Paylaş
İki gün sonra Türkiye halkı, TBMM’ye temsilcilerini göndermek üzere sandıklara gitmiş olmayacak. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a “güvenoyu” verip vermediğini ortaya koymak amacıyla sandık başına gitmiş olacak.
Adı “7 Haziran genel seçimleri” olsa bile, 7 Haziran, bir “Cumhurbaşkanlığı referandumu”, bir başka deyimle “Tayyip Erdoğan referandumu” haline geldi.
Daha doğrusu, bunu Tayyip Erdoğan’ın kendisi bu hale getirdi. Bunun böyle olmasını şu iki şekilden ötürü yaptı:
1. Bugüne dek hiçbir cumhurbaşkanının yapmadığı bir şekilde, sahaya indi ve gayet enerjik bir kampanya yürüttü. Her gün, birçok kez, birden fazla yerde, hatta iki seferden fazla konuştu. Kendisini kampanyanın “merkezi”ne yerleştirdi ve seçimi kendisiyle ilgili hale getiriverdi.
2. Kimi durumda üstü kapalı biçimde, kimi durumda, özellikle “pabucun pahalı olduğu”nu sezdiği son günlerde açıkça, iktidardaki AKP için oy istedi. Bunu, anayasayı kendisine büyük yetkiler verecek bir “başkanlık sistemi” için istediğini ilân etti
Bütün bunları yaparken, muhalefet partisi liderlerine ağır eleştiriler, hatta hakaretler yöneltti ve kendisini 7 Haziran seçiminin “bir numaralı tarafı” olarak ortaya koydu.
Tayyip Erdoğan, yaklaşık 10 ay önce yüzde 74 katılım ile gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 21 milyon oy (20 milyon 999 bin 787) yüzde 51.8 oy oranı ile seçilmişti. Geçerli oylar 40 milyon 544 bin dolayındaydı.
AKP’nin Tayyip Erdoğan başkanlığında katıldığı son seçim ise, 30 Mart 2014 yerel seçimleriydi. Söz konusu seçimler, Tayyip Erdoğan’ın kendisine ve partisinin iktidarına karşı “darbe” olarak nitelediği 17-25 Aralık (2013) aralığının hemen ardından gelmiş olması bakımından özel bir “siyasi önem ve anlam” kazanmıştı.
30 Mart seçimlerine katılım, yüzde 89 oldu. Birinci gelen AKP’nin oy oranı, genel seçimlere ölçü olan İl Genel Meclisi için verilen oylar dikkate alındığında, yüzde 43.3 olarak, aldığı oy sayısı 19.469.840 olarak belirlendi. Kullanılan geçerli oylar 44 milyon 866 bin idi.
30 Mart ve özellikle 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde katılma oranı, AKP’nin aldığı oy oranı, Tayyip Erdoğan’ın elde ettiği oy toplamı ve oy oranı ile 7 Haziran sonuçları karşılaştırılacak ve TBMM’deki sandalye dağılımının yanısıra, “Erdoğan referandumu” için bir ölçüm yapılacak, bir ölçü tutturulacaktır.
7 Haziran seçimleri ile geçen yıl yapılan iki seçimin karşılaştırılması, doğal olarak, kendiliğinden yapılacak ve 7 Haziran, Türkiye’nin “yeni güçler dengesi”ni yansıtacağı için, “ihtiraslı cumhurbaşkanı” Tayyip Erdoğan açısından bir “güven oylaması” olacak.
Ayrıca, Erdoğan’ın “başkanlık sistemi” adı altında kendisi için istediği yetkiler de, 7 Haziran’ı bir “Tayyip Erdoğan referandumu”na dönüştürmüş durumda.
Bu arada, bir ölçü de, “iktidar partisi” için tutturmak gerekiyor. Siyasi partilerin genel seçim performansları, bir önceki genel seçim sonuçlarıyla ölçülür.
Buna göre, bir önceki, 12 Haziran 2011’de yapılmış olan genel seçimler, yüzde 83 katılma oranı ile gerçekleşti. AKP, kullanılmış olan 43 milyon geçerli oyun, 21 milyon 399 binini, yüzde 49.83 oranında (yani neredeyse yüzde 50) elde ederek seçimlerin tartışmasız galibi olmuş; bu oy oranı Tayyip Erdoğan’ı giderek “keyfi yönetim”e özendirmiş ve Türkiye adım adım, “Tek Adam-Tek Parti” yoluna koyulmuştu.
7 Haziran ile, Tayyip Erdoğan’ın “Yeni Türkiye”sine dair değil ama Türkiye’nin “yeni güçler dengesi” ve “trendler” hakkında, aşağı yukarı, bir görüş oluşturmuş olabileceğiz.
Son kamuoyu yoklama sonuçları, kamuoyu araştırma şirketleri arasındaki farklar bir yana- genel olarak AKP’nin yüzde 40-42 bandında, CHP’nin yüzde 26-28, MHP'nin yüzde 14-17 bandında oy alma ihtimaline işaret ediyor.
Tayyip Erdoğan’ın “ihtirasları”nın, AKP’nin “iktidarı”nın kaderini tayin edecek önemde, 7 Haziran’ın “demokrasi jokeri” haline gelmiş olan HDP ise yüzde 12 dolayında bir oy ile “barajı aşacak” güce erişmiş görünüyor.
Tekrar edelim: Böyle bir sonucun gerçekleşebilmesi için temel şart, 7 Haziran’da seçim hilesi ve oy hırsızlığı veya provokasyon (Diyarbakır'daki dünkü HDP mitingindeki gibi) yapılmamasıdır.
HDP’ye karşı Bingöl ve Erzurum’daki kanlı saldırılar, linç girişimleri ve HDP seçim bürolarına kampanyanın başından beri yöneltilmiş olan ve yapanlar hakkında hiçbir işlem yapıldığı duyulmamış olan saldırıların sayısının 2000’e varması, bu “şart”ın “altını çizmeyi” gerekli kılıyor.
HDP’nin “baraj aşması”nın anlamını ve önemini tartışmak gereksiz. Böyle bir sonuç, Tayyip Erdoğan’ın anayasayı değiştirme ve “Tek Adam” yönetimi kurma hülyalarının sonu demek. Dahası, AKP’nin “tek başına iktidarı”nın da suya düşmesi ihtimalinin yabana atılamadığı kadar yükselmiş olduğu demek.
Tam bu noktada james in turkey.com adlı yabancı bir sitenin değerlendirmesine göz atmakta yarar var. Site, Türkiye’nin bilinen anket şirketlerinin son beş anketini toplamış, tümünün ortalamasını alarak “trend belirlemesi” yapmış ve grafik halinde sunmuş.
Sitede, 15 Ocak, 15 Şubat, 15 Mart, 10 Nisan, 17 Nisan, 24 Nisan ve 1 Mayıs anketlerinin ortalaması da yer alıyor. Son beş anketin yani 8 Mayıs, 15 Mayıs, 22 Mayıs, 29 Mayıs ve 5 Haziran tarihli anketlerinin ortalamasının ortaya koyduğu “trend”e göre oy oranları sonucu şöyle belirleniyor:
AKP 41.1 %. CHP 27.3 %. MHP 16. %. HDP 11.2 %.
Yüzde 40-41 ile AKP’nin “tek başına iktidar” olacak aritmetiği bulması, imkânsıza yakın ölçüde zor. Ama daha da önemlisi, Tayyip Erdoğan’ın “güven oyu referandumu”nu kaybedecek olmasıdır.
7 Haziran’da yüzde 85-88 oranında katılım bekleniyor. Şunun şurasında seçilmesinin üzerinden bir yıl bile tam olarak geçmeden, yüzde 74 katılımlı bir seçimde yüzde 52 oy oranı ve 21 milyon oy oranı ile seçilmiş Tayyip Erdoğan’a destek, yüzde 40 dolayına indiği takdirde, bunun başka bir anlamı yoktur.
Bir yıl dolmadan böylesine eriyen, Türkiye’nin “yeni güçler dengesi”nde, ülkenin yüzde 60’ının karşı çıktığı, yüzde 40’a doğru eriyen bir Tayyip Erdoğan, dört yıl daha sınırsız ihtiraslarıyla bu ülkede nasıl cumhurbaşkanı kalabilecektir?
Yüzde 40’lara –eğer altına değilse- gerileyen bir AKP oyu, ister istemez, bu soruyu 7 Haziran sonrasında gündeme getirecektir.
7 Haziran öncesinde akıllara gelebilecek bir soru ise şu: Yakın geçmişin olumsuz “koalisyon” tecrübeleri hatırlanırsa, Türkiye’nin bu tür hükümetlere açık bir hale gelmesi iyi bir şey midir?
Ama bu soru şöyle de sorulabilir: AKP’nin sürekli diline doladığı “Milli Şef” dönemi, “Tek Parti” dönemi, seçimlerle gelip giden “koalisyon dönemleri”nden daha mı iyi midir?
Saddam’ın, Mübarek’in, Esad’ın tutturmuş olduğu yol, tüm aksaklıklarına rağmen “demokrasi yolu”ndan daha mı iyidir?
7 Haziran’da “baraj kapakları” açılsın; yolsuzluk, hukuksuzluk ve zorbalıkla hükümran olmayı kalkanlar, açılan “baraj kapakları”nın altında kalsın...
Paylaş