Paylaş
Washington’dan birkaç günlüğüne Türkiye’ye geldiğinde her televizyon kanalında, her saat başı sayısız kişiyi Mısır’ı tartışırken görmüş ve tabii kısa süre içinde aslında Mısır’ı değil Türkiye’yi tartıştıklarını anlamış.
Türkiye’de “Mısır uzmanı” olmasa da, ateşli biçimde aslında Türkiye tartışan insan sayısı hatırı sayılır ölçüde çok. Tartışmanın içeriğini aslında iktidar partisi, sözcüleri ve propagandistleri belirliyor. İki yönlü bir “söylem” söz konusu:
1. Mısır’daki “askeri darbe”yi “ama” sözcüğünü Türkçe’den çıkartarak kınamak;
2. Muhammed Mursi’nin ve Müslüman Kardeşler’in iktidara geri dönüşünü –yine tartışmasız biçimde- talep etmek.
Birbiriyle tutarlı iki yön bu. Mısır’daki “askeri darbe”yi kabul edilemez buluyorsanız, sonuçlarının iptalini de savunmanız gerekir ki, Mursi’nin Cumhurbaşkanlığı’na ve Müslüman Kardeşler’in hükümete geri dönüşünü talep etmeniz de doğaldır.
Doğal olmasına doğal da, bu “söylem”i benimsediğiniz ölçüde, “Mısır’ı Türkiye üzerinden okumayı” sürdürdükçe, “Mısır” dediğiniz her lahza aslında “Türkiye” derken; Muhammed Mursi ile Tayyip Erdoğan isimlerini de eş anlamlı kullanmak niyetinde olan bir “propaganda makinası”nın “dişlileri” arasında öğütülmek ihtimaliniz de var. Bu tuzağa düşmeyecek kadar uyanık iseniz, hakkınızda –ipe sapa gelmese bile- “darbeci” suçlaması yaygınlaştırılarak, itibarsızlaştırılmak istenirsiniz.
Hasan Cemal, “durum”u farkettiği için T24’te “Ne, Mursi’yi eleştirmek darbecilik mi?.. Güldürmeyin insanı!” başlıklı bir yazı yazdı. Yazıda, “Yoksa artık Muhammed Mursi’yi eleştirmek yasak mı? Onu eleştirmek ‘darbecilik’ mi sayılacak? Aklınızı ekmek peynirle mi yediniz? Hem darbeye karşı çıkılır, hem de Mursi’nin yanlışları sergilenir. Başka türlü nasıl ders çıkarılır yaşananlardan?” diyor.
Türkiye’deki, aslında “Türkiye gündemi”yle ilgili“Mısır-darbe” tartışmalarına ilişkin yakaladığı “can alıcı” nokta şu satırları:
“Mursi’yi eleştirmekle darbe heveskarlığı arasında bağ kurmaya çalışmak inandırıcıklıktan yoksun bir tavırdır. Eğer bu yolla Mursi üzerinden Tayyip Erdoğan’a yönelik eleştiriler yolu kesilmek isteniyorsa, bu abesle iştigaldir.”
Öyle ama amaç o. Hatta giderek, Taksim-Gezi’yi “askeri darbe zemini” oluşturmak üzere “Ergenekon kumpası” olarak öne süren iddiayı doğrulamak için kullanılıyor Mısır’daki gelişmeler.
Seçilmiş (ve bu tanıma göre demokratik) “İslamcı” yönetimlere yönelen “uluslararası komplo”, Tahrir’e yığdığı ve 30 Haziran’da zirvesine ulaşan kalabalıklar üzerinden Mısır’da “askeri darbe”yle hedefine ulaştı. Ayı şeyi Haziran başındaTaksim-Gezi’de İstanbul’da denedi, ama Tayyip Erdoğan’ı yedirtmediler. İşte anlatılmak istenen şey, özetle bu!
Dahası, Türkiye, Tayyip Erdoğan önderliğinde şimdi Muhammed Mursi’yi kurtarmaya, geri getirmeye çalışıyor. Mısır’daki “askeri darbe” karşısında –Hükümet Sözcüsü’nün sözleriyle- “yalnız kalma pahasına ilkeli ve ahlaklı bir tutum” alarak, bunu yapmaya çalışıyor.
Bunun mantıklı sonucu ise şu olacak: Madem, “askeri darbeye karşıyız” öyleyse, Mısır konusunda Tayyip Erdoğan’ın ve benimsenen Türk dış politikasının yanında saf tutmalıyız. İlke adına ve ahlaki gerekçelerle.
Taksim-Gezi’ye ilişkin insafsızlık, Lice’de halkın kurşunlanması, Roboski’de hesabın kapatılması gibi konuları bir yana bırakacağız, Tayyip Erdoğan ve iktidarın yanında kenetleneceğiz. İstenen bu. Bunu yerine getirmeyenler, “darbeci”, “ilkesiz”, vs. her türlü yaftayı yemeye hazır olsunlar.
Kim ne derse desin, hükümetin –dış politika dahil- bir süredir sergilediği “yanlışlar zinciri”nin halkalarından biri olmaya direnmek gerekiyor. Mısır’da aldıkları tutumun, ahlak ya da ilkeyle bir ilişkisi yok. Müslüman Kardeşler’in başına gelenin, Ak Parti’de derin bir travma yaratmış olması, olan-bitene tepki göstermesi son derece anlaşılabilir bir şey. Ancak, bunun “ilkeli” ve “ahlaklı” dış politikayla ilişkisi yok. Ak Parti’nin haklı “savunma refleksleri” ve Realpolitik ile ilişkisi ise elbette var.
Örnek mi istiyorsunuz? Sudan’ın askeri darbeyle işbaşına gelmiş olan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir ile Ak Parti iktidarının sevecen ilişkileri. “Savaş suçu” ve “insanlığa karşı işlenmiş suçlar”dan ötürü hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından “tutuklama kararı” çıkartılmış olan Ömer el-Beşir, aklına estikçe Türkiye’ye gelip giderken, “ilke” ve “ahlak” “vazgeçilmez dış politika unsurları” olarak öne çıkarılmıyordu. Ömer el-Beşir’in “İslamcı kimliği” esas alınıyordu.
Keza, 2008’deki İran seçimlerinde daha oyların sayımı bitmeden, Ahmedinejad’a ilk kutlama mesajı Ankara’dan gitti. Aylarca İran, seçim hilelerine karşı ayaklanan halkın gösterileriyle sarsılır ve “insan hakları” ayaklar altına alınarak gösteriler ezilirken, Ankara’dan “ilkeli” ve “ahlaki” bir yaprak kımıldamadı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bu konuda yöneltilen eleştirileri, “Realpolitik mülahazalar”la karşıladı. İran’daki gösterilerin rejimi yıkacak bir “devrim kıvamı”nda olmadığını söyledi. Doğruydu.
Aynı ölçü, Mısır’a uygulandığı takdirde “zorlanma” kaçınılmaz olur. Muhammed Mursi, yüzde 50’nin biraz üzerinde bir katılımla yüzde 51.7 oyla 30 Haziran 2012’de cumhurbaşkanı seçilmişti. 13 milyon oy almıştı. Seçildikten bir yıl sonra 22 milyon kişi, görevinden ayrılması için oy verdi. Ve, bir yıl sonra, Mısır’da –aslında 25 Ocak 2011’den itibaren kesilmemiş olan- “devrim ortamı” yine canlanmıştı.
Mısır’ı Mısır üzerinden okuyup anlayabilmek bakımından Washington’daki bir “Mısır uzmanı”nın –kendisi alçakgönüllülükle bunu reddetse de-Nathan Brown’un New Republic’te yer alan “What’s Next in Egypt?” (Mısır’da Bundan Sonrası) başlıklı yazısının şu bölümünü izlemekte yarar var:
“Bir doktora seminerinde olabileceği gibi, Mısır politikası kendisini terminolojik bir tartışmaya saplanmış buldu: Bu bir askeri darbe mi, yoksa bir halk ayaklanması mıydı?
Cevap basittir: Her ikisi de.
Şöyle bir resmi gözünüzün önüne getirin: General Martin Dempsey, devlet televizyonunda Barack Obama’nın artık başkan olmadığını ve ABD Anayasası’nın askıya alındığını ilan ediyor. Buna ne isim verirsiniz?
Veya, şu resmi gözünüzün önüne getirin: On milyonlarca Amerikalı Obama’nın derhal görevinden uzaklaştırılması için gösteriler başlatıyor. Obama, buna üç yıl daha süresi olduğuna dair tepki veriyor ama kendisini görevinden alınmış ve mahkeme karşısına çıkarılma ihtimaliyle yüzyüze kalmış buluyor. Buna ne isim vereceksiniz?
Evet, bir askeri darbe oldu. Ve evet, bir halk ayaklanması söz konusuydu. Niçin tartışılsın ki bu? Birçok Mısırlı için bir terminoloji konusu olmaktan ziyade bir ahlaki hüküm konusu…”
Türkler –daha doğrusu Müslüman Kardeşler ile “ideolojik ortaklığı” bulunan siyasi iktidar- için ise tersi söz konusu: Ahlaki hüküm veriyormuş gibi yaparak aslında terminoloji tartışıyorlar.
Zira, ölçü, gerçekten Mısır için “demokrasi” olsa, Türkiye’de Taksim-Gezi’ye biber gazlarıyla saldırılması, Lice’de halkın kurşunlanması, Roboski’nin üzerinin örtülmesi gibi işlerle uğraşmazdı, Ankara’daki iktidar sahipleri…
Paylaş