Arap-İsrail 1967 Türkiye-Kürtler 2007 (?)

Dile kolay 40 yıl olmuş. Bir dünya savaşı dışında hiçbir savaş, herhalde, 1967 Arap-İsrail Savaşı kadar ulusların, ülkelerin, bireylerin ve hatta uluslararası sistemin üzerinde öylesine belirleyici bir iz bırakmamıştır. Bu bireylerden biri de benim.

Savaşın patlak verdiği günü, dün gibi hatırlıyorum. Üniversitede ikinci sınıfta, kulağını radyoya dayamış, gün boyu Arap ordularının zaferini bekleyen ve art arda gelmeye başlayan “hezimet” haberlerine inanmak istemeyen milyonlarca insandan biriydim. O günlerde, bundan 40 yıl önce radyodan dinlediklerimin, benim de bana hâlâ hükmeden “kader çizgi”mi çizeceğinin idraki içinde değildim.
1967 savaşının 40. yıldönümü, dünyanın her yanında sayısız ve çok anlamlı birçok anıya ve değerlendirmeye vesile oldu. Bugünlerde içimize öylesine kapandık ki, -bir iki istisna dışında- bizde böyle çalışmalar pek yer almadı. “6 Gün Savaşı” olarak da bilinen tarihi olayın tam orta noktasının yıldönümünde bari, kendimi bu “istisna”nın içine dahil edeyim.
Konu, pek öyle akademik de sayılmaz. Türkiye’nin Kuzey Irak’a gireceğine ilişkin hararetli tartışmaların yapıldığı, spekülasyonların ortalığı kapladığı bir zaman diliminde, 1967 Savaşı değerlendirmelerinin, özellikle, biz Türk kamuoyunun ilgi alanında bulunması gerekir.
The New Yorker’ın genel yayın yönetmeni David Remnick, derginin son sayısında “The Seventh Day-Why the Six-Day War is still being fought” (Yedinci Gün/Niçin Altı Gün Savaşı hâlâ devam ediyor) başlıklı son derece ilginç yazısında, “O günlerde ve savaşı izleyen haftalarda İsrail’deki ulusal çılgınlık o kadar derindi ki, birçok İsraillinin ele geçirilen toprakların uzun vadeli sonuçlarını doğru dürüst düşünebilmeleri imkânsızdı” diyor.
Bugünkü Türkiye’de, özellikle, Kuzey Irak’a “askeri dalış” konusunda farklı bir “ruhi ve zihni iklim” bulunmadığını söyleyebilir misiniz?

*** *** ***

1967 savaşına ilişkin, Londra’da yayımlanan El-Hayat gazetesi yazarlarından, Lübnanlı arkadaşım -kendisini yıllardır görmüyorum ve düşünceleri hakkında hiçbir bilgim olmadı- Abdullah İskender, savaşın toprak kaybından gayri, Arap dünyasına getirdiği bir sonucu, gazetesinde şu çarpıcı satırlara dökmüş:
“1967 savaşı sadece Arap topraklarının bir işgali ve İsrail devletinin genişlemesi değildi; aynı zamanda despotizmin ve totaliterliğin meşrulaştırılması ve Arap toplumunu ezmenin bir bahanesi oldu. Yalnızca bir gerileme değil, tüm Arap halkları için bir felaketti. Kırk yıl önce, seçenekler, bir darbenin sonucu olacak bir askeri rejimle çoğulcu demokratik sistemken; bugün bir yanda despot bir yönetici, diğer yanda ise köktendincilik ve iç savaşlardır.”
Şu uluslararası ortamda ve mevcut bölgesel şartlarda, taraflardan birinin Türkiye olacağı bir savaşın, yıllar sonra bugünkünden olumsuz anlamda farklı bir “Türkiye fotoğrafı” üretebileceğini, umarım, aklına getirenler vardır.
Şu ise 40 yıl sonra gelinen noktaya ilişkin bir İsrailli değerlendirmesi:
“İsraillilerin, önemi itibariyle varoluşsal addettikleri bir savaştı. Yenilgi, kuruluşunun üzerinden yirmi yıl geçmeden devletin sona ermesi olabilirdi ve bununla birlikte kazanılmasının bir 'Pirus Zaferi' gibi sonuçları olabilirdi. Sonucunda, kırk yıllık işgal, yasadışı Yahudi yerleşim merkezlerinin yayılması, Filistin milliyetçiliğinin şiddetlenmesi, terörizm, karşı saldırılar, kontrol noktaları, başarısızlığa uğramış müzakereler, ayaklanmalar ve her gün daha da derinleşen karşılıklı güvensizlik geldi. Tarihte bundan daha büyük bir paradoks olabilir mi? Kazanılması gereken bir savaş ve sürekli fecaate ve istikrarsızlığa yol açan bir zafer”...
Türkiye’nin Irak topraklarında bir “savaş boyutları”na varması adeta zorunlu olacak bir “askeri harekâtı”nın yıllar sonrasından geriye bakıldığında, farklı sonuçlar vereceğini düşünebilir miyiz acaba?

*** *** ***
Bütün bunlar niye oldu? Bu savaş niye çıktı? Önlenebilir miydi?
1967, bir süredir ve özellikle bu günlerde bu sorularla birlikte tartışılıyor. Zira, İsrail’de yaklaşık 20 yıldır ortaya çıkmış bulunan ve kendilerine “revizyonist tarihçiler” adı verilen bir grup tarihçi, “1967 mitosu”nu ve İsrail’in bu savaşa ilişkin “ethos”unu, arşiv bilgileriyle yerle bir etmeye başladılar.
Bunlar, 1948’de İsrail devleti kurulduğu vakit, ya doğmamış olan veya henüz doğmuş veya çok küçük olan ve kendi tarihlerine aralarına gerekli bir mesafeyi koyarak yaklaşan, farklı siyasi eğilimler taşıyan bir grup. Benny Morris, şu ara Oxford’da profesör Avi Shlaim, Ilan Pappe akla ilk gelenleri. “Six Days of War: June 1967 and the Making of the Modern Middle East” (Savaşın Altı Günü: Haziran 1967 ve Modern Ortadoğu’nun Oluşumu) adlı oldukça yakın geçmişte yayımlanmış çarpıcı kitabın yazarı Tom Segev ise yıllar alan çalışmasında, savaşın patlak vermesini “yanlışlara, iletişimsizliğe, rastlantısal olaylara ve her iki taraftaki hayati önemdeki budalalıklar”a bağlıyor.
Zaten, dönemin unutulmaz ve parlak İsrailli devlet adamı, Dışişleri Bakanı Abba Eban, daha sonra anılarında “Nasır savaş istemiyordu. Savaşa gitmeden zafer istiyordu” diye yazdı. Menahem Begin bile bir konuşmasında “Sina’daki Mısır ordu yığınağı, Nasır’ın bize gerçekten saldırmaya hazır olduğunu kanıtlamıyordu. Kendimize karşı dürüst olmalıyız. Biz ona saldırmaya karar verdik” demişti.
Tom Segev’e göre İsrail, savaşa, “gerçek bir stratejik tehdit”ten ziyade, “psikolojik zayıflık”tan ötürü girmişti.
1967 savaşı, -ki topu topu 6 gün sürmüş ve İsrail’in büyük bir askeri zaferiyle sonuçlanmıştı- 40 yıl sonra, getirdiği felaketlerle ve aslında “sonuçlanamamış” olmasıyla gayet canlı tartışmaların konusu.
Yani?
Bu kadar.
Yazarın Tüm Yazıları