir hamle yapmış oldular.

Filistin Ulusal Birlik Hükümeti kurulduktan sonra, İsrail’in “Barış görüşmelerine girişmek için Filistinli muhatap bulamıyoruz” bahanesi, giderek bir ayak sürüme halini alacak ve Amerika’nın İsrail’e “gözü kapalı desteği”ni zorlaştıracak.

Zira, Riyad Zirvesi’nden özünde bir Suudi Planı olan ve bugünkü Kral Abdullah’ın mührünü taşıyan Beyrut Arap Zirvesi’nde (2002) kabul edilmiş olan “Arap Barış Planı” canlandırılmış olarak çıkacak. Bu, belli. Esasen, Arap Dışişleri Bakanları, önceki gün Beyrut kararlarını virgülünü değiştirmeden kabul ederek, Riyad Zirvesi’ne sundular. Söz konusu Plan, 1967’de işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesi karşılığında, tüm Arap Dünyası’nın İsrail’i tanımasını öngörüyor.

Haberin Devamı

Yani, Suudi (Sünni merkez) diplomasisi, bir yandan İran’a set çekiyor ve ABD’nin yapılmasını isteyip de, kendisinin bir türlü beceremediğini mümkün kılıyor; ama bu “hamle”ye meşruiyet kazandırmak için Amerika’yı da köşeye sıkıştıracak şekilde, Arap ve İslam ülkeleri desteğinde “topu İsrail’in kalesine” taşıyor.

 

***      ***     ***

 

Bu “Ortadoğu diplomatik fotoğrafı”nda Türkiye’nin ve bu arada Tayyip Erdoğan’ın konumu ne?

Suudi Arabistan, Türkiye’nin niyetlendiği ama Suudilerin sahip olduğu “enstrümanlar”a sahip olmadığı için, niyetine rağmen beceremediğini yerine getiriyor. Türkiye, Arap değil; ayrıca S.Arabistan’ın sahip olduğu “petrol gücü”ne de sahip değil. Sünni olarak algılanmasına karşılık, “laik kimliği” ve ayrıca –doğru olarak- “anti-İran” addedilecek hamlelerin başını çekmekteki isteksizliği, Kral Abdullah’ın diplomatik avantajlarından kendisini mahrum bırakıyor.

Haberin Devamı

Bu durumda, geniş uçlu ve aralıklı ABD-Suudi parantezinin içinde, bölgesel istikrara katkıda bulunacak Batı yönelimli bir “bölge gücü ve destek kuvvet” olarak yapıcı bir işlev görebilir.

Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin önünde duran bu imkanın “optimizasyonu”nu gerçekleştirirse, önemli bir iş yapmış olur.

Ayrıca, Riyad Zirvesi’nin “ilginç konuğu”nu gözden kaçırmamalıyız: Celal Talabani! Arap Birliği’nin kurucu üyelerinden Irak’ı ilk kez bir Arap Zirvesi’nde ömrü Arap milliyetçiliğine karşı mücadeleyle geçmiş bir Kürt cumhurbaşkanı temsil edecek.

Tayyip Erdoğan-Celal Talabani teması Riyad’da gerçekleşecek mi?

Gerçekleşmesi gerek. Kendisiyle daha önce görüşmüş olduğu, en sorunlu komşusunun Devlet Başkanı ile görüşemeyecek bir Tayyip Erdoğan, bölgenin çetrefil sorunlarına Türkiye’nin katkıda bulunabileceğine kimi ikna edebilir ki?

Haberin Devamı

 

Yazarın Tüm Yazıları