Paylaş
Soğuk Savaş sonrası, dünyanın “tek kutuplu” (unipolar) bir uluslararası sisteme oturmasından dolayı, yani Amerika, süperdevlet olarak kalmayıp “tek süperdevlet” olalı beri, Amerikan Başkanlık seçimi, dünyadaki herkes için her zamankinden daha da önemli hal almıştır.
Bir George W.Bush’un dünyanın son sekiz yılına etkisi, bu etkinin boyutları, bunun böyle olduğunu gayet net biçimde ortaya koyuyor..
Amerika, bu yılın sonbaharında tarihinin en önemli Başkanlık seçimlerinden birine doğru ilerliyor. Hayli çalkantılı ve sorunlu bir Cumhuriyetçi sekiz yılın ardından, bu kez, Demokratların seçim kazanması ihtimali bir hayli yüksek görünüyor.
Bu nedenle, Demokratların başkan adayını belirleyecek ön seçimleri de, adeta Başkanlık seçimleri yapılıyormuş gibi büyük bir dikkat ve heyecanla izleniyor. Demokratların üç adayı var, ama John Edwards’ın şansı diğer ikisine oranla zayıf göründüğünden, dikkatle Hillary Clinton ile Barack Obama üzerinde yoğunlaşmış vaziyette.
Türk ve Amerikalı tanıdıklarıma, “Ben bu kişiliğimle Amerikalı olsaydım; Demokrat olurdum” derdim. Bu söylemi, mevcut Amerikan başkan adaylarına uzatırsam, Barack Obama’dan yana olduğumu açıkça belirtebilirim.
*** *** ***
Bundan yaklaşık 10 gün kadar önce Washington’ta Brookings Institution adlı düşünce kuruluşunda bir konuşma yapmaya davetli olarak bulundum. Brookings, daha önce defalarca gittiğim bir yerdi.Yaklaşık bir günümü oradaki tanıdıklarla kısa söyleşilerle geçirdim.
Brookings’in Washington düşünce kuruluşları arasında özel bir şöhreti var, oraya “Clintoncuların sığınağı” deniliyor. Bill Clinton’un sekiz yıllık Başkanlık süresinde yönetimde üst düzey görev almış birçok kişi,George W.Bush döneminde Brookings’e çekilmişler, muhalefet salvolarını oradan, yürüyerek bir onbeş dakika ötedeki Beyaz Saray’a gönderiyorlar ve kendilerini bir yeni Demokrat yönetimin üst düzey görevlerine hazır tutuyorlar.
Brookings, elbette ki, Demokratların yuvalandığı tek düşünce kuruluşu değil. Ancak, galiba, içinde hiçbir Cumhuriyetçi barındırmayan tek düşünce kuruluşu. Nasıl, AEI (American Enterprises Institute) ve Hudson Institute gibi sağcı, hatta aşırı sağcı Cumhuriyetçi düşünce kuruluşlarında tek bir Demokrat’ın barınması imkansız ise, Brookings için aynı şey, Cumhuriyetçiler için geçerli.
Brookings koridorlarında gezinirken, odaların üzerindeki isimlere bakıyorum; Hillary Clinton ile Barack Obama arasında bölünmüşler. Brookings’in yöneticisi, Bill Clinton’un en yakın arkadaşı Strobe Talbott. Haliyle, Hillary’nin yanında. Kurum’un Ortadoğu programının başındaki Martin Indyk de öyle. Tanınmış bir Brookings’ci Michael O’Hanlon da.
Bu isimlere, kurum dışındaki Richard Holbrooke, Les Gelb, Madeleine Albright, Samuel Berger, General Wesley Clark, son Irak’taki stratejik hamlenin mimarlarından General John Keane isimlerini ve bu arada İran konusunda ABD’deki en çarpıcı uzman Vali Nasr gibilerini de eklemek gerekiyor.
Buna karşılık, Brookings koridorlarındaObama’cı Philip Gordon, Ivo Daalder, Susan Rice, Bruce Riedel, Brookings Çin merkezinin başındaki Jeffrey Bader gibi “baba” isimler de yer alıyor. Brookings dışından “ağır toplar” ise Zbigniew Brzezinski, Anthony Lake, Dennis Ross, Robert Malley, Richard Clarke, Greg Craig ve Samantha Power gibileri.
“Telefon rehberi” gibi sunduğumuz bu isimleri bir kenara yazın, bir süre sonra, “yarın”ı anlamak için yararlı olabilirler.
Brookings’de bir yetkiliyle konuşurken, sözünü ettiğim “koridor görüntüsü”ne dikkati çekip, “Burada kan gövdeyi götürmüyor mu?” diye takıldım. “Üst kademeler Hillary’ci, gençler ve yeni yetmeler Obama’cı. Koridorlardan sürekli Obamacıların aralarındaki hararetli sohbetlerin sesi geliyor” dedi.
Obama’ya desteğini ilk ilan edenlerin başında gelen Philip Gordon’a, ön seçimlerin muhtemel sonucunu sorduğumda ise, çok çekişmeli olacağını ima ederek “Son saniyeye dek çok kanlı olacak” dedi, “5 Şubat yani ‘Süper Salı’ bile adayı ortaya çıkarmayabilir. Şanslar yüzde 50-50 gözüküyor...”
Philip Gordon, Bill Clinton döneminde Ulusal Güvenlik Kurulu’nda Türkiye’yi de içine alan Avrupa Bölümü Direktörü idi. Clinton’un 1999’da TBMM’deki tarihi konuşmasında etkili olan beyinlerden biri.
Hillary ya da Obama, hangisi Demokrat aday olursa; yukarıdaki isimlere bakarak, -seçilmesi halinde- yeni Demokrat Amerika Başkanı’nın Türkiye politikasının ne ve nasıl olacağına hükmedebileceğiz.
*** *** ***
Bugüne dek Hillary Clinton, New Hampshire ve Nevada ön seçimlerini aldı. Barack Obama ise Iowa ve South Carolina’yı, hem de açık farkla. Şimde gözler 5 Şubat’ta. “Süper Salı”da.
South Carolina’nın ardından Kennedy ailesinin 1960’lardaki “Kennedy değişim dalgası”nı hatırlatarak, Obama’dan yana çıkması, Obama ivmesini güçlendirdi. Ancak, Hillary, yine de çok güçlü bir aday adayı.
İlk bakışta, Hillary Clinton ve ekibi, dış politika ve bu çerçevede Türkiye ile ilişkiler bakımından daha “konvansiyonel” bir görüntü veriyor. Obama ise, Hillary Clinton’a oranla, Bush sonrası ABD ve dünya için daha “değişimci” bir profil çiziyor.
Unutmadan, Demokratların seçim zaferi çantada keklik değil. Cumhuriyetçilerin adayına bağlı. John Mc Cain olursa, gerek Hillary, gerekse Obama’nın zorlanacağına işaret ediliyor.
“Türkiye’ye yakın realist” ekip ya da “realpolitikçiler” (örneğin Henry Kissinger, General Brent Scowcroft, Lawrence Eagleburger, Alexander Haig, bu arada neo-con’ların en önemli iki entelektüel beyni William Kristol ile Robert Kagan, bir başka önemli beyin Niall Ferguson) John Mc Cain ile.
“İslam alerjisi” olan, Hudson ve AEI’de yuvalanmış, bazıları “faşizan eğilimler” taşıyan sağcılar ise Rudolph Guiliani’nin arkasında duruyorlar.
Türkiye’nin yakın geleceğine daha geniş açılı pencereden bakmak için, ABD’yi de yakından izlemekte yarar var...
Yazıyı tamamladıktan sonra, Ak Parti'nin 1915'e yani Ermeni konusuna ilişkin tutumlarından ötürü Hillary Clinton ve Barack Obama'yı kınayan bir açıklama yaptığını öğrendim. Başbakan Tayyip Erdoğan da, bu iki Demokrat aday adayına sinirlenmiş. Bu yazıyla anlatmak istediğimiz tam da AKP'nin böyle bir tavrının "dar bakışlı" olabileceğine işaret etmek idi. Türkiye, özellikle iktidar sahipleri, Amerikalı başkan adaylarını tek bir konuya ilişkin sözlerine indirgeyerek izlememeli, çok daha geniş bir açıdan dünyaya ve bu arada aynadan kendilerine bakmalılar.
Paylaş