Paylaş
MOSKOVA -
Salı gecesi televizyon ekranında, canlı yayında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan konuşuyor. Şu sözlerine kulak kabartıyorum:
“Yarınki ziyaretimin birinci başlığı Moskova'da muhteşem bir cami inşa edildi, budur. 10 bin kişilik dev bir cami ve açılışını yapacağız. Ardından Putin ile görüşeceğiz. Tabii ki görüşmenin ana ekseninde Suriye meselesi var.”
Devam ediyor:
“Çünkü onların açıklamaları oluyor ve her iki tarafı da üzüyor. Aldığımız haberler hoş değil. Çünkü bizim Rusya ile ilişkimiz çok farklı bir konumda. Buna rağmen bunların olması bizi ciddi anlamda üzmüştür. Ümit ederim Putin ile anlaşarak Rusya'dan ayrılırız.”
Tayyip Erdoğan’ın, Vladimir Putin’e “gizli sempatisi” veya “zaafı” sezilebiliyor.
Her ikisi de “tek adam”lık ve “otoriter yönetim” tarzı bakımından benzer özelliklere sahip şahsiyetler. Hafta başında Foreign Policy’de yayımlanan John Hannah imzalı bir yazıda Tayyip Erdoğan “Anatolian Putin” yani “Anadolu’nun Putin’i” olarak tanımlanmıştı.
Aralarındaki “ortak özellikler” belli ki, Tayyip Erdoğan’ı “Ey Putin” diye hitap etmekten alıkoyuyor. Oysa, Putin kadar Erdoğan’ın “dış politika hesapları”na taş koyan bir başka lider pek yok.
Tayyip Erdoğan, buna rağmen “Rusya ile özel ilişki”den, bu nedenle Moskova’dan gelen bazı açıklamalara “üzüldüğünden” söz ediyor. “Putin’le anlaşarak Moskova’dan dönme ümidi”ni dillendiriyor.
Suriye’deki gelişmeleri dikkatle izleyen, Rusya’nın attığı adımların ne ve neden olduğunu kavrayabilen herhangi bir kimse, Tayyip Erdoğan, Suriye politikasını değiştirmediği takdirde, bu Kurban Bayramı arifesinde Moskova’dan Putin’le anlaşarak dönmesine imkan olmadığını bilebilirdi.
Ertesi sabah, yani bayramın arife günü sabahı, Moskova’ya gitmek üzere yola çıkan Tayyip Erdoğan’ı havaalanına götüren kortej evimin önünden geçti. Sabahın erken saatinde yollar kesilmişti.
Açılır açılmaz ben de yola koyuldum. Tayyip Erdoğan’dan birkaç saat sonra Moskova’daydım. Üstelik kalacağım otelin açılışı yapılacak Moskova’nın 10 bin kişi alan en büyük caminin dibinde, Olimpiyat Stadı’nın yanı başında olduğunu önceden bilmiyordum.
Putin ve Erdoğan’ın huzurlarında açılışı yapılan caminin çok yakınındaki otelimin lobisinde gözüme ilk ilişen Kiril alfabesiyle “Moskovskaya Sobornaya Meçet”, altında İngilizce “Moscow Cathedral Mosque” ve Arapça “El Mescid el-Cama’a bi Mosku” yazıları oldu. Bizde “Merkez Camii” ya da eskilerin “Ulu Cami” dediği yapının İngilizcesi olarak “Katedral Camii” sıfatının tercih edilmiş olmasına ilk kez Moskova’da rastladım.
Caminin açılışı için Rusya Federasyonu Müslümanlarını temsil etmek üzere gelen ülkenin her yanından gelen tüm heyetler ile Moskova Çağdaş Sanat Bienali için dünyanın çeşitli köşelerinden gelen sanatçılar, oteli ilginç bir “insan panayırı”na çevirmişlerdi.
Putin ve Rusya yöneticileri için, Moskova’daki bu caminin yapılması, ülkelerinin Müslümanlarına duydukları “saygı”nın gereğinden ziyade “kaygı” ile açıklanıyor. IŞİD’in en ön sırayı aldığı Suriye’deki “Selefi-cihatçı” örgütlere Rusya Federasyonu’ndan katılan militan sayısı 2000 olarak hesaplanıyor. Moskova’daki yeni ve büyük cami gibi Müslümanların ibadeti için hizmet sunulmuş olurken diğer yandan din hizmetlerinin devlet kontrolüne alınması da tasarlanıyor.
Moskova’da büyük cami inşaatı ve Suriye’de büyük askeri yığınak, bir yönüyle, Rusya’nın “İslam köktendincliği tehdidi”ne karşı koyuşunun değişik veçheleri.
Putin’in Lazkiye merkezli olarak, kara hedeflerine yönelik ve ayrıca gelişmiş savaş uçaklarından oluşan 24 uçağı yerleştirilmesi, 12’şer füzelik en az üç hava savunma sistemini bunlara ek olarak Suriye’ye yığılması ve deniz piyadelerinin sayısının 200’den 500’ün üzerine tırmandırılması suretiyle attığı adımlar, Suriye’deki tüm “askeri denklemi” değiştirecek nitelikte. “Askeri denklem”deki “yeni denge”nin “siyasi denklemi” etkilememesi de mümkün değil.
Bunlar da Putin’in “bir numaralı tehdit algılaması”na yani “İslam köktendinciliği tehdidi”ne karşı “Suriye cephesi”nde attığı adımlar. Putin, tüm bunları “Suriye’de öncelikIŞİD’e karşı mücadele” ve bunun gereği ile izah ediyor.
Elbette, bu atılan adımlar ile Rusya’nın Doğu Akdeniz’de, ABD’yi tedirgin edecek şekilde yeni bir “stratejik konum”a yerleşmekte olduğu göze çarpıyor ama Moskova, en azından IŞİD’e ilişkin “tehdit önceliği” konusunda Washington ile aynı “dalga boyu”nda görünüyor.
Türkiye (ya da Erdoğan-Davutoğlu) Suriye’de ne Washington ile ve ne de Moskova ile aynı dalga boyunda değil. Kremlin’de “Suriye’nin ana ekseni”ni oluşturduğu görüşmeler sonucu hiçbir “ortak açıklama” yapılmadan, Erdoğan Moskova’dan ayrıldı.
Bayram sabahı, otel odamda hemen karşımdaki Olimpiyat Stadı’nın üzerinden yükselen “Ulu Cami”nin minarelerinin tam karşısında Moscow Times gazetesini okuyorum.
“Ortadoğu liderleri Putin için sıraya girdiler” manşetini atmış. “Türk Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan, Kremlin bölgede daha etkili bir rol için Suriye’de askeri imkânlarını arttırdığı bir sırada, Moskova’da Cumhurbaşkanı Vladimir Putin ile görüşmeler yapmaya gelen üçüncü Ortadoğulu lider oldu” cümlesiyle başlıyor, Moscow Times’ın manşet haber yazısı.
Pazartesi, İsrail Başbakanı Netanyahu; salı Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ve çarşamba Tayyip Erdoğan. Yazıda üstü kapalı bir alay sezilecek şekilde, Putin’in Erdoğan’dan “tough guy” (sert erkek) olarak söz etmiş olduğuna da yer verilmiş.
“Sert erkek”, Moskova dönüşü, dün bayram namazı çıkışında, Putin ile Suriye görüşmesine şu sözcüklerle değindi:
“Rusya'nın tabii İran'la birlikte Suriye'ye vermiş olduğu destekler artık zaten gizli değil. Bunu kendileri de ifade ediyorlar. Temenni ederiz ki Rusya, bu süreçte dün yaptığımız görüşmelerin gereğini bir dayanışma içerisinde yerine getirmek suretiyle, ben dün kendilerine de ifade ettim, Esed burada bir butik Suriye kurmak istiyor. Butik Suriye, Şam'dan başlayıp Hama, Humus ve Lazkiye'yi kapsayan ki bu da Suriye'nin yüzde 15'ine tekabül eden bir bölgedir. Bu bölgede kendine ait, arkasında belli egemen güçlerin hakim olduğu, destek verdiği bir devlet kurabilmek, bu da tabii Akdeniz'e açılan bir yapı olması hasebiyle böyle bir yapıyı kurmak, derdi bu…”
Cümle düşüklükleri dikkat çeken bu açıklamanın anlaşılır Türkçesi ise şu: Tayyip Erdoğan, Suriye konusunda, Moskova’dan “eli boş” dönmüştür.
Türkiye’nin hedefinde olan “güvenli bölge” ise Suriye konusunun “en yüksek düzeyde” Washington ile Moskova arasında ele alınmaya başlamasından sonra, neredeyse tümüyle imkansız hale gelecektir.
“Anadolu’nun Putin’i”, gelinen bugünkü noktadan sonra “Moskova’nın Putin’i” ile anlaşmayı, ancak “Suriye’nin taksimi” konusunda arayabilir. Yani, “Rusya nüfuzu altında, eski Suriye’nin yüzde 15’inden oluşacak Lazkiye merkezli bir Alevistan’ın” kabulü karşılığında, Suriye’nin kuzeyinde “Türkiye’nin nüfuzu altında IŞİD olmayan İslamcı güçlerin oluşturacağı bir antite”nin kabulü.
İşin zorluk noktası ise şu: bunu sadece ABD’nin değil Putin’in de kabule ihtiyacı olmaması.
Moskova’da aklım, tarihin ilerde bugünler için neler yazacağına takılıyor.
Bu Kurban Bayramı’nda ancak ileride öğreneceğimiz şekilde, acaba neler ve kimler, ne karşılığında ve niçin “kurban” ediliyorlar?
Paylaş