Paylaş
1. Tokat-Reşadiye’de 7 askerin şehit edildiği 7 Aralık “PKK birimi” saldırısı;
2. Anayasa Mahkemesi’nin 11 Aralık’ta DTP’yi kapatması ve Kürt siyasetinin en ılımlı şahsiyeti olduğuna ilişkin hakkında genel kabul bulunan Ahmet Türk’ü, Aysel Tuğluk ve bir dizi DTP’li ile birlikte 5 yıl süreyle siyasetten yasaklaması;
3. Aralarında çok sayıda belediye başkanı bulunan ve yeni kurulan BDP’nin (Barış ve Demokrasi Partisi) onlarca mensubuna karşı 24 Aralık’ta Güneydoğu’da girişilen gözaltına alma ve tutuklama dalgası.
Sabaha karşı 05’te başlatılan “operasyonlar”ın sonucunda; Diyarbakır’ın merkezdeki üç belediyesinin Sur (Abdullah Demirbaş), Kayapınar (Zülküf Karatekin) ve Bağlar (Yüksel Baran) belediye başkanlarının yanı sıra Çınar ilçesinin belediye başkanı (Ahmet Cengiz) da bulunuyor. Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak ve Batman Belediye Başkanı Nejdet Atalay’ın yanı sıra Şırnak-Cizre (Aydın Budak), Mardin-Kızıltepe (Ferhan Türk), Urfa-Viranşehir (Leyla Güver) belediye başkanları, Tunceli, Batman, Silvan, Viranşehir, Ergani, Lice, Dicle ve Bağlar eski belediye başkanları, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkan Yardımcısı, DTK Sözcüsü Hatip Dicle ve kapatılan DTP’nin Diyarbakır il başkanı Fırat Anlı kendilerini Diyarbakır Terörle Mücadele’de gözaltında sorgulanır buldular.
Başta Diyarbakır olmak üzere İstanbul, Ankara, Siirt, Van, Şırnak, Batman, Şanlıurfa ve Mardin’de eş zamanlı operasyonlar ile “örgüt yönetmek ve örgüte üye olmak” suçlamasına muhatap, belediye başkanları dışında özellikle Van, Şırnak ve Batman’ın yapılanmasının “yönetici kadrolarının hedef alındığı” bildiriliyor.
Eğer amaç, “dağda değil, ovada siyaset yapmak” ise, eğer amaç “PKK’ya silah bıraktırmak” bir başka deyimle “dağa çıkmayı önlemek” ve “dağdakileri indirmek” ise, eğer amaç Kürt sorununu “şiddet ve silahtan ayırmak” ise, böyle bir “operasyon” tam tersi amaca yönelmiş demektir.
Gözaltına alınanlar arasında bundan üç ay önce bize televizyon ekranlarının önünde “Biz, diyalog kurulacak son kuşağız” diyen 37 yaşındaki Kürt siyasi hareketinin “genç kuşağı”ndan Fırat Anlı da var. Onun adını da gözaltına alınanlar arasında okuyunca, üç ay önceki söyleşimiz aklıma geldi. Fırat Anlı gibilerinin bıraktığı boşlukta şimdi geride kalanlar sadece İmralı’yı ve Kandil’i hesaba alan ve Diyarbakır nüfusunun üçte ikisini oluşturan 1-25 yaş arasındakiler.
24 Aralık operasyonu, bu geniş ve dünü kararmış, bugünü sıkıntılı, gelecek ufku kapalı geniş bir insan kitlesine “Size şehirlerde ve Türkiye’nin mevcut hukuk yapısı içinde siyaset şansı yok; dağların yolunu tutun” çağrısı yapmakla eşdeğerdir. Keza, Kandil’de ve diğer dağ başlarında zaten “ovaya” nasıl inecekleri hayli çetin bir iş haline gelen PKK’nın silahlı unsurlarına, “İnin ve gelin sizi içeri tıkalım” mesajı iletmek anlamındadır.
BDP Genel Başkanı Demir Çelik, “Operasyonların, hem sürecin hem de hükümetin yapmak istediklerine denk düşen bir gelişme olmadığına dikkat çekmek istiyorum” dedi. Doğru. Ayrıca, olan-biten için söylenebilecek olanın en hafifi…
*** *** ***
Güneydoğu’da hal böyle iken, hükümetin iki numarası, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç dün İstanbul’da Ankara’yı kaplayan kalın sis perdesine ilişkin olarak açıklamalarda bulundu. Ankara’da her anlamdaki kalın sis perdesi, kendisine yönelik, Özel Kuvvetler’e bağlı bir albay ve bir binbaşının isminin karıştığı suikast girişimine ilişkin iddialar ve konuya ilişkin önceki günkü Genelkurmay açıklamasıyla oluşmuştu.
Bülent Arınç’ın şu sözleri dikkatimi çekti: “... Yıllarca cezada hukukçu avukat olarak bulundum. Bir insana bir suç isnat edildiği zaman kabul ederse bu ikrardır, yapmadım derse reddir. Ben yaptım ama başka amaçla yaptım derse tevil yollu ikrardır. İçinde tevil taşıyan başka atasözleri de biliyorum ama sadece bunu söyleyeyim.”
Arınç bu sözleri Genelkurmay’dan yapılan “Bülent Arınç hedef değildi. Albay ile binbaşı, bir askeri kişiyi izliyorlardı” mealindeki açıklamayı ima ederek söyledi. Söylemediği ve “içinde tevil taşıyan başka atasözleri de biliyorum” dediğinin ne olduğu besbelli: Zırva tevil götürmez.
Yani, lisan-ı münasiple, Bülent Arınç, Genelkurmay’ın konuya ilişkin açıklamasını “tevil edilemeyecek” bir “zırva” olarak nitelemiştir.
Genelkurmay açıklamasının kamuoyunu tatminden çok uzak olduğu açıktır. Genelkurmay bir açıklama yaptığı vakit, konu çözülmüş olmuyor, tersine daha çetrefil bir hal alıyor. Bu yıl içinde, Poyrazköy’de toprak altından çıkan silahlarla ilgili Genelkurmay’ın en tepesinden “Bunların TSK ile ilgisi yoktur” açıklaması geldi, daha sonra ilgisi olduğu anlaşıldı. Oradan çıkanlar için en tepeden “boru” tanımlaması yapıldı, boruların LAW silahı olduğu anlaşıldı. “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”na ilişkin Genelkurmay’ın en tepesinden yapılan açıklamadaki “kağıt parçası”nın da daha “ıslak imzalı” bir belge olduğu anlaşıldı.
En son açıklamanın ne olduğu için, bakınız, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın dünkü sözleri…
Türk medyasının bir bölümünde “Başbakan Yardımcısı’na yönelik suikast iddiaları” konusunda zevzeklik yapılıyor. Ergenekon karartmasını ya da sulandırmasını “meslek ilkesi” haline getirenler, bu konuda da “zevzekliği” benimsediler. Bülent Arınç böyleleri ve CHP’liler için şu sözlerisarfetti:
“Meseleyi mizah konusu yapılarak bu meseleyi mizah konusu yapmaya çalışanları anlamıyorum. Hayatı mizaha bağlı insanlardan da başka türlü bir tavır beklenemez. Bir de ‘Maalesef bu iş safsatadır’ diyen bir milletvekili var. Bunun tek görevi var Genel Başkanı'nın talimatı ile Ergenekon duruşmalarını takip etmek. Oradan vakit bulup da meclise gelen vekilin bunu söylemesi çok normaldir. Bir başkası başka şey söylüyor. Hele hele bir genel başkan, meseleye Berlusconi sendromu ile bakıyor. Hiçbir sendrom içerisinde değiliz. Bu tür olaylar ister küçük olsun ister büyük olsun. Bu konuda iddialar var ise meseleye ciddiyetle bakmak gerekirken olaya maalesef kendi boyları kadar bakarak milleti küçük görüyorlar…”
*** *** ***
2009’u arkamızda bırakmaya bir hafta kala Türkiye çok garip bir ülke görüntüsü veriyor. Hiç kimse Ankara’da neyin döndüğünü, kimin neyin arkasında olduğunu tam olarak anlayamıyor
Hiçbir akıl, Güneydoğu’da şu dönemde böylesine bir “sindirme dalgası”nın hangi hayra hizmet edeceğini anlayamıyor. Arkasında kimin bulunduğunu tam olarak seçemiyor.
Anlayabildiğimiz ve açık seçik görebildiğimiz tek şey: Türkiyenin tüm yüzeyi Ankara’dan yola çıkan büyük bir pus ve sis bulutunun altında görüş mesafesinin yok olduğu.
Ankara’dan Güneydoğu’ya pustan göz gözü görmüyor.
Paylaş