Paylaş
Bu soruya muhatap olduğum anda, “Hele bir 22 Temmuz’a varalım” diyorum genellikle. Ben de, henüz 22 Temmuz’da seçim yapılacağından yüzde 100 emin olanlardan değilim. Bu “kuşku”yu taşıyanların sayısının hayli kabarık olduğunun, ama bunu açıkça dışa vuranların pek az olduğunu da biliyorum.
22 Temmuz’a gün anlamında elbette varacağız ama o gün seçim görecek miyiz; bu, bence, hala kesin olarak belli değil. Seçime varıp varamayacağımızı, Haziran’ın sonlarında, yani bir ay kadar sonra, seçim tarihinde iki-üç hafta öncesinde anlayabiliriz. Çünkü, büyük ihtimalle, seçimlerin nasıl bir tablo çıkartacağı, beş aşağı-beş yukarı, bugünden bir-bir buçuk ay sonra kendini hissettirebilir.
Eğer, “göstergeler”, çok partili bir parlamento ve muhtemel bir koalisyon hükümetini işaret ediyorsa, seçimin yapılabileceğinden büyük ölçüde emin olabilir. Ama, yok, “göstergeler” bir ezici Ak Parti seçim zaferini işaret eder gibi olursa, seçim gününe salimen varılabileceğinden kuşku duyarım. 27 Nisan’dan bu yana geçen süre ve bu sürede olup bitenler göz önüne alınırsa, bunun sonucunda, Ak Parti’nin “çok güçlü bir yetki yenilemesi”ni kabullenecek bir “güçler dengesi”nin ortaya çıkacağını, şu günden göremiyor ve kestiremiyorum.
Seçimler genellikle “kendi meşruiyeti”ni ürettiği ve seçim sonucuna kaba müdahalenin, Türkiye’nin “dikişlerini” attıracağı, dolayısıyla böyle bir müdahalenin pek kolay olmayacağı hesaba katılırsa, seçim öncesi “olağanüstü şartlar” oluşturmak, seçim sonucuna göre hareket etmeye oranla yeğlenebilir. 1977 seçim öncesinin fotoğraf kareleri gözümün önüne geliyor...
Elbette ki, bütün bunlar “spekülasyon”; ancak, Türkiye’de çok yakın zamanda “oyun oynanırken, kural değişikliği”ne göz göre göre gidildiğini görünce, geleceğe yönelik “spekülasyon” kapısı da kendiliğinden açılıveriyor.
En azından, “22 Temmuz’da nasıl bir tablo ortaya çıkar?” sorusu için, bu Mayıs sonu çok, çok erken. Daha, seçime katılacak partilerin “vitrini”ni bile tam görmedik; yani “adayları” bile bütünüyle bilmiyoruz.
*** *** ***
Bu konuda, “ilk hamle”, iktidar partisinden, Ak Parti’den geldi. Önceki gün, ilginç bir yeni adaylar yelpazesi, Başbakan ve partinin genel başkanı Tayyip Erdoğan huzurunda, kamuoyuna sunuldu. Eski CHP Genel Sekreteri Ertuğrul Günay’dan, eski CHP’li, DSP kurucusu, sosyal demokrat Haluk Özdalga’ya, eski SHP’li milletvekili Erdal Kalkan’dan, DYP’li Milli Eğitim Bakanı ve YÖK Başkanı Prof. Mehmet Sağlam’a, uluslararası para piyasalarının saygın ismi, Merrill Lynch analisti Mehmet Şimşek’ten, Alevi kimlikli tarihçi Reha Çamuroğlu’na, Çağdaş Hukukçular Derneği (sol) yöneticilerinden Ayşenur Bahçekapılı’dan Türkiye’nin 1946’daki ilk liberal-serbest piyasacı partisinin kurucu genel başkanı Nuri Demirağ’ın torunu Nursuna Memecan’a uzanan çarpıcı ve renkli bir yelpaze.
Ak Parti’nin bugün “ikinci hamlesi”ni sunması bekleniyor. Beklenen ikinci yelpazede ise, Ankara Sanayi Odası Başkanı Zafer Çağlayan’ın, Anayasa Hukuku otoritelerinden, sosyal demokrat eğilimli Prof. Dr. Zafer Üskül’ün, İstanbul Sanayi Odası’nın bir önceki başkanı Hüsamettin Kavi’nin, Türkiye Eczacılar Birliği Başkanı Mehmet Domaç’ın ve Türkiye’nin dünya çapındaki büyük sporcusu Hamza Yerlikaya’nın “siyaset podyumu”na çıkacağı umuluyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan, “ilk dalga”yı sunarken, “Partimiz, Türkiye’nin ve siyasetin merkez partisidir” dedi. Ak Parti’nin “yeni vitrini”nde yer alan isimlere bakıldığında, parti liderinin böyle bir iddiayı dillendirmesi anlaşılabilir bir şey. Ancak, böyle bir “vitrin”, Ak Parti’nin kuruluşunda söz konusu olsaydı, bu iddia, daha inandırıcı olabilirdi. Ak Parti kurulduğu gün de, “merkeze yerleşmek” iddiasını ortaya atmıştı; oysa, kurucularının belkemiği ve parti vitrini “Milli Görüş kökenli” olduğu algılamasını beslemişti.
Ne olursa olsun, bağnazlıktan arınıp bakıldığında, MSP, MNP’den; Refah, MSP’den; Fazilet Partisi Refah’tan daha merkeze yakınlaşmıştı ve büyük ölçüde Fazilet’in içinden türeyen, 28 Şubat deneyimi geçirmiş Ak Parti, Fazilet’e oranla hayli “merkeze yakınlaşmış” sayılırdı.
27 Nisan deneyiminin ardından –ki, süreç devam ediyor- Ak Parti’nin söz konusu son açılımla, “merkez”e yerleşme ivmesinin daha da güçlendiği söylenebilir.
Bu, Ak Parti’yi budamak ve giderek “iptal” etmekte kararlı görünen “odakları” ne ölçüde ve ne yönde etkiler; bunu, şu aşamada kestirmek imkansız.
*** *** ***
Ak Parti’nin “yeni vitrin dekoru” ile mi, yoksa bir “yeni proje” ile mi karşı karşıyayız? Yani, 27 Nisan’ın etkisiyle, Tayyip Erdoğan, yukarıda sıralanan isimleri, kendisine ve partisine yönelik “taarruz”a karşı bir “ön savunma siperi” olarak mı tasarlıyor? Yoksa, bu isimlerle, Ak Parti, bir “yeni açılım” peşinde mi?
Mustafa Karaaalioğlu, “Erdoğan bu konuyu vitrin düzenleme ve zevahiri kurtarmanın ötesinde önemsiyor” diyor ve ekliyor: “Bu vizyon tasarımında iki hedef var. Birincisi, partisine yönelen ve son dönemde sistematikleşen meşruiyet saldırısına kesin ve kalıcı bir cevap. İkincisi de Ak Parti içindeki değişim ihtiyacına istikamet vermek isteği. Yani sadece birincisi değil ve dolayısıyla bu katılımlar da bir vitrin düzenlemesi değil. Tam tersine, Erdoğan, mutfakta yanına yardımcı alıyor...”
Taha Akyol ise söz konusu gelişmeyi “Laikliğe bağlılığı konusunda haklı haksız şüphelere yo açan AKP’nin bu tür isimlerle ‘siyasi merkez’e açılması, liberal rengin güçlenmesinin olumlu bir işaretidir” değerlendirmesini yapıyor. Ayrıca, “solun büyük düşünür”lerinden İdris Küçükömer’in “Bizde sağ soldadır, sol sağdadır” ve büyük sosyologumuz Şerif Mardin’in “merkez-kenar” analizini hatırlatıyor. Ak Parti’nin “kenarı merkeze taşıdığı” imasıyla.
Diğer partilerin adayları açıklandığında, “siyasi merkeze yerleşme yarışı”nın nasıl şekillenebileceğini daha net görebileceğiz.
Ve, bazı “odaklar”ın 22 Temmuz’a giden yolda bunu engellemeye kalkışıp kalkışmayacağını...
Paylaş