2008-2009 aralığında...

Bugün 21 Aralık; her yıl olduğu gibi karanlığın en uzun, aydınlığın en kısa saatleri. Şu gün geçsin günler uzamaya başlayacak. 2008’in bitmesine de şunun şurasında 10 gün kaldı. Ardından ver elini günlerin daha da uzayacağı 2009.

Haberin Devamı

Önümüzdeki günlerde her yerde 2008’in en önemli olayları, 2009’un beklentileri ortalığı kaplayacak. Ben, şimdiden, kendi “önem hiyerarşi”me göre dünyada ve Türkiye’de 2008’in en önemli olayını belirteyim:

-       Dünyada 2008’in en önemli olayı Barrack Hussein Obama’nın ABD Başkanlığı’na seçilmesi. Tarihte ilk kez, çok yakın geçmişte bile asla tahmin edilemeyecek bir gelişme gerçekleşti ve bir “siyah derili” yani Afrikalı-Amerikalı şu dünyanın ve aynı zamanda tarihin en güçlü ülkesinin başına demokratik yollardan geldi. 2008’de (Kasım başı) seçildi ve bugünden tam bir ay sonra, 2009’da görevine fiilen başlayacak.

-       Türkiye açısından 2008’in en önemli olayı, Obama seçimi için aynı ölçüyü kullanacak isek, yani yakın geçmişte bile asla tahmin edilemeyecek bir gelişme olarak, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ermenistan başkenti Erivan’a yaptığı (Eylül’ün ilk haftası) ziyaret.

Haberin Devamı

İlkinde Washington’da, ikincisinde Erivan’da bulunduğum için kendimi 2008’in dünyada ve ülkem için en önemli olaylarının yakın tanığı bir talihli sayabilirim herhalde.

Bunun dışında 2008’in ülke açısından ne derece “talih” sunun bir yıl olduğu ayrı bir konu. Korkarım, tarih yazımı açısından ilerden geriye, bugünlere bakıldığında 2008 “Türkiye’nin kayıp yılları” açısından kayda geçecek. Tıpkı 1990’lı yılların büyük bölümü gibi.

İktidar partisine, Ak Parti’ye açılmış kapatma davasının yılın en can alıcı dönemlerinde ülkede ileriye yönelik her gelişmeyi “rehin almış” olması, kuşkusuz, bunda büyük rol sahibi. Anayasa Mahkemesi’nin başörtü konusundaki kararı bir yandan,Ak Parti hakkında açılmış kapatma davası diğer yandan, Tayyip Erdoğan hükümetinin 22 Temmuz 2007 seçimleri ertesinde elde ettiği ama gerçekten var olup olmadığı hayli tartışmalı olan “reformcu dinamiği” öyle bir törpüledi ki, 2008’in siyasi ikliminden popülist-milliyetçi bir Tayyip Erdoğan üremiş gözüküyor.

Bu popülist-milliyetçi Erdoğan’ın –daha önce de bir kaç kez tekrarladığımız gibi- yerel seçimlerde boyunu posunu ölçeceği yerel seçimlerin sonuçlarına dek burnundan kıl aldırmaya hiç niyeti yok.

Haberin Devamı

 

***       ***    ***

 

2008’in “kayıp yıl” olup olmadığına ilişkin değerlendirme yaparken, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın “2008, AB yılı olacak” iddiaları üzerinden hareket ediyoruz.

2008, AB yılı olmadı. Hatta, 2008 Türkiye-AB ilişkilerinin herhangi bir anlamlı ilerleme kaydetmeden her iki taraf açısından, aspirin ile kontrol altına alınabildiği anlamda tahammül edilebilir bir başağrısına dönüştü.

2009, bu durumda bir değişiklik yaratabilir mi?

Mart sonunu kadar hayır. Türkiye, kağıt üzerinde bir çoğulcu parlamenter demokrasi. Fiiliyatta bir “tek adam” yönetimi. Başbakan Tayyip Erdoğan isterse, “AB treni” hareketlenebilir. Ama o da Mart sonuna dek, yerel seçimlere kilitlenmiş vaziyette. Dolayısıyla, Mart sonuna dek, AB ile ilişkiler açısından 2009’un ilk üç aylık dönemini “200’un kayıp çeyreği” gibi görebilirsiniz.

Sonrası?

Haberin Devamı

Sonrası, Kıbrıs’a ilişkin gelişmelere bağlı. Kıbrıs konusunda Türkiye, 2004 Brüksel Zirvesi’nde altına imza attığı taahhüdü yerine getirmezse, yani Türkiye’nin limanları ve hava sahası Kıbrıs Rum bandıralı gemiler ve uçaklara açılmazsa, 2009 sonunda Türkiye ile AB arasında müzakere sürecinin devamı için verilmiş “mühlet” dolacağından, müzakereler toptan durabilir. 2009, AB ilişkilerinde “kayıptan öteye” bir yıl olarak tarih kayıtlarına düşebilir. 2006’da 8 müzakere başlığı, üç yıl mühlet tanınarak askıya alınırken, üç yılın sonunda müzakerelerin toptan kesilebileceği ihtimali ortaya konmuştu.

Peki Türkiye, “tek taraflı” olarak bunu yapabilir mi? Limanları ve hava sahasını açabilir mi?

Haberin Devamı

Hukuken zaten yapmak zorunda. Ama bu KKTC üzerindeki ambargoyu kaldırmadan, Rum tarafının tanınması anlamına gelmez mi? Ölümcül bir taviz olmaz mı?

Hayır, olmaz. 1974’ten 1997’ye dek Kıbrıs Rum bandıralı gemiler Türk limanlarına gelir iken, Türkiye, Kıbrıs Rum tarafını tanıyor muydu? Tanımış mı oluyor du? Hayır.

Kaldı ki, 2004 Zirvesi’nin ardından Dönem Başkanı olarak Hollanda Başbakanı Balkenende ile Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, bunun “Türkiye’nin, Kıbrıs Rum tarafını tanıdığı anlamına gelmeyeceğini ilan etmiş, resmi kayıtlara geçirmişlerdi.

Türkiye-AB ilişkileri 2009’da bir “tren kazası”na uğrar mı?

İki hafta önce Berlin’de yer aldığımız “Türkiye-AB ilişkilerinin içinde bulunduğu durum” ile ilgili bir gözlem toplantısında bir Avrupalı uzman, 2006’da da pek sık sorulmuş olan bu sorunun 2009’da geçerli olmayacağını söyledi. Ancak, durumun daha vahim olduğunu şu sözlerle ifade etti: “Korkulması gereken tren kazası değil. Türkiye vagonunun AB treninden kopması”!

 

Haberin Devamı

***          ***                 ***

 

Eyüp Can, Perşembe akşamı Brüksel yolunda Dışişleri Bakanı Ali Babacan’la yaptıkları söyleşiyi aktarıyor. “Türkiye’nin kapsamlı bir Kıbrıs çözümü gerçekleşmeden tek taraflı böyle bir adım atmayacağı”nı –Bakan’a dayanarak- işaret ettikten sonra, bizim yukarıda dediğimizi tekrarlayarak “Zaten birçok AB yorumcusu 2009’da bu konunun Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerini torpilleyeceğine inanıyor” diye yazıyor.

Ve, ekliyor: “Fakat Dışişleri Bakanı Babacan aynı fikirde değil: ‘Birileri bu senaryoya oynayabilir. Biz 2009’un bu sorunun çözümü için son tarih olduğunu düşünmüyoruz. Zaten AB’li meslektaşlarımız da ‘Bu bir tavsiye, olmazsa olmaz bir tarih değil’ diyorlar. Peki, Rum Kesimi Fransa ve Almanya’yı da yanına alarak 2009’da Türkiye’ye baskı kurarsa?

Babacan gayet net: ‘Bu tür siyasi oyunların Türkiye’nin tavrını değiştirmediği geçmişte çok görüldü. Eğer bizi AB mi Kıbrıs mı tercihine zorlarlarsa –ki zannetmiyorum- cevabımız çok net. Türkiye hiçbir baskıya boyun eğmez, Kıbrıs’tan vazgeçmez.”

Babacan, bir yandan da “kazanılmış hak” olduğu ve ayrıca AB ile üyelik müzakereleri Türk halkının menfaatine olduğu için AB’den de vazgeçmek niyetinde olmadığını beyan ediyor.

Nereden baksanız, Türkiye-AB ilişkileri 2009’da kritik bir viraja hızla dalan bir otomobili andıracak. Virajı alabilirsiniz ya da bariyerlere de toslayabilirsiniz.

Ya da uçurumdan aşağı gitmek de var.

Gelecek yıl bu vakitlerde –Allah ömür verirse- “2009’u görünce, 2008’in kıymetini bilememişiz” diye yazmak da var.

Herşeye rağmen, 2008’in Ergenekoncuların –bir bölümü de olsa- içeri tıkıldığı ve yargılanmaya başlandığı bir yıl olduğunu da unutamayız...

Yazarın Tüm Yazıları