“Lohusalık” olarak bilinen, doğumdan sonra kadınların fiziksel ve duygusal olarak toparlandıkları ilk 4-6 hafta süresince rahim ve vajinal iyileşmenin devam etmesi ve enfeksiyon riski nedeniyle cinsel ilişki önerilmez. Ancak bu süre geçtikten sonra da eşlerin cinsel yaşamları gebelik ve doğum öncesindeki haline hemen dönemeyebilir. Bu durum, kadının yaşadığı kültüre, deneyimlerine, fizyolojisine ve psikolojisine bağlı olarak ortaya çıkan doğum sonrası cinsel isteksizlikle yakından ilgilidir. Genellikle doğumdan sonraki 1-3 ay içinde düzelen bu durumun bazen ilk yıl boyunca sürdüğü de görülebilir. Çoğu kadın, doğumdan sonra ortaya çıkan cinsel isteksizliği, bu konuda eşiyle hiç konuşmadan ve kendisi de nedenlerini anlamadan, kendindeki bir eksiklik ya da sorun gibi algılayarak gizlice yaşar. Dolayısıyla da bu durumun, doğum sonrasında oluşan hormonsal, fiziksel ve psikolojik değişiklikler nedeniyle ortaya çıktığının ve altında yatan nedenler ortadan kalktığında düzeleceğinin farkında olmaz.
CİNSEL İSTEKSİZLİĞE NEDEN OLAN FAKTÖRLER
YORGUNLUK
Gebelikle geçirilen yorucu ve heyecanlı dokuz ayın ve zorlu doğumun ardından oldukça bitkin durumdaki kadın için uykusuz geceler ve yorgun günler başlar. Yeni doğan bebeğin sürekli bakıma ihtiyacı vardır. Kadın, eşinden ya da yakınlarından yardım alarak yorgunluk ve uykusuzluk sorununu aştığında cinsel isteğini canlandırmak için ihtiyacı olan zaman ve enerjiyi bulabilecektir.
LOHUSALIK SENDROMU
Bazen cinsel isteksizlik buzdağının görünen yüzüdür. Buzdağının altındaysa “lohusalık sendromu” adı verilen doğum sonrası depresyonu yatıyor olabilir. Doğum sonrası cinsel isteksizliğe, değersizlik ve acizlik duygusu, umutsuzluk, sürekli değişen ruh hali, intihar düşüncesi gibi doğum sonrası depresyonun diğer belirtilerinin de eşlik etmesi durumunda mutlaka bir doktora başvurulmalıdır.
Yaşamın bu kadar içinde olan, bu kadar sık karşılaşılan bu durumla ilgili her kafadan bir ses çıkıyor ve aldatma konusunda pek çok hurafe (mit, doğru bilinen yanlış) dilden dile dolaşıyor. Bu hurafelerden en çok bilinen 10 tanesine birlikte göz atalım...
1- ÖTEKİ GENÇ, YAKIŞIKLI VEYA DAHA GÜZEL
Aldatmanın altında yatan nedenlerden biri farklılık arayışıdır. Dolayısıyla, sanılanın aksine öteki kadın veya erkek genellikle eşten daha genç, yakışıklı veya güzel değildir. Aldatmanın nedeni çoğu zaman, ötekinin daha genç, yakışıklı ve güzel olması değil, farklı bir heyecan, tutku, şehvet ve değişiklik arayışına hitap ediyor olmasıdır.
2- ALDATMA BİR ORTA YAŞ KRİZİDİR
Aldatma kişinin içinde bulunduğu ruh hali ve ilişkisindeki duygusal durum ile ilgilidir. Dolayısıyla her yaşta olabilir. Diğer yandan orta yaşındaki herkes aldatabilir şeklinde bir genelleme doğru değildir.
"Olsaydı da tutabilir miydi bilmiyordu. Titreyen elleri kontrolünden çıkmıştı. Gözleri kararmadan önce en son gördüğü ışık huzmesi bir flaş gibi patlayıp asılı kalmıştı gözbebeklerinde. Bu parlak karanlık içinde, kaydığı yerde güçlükle ayakta durmaya çalışırken kulağındaki korkunç gürültü çevresini duymasını engelliyordu. Bu tanıdık gürültü, yerinden çıkmaya çalışırcasına atan kalbinin sesiydi... Korku tüm hücrelerine yayılmış, tüm bedenini sarmıştı...” Topluluk önünde ya da başkalarının yanındayken, böyle bir sahneyi ya da benzerini yaşadınız mı hiç? Yanıtınız evetse sizde “sosyal fobi” olabilir ama durun hemen endişelenmeyin; gelin önce sosyal fobinin ne olduğuna bir bakalım.
SOSYAL KAYGI BOZUKLUĞU
Sosyal fobi, diğer adıyla “sosyal kaygı bozukluğu”, başkalarının önünde rezil olma, başkaları tarafından alay edilme, yargılanma, eleştirilme, reddedilme, onaylanmama, beğenilmeme endişesiyle duyulan güçlü ve sürekli korku olarak tanımlanan kaygı bozukluğudur. İnsanlarla etkileşim gerektiren sosyal durumlarda ortaya çıkan bu korku, iş, okul ya da günlük yaşamı engelleyecek kadar güçlü olabilir. Elbette herkesin korku ya da endişe duyduğu olaylar ya da durumlar vardır. Örneğin, yeni insanlarla tanışacağınızı bildiğiniz ya da bir topluluk önünde konuşacağınız bir toplantıda tedirgin olmanız, geçici bir korku ve endişe duymanız gayet doğaldır. Doğal olmayan, bu korku ve endişenin normalden fazla olması hatta bu toplantıya gitmeden günler önce başlamasıdır.
TEK BİR NEDENİ YOK
Sosyal fobi bazı kişilerde kalıtsal özellik taşırken, bazı kişilerde de ailelerinde olmadığı halde görülebilir. Birçok sosyal, psikolojik, fizyolojik ve çevresel etmen sosyal fobinin oluşmasında etkin rol oynar. Bu etmenler birbiriyle ilişkili ve etkileşim halinde olduğundan sosyal fobinin nedeni olarak tek bir etmenin belirlenmesi mümkün değildir. Sosyal fobinin nedenleri hakkında yapılan araştırmalar, beynin korku ve endişeyle ilgili kısımlarındaki bazı kimyasal ve elektriksel bozuklukların sosyal fobinin fizyolojik nedenleri olduğunu gösteriyor. Sosyal fobinin psikolojik nedenleri arasında da, başkalarının davranışlarının yanlış algılanması (örneğin, gerçekte öyle olmadığı halde başkalarının alay ederek baktığını düşünmek gibi) ya da daha önce yaşanmış olumsuz deneyimlerin genellenmesi (örneğin, yaptığı bir hareket ya da konuşmaya başkalarının gülmesi sonucu topluluk önünde olmaktan utanç duymak gibi) olduğu düşünülüyor. İnsanlarla konuşmaya cesaret edememek, kalabalık içinde kendini rahat ve güvende hissetmemek gibi zayıf sosyal beceriler de sosyal fobinin diğer olası nedenleri arasında yer alıyor. Ayrıca, stres ve çevresel faktörler sosyal fobide rol oynayan önemli faktörler olarak kabul ediliyor.
Çoğu çift mutlu bir evliliğin sırrına da vâkıf olduğunu düşünür. Evlilikleri sürdüğü sürece evliliği yürütme yöntemlerine dair farklı teoriler geliştirmeyi de ihmal etmez. İlk yıllarda evliliğin sağlamlığının aşk veya sevgiye bağlı olduğundan emindirler. Aradan yıllar geçip de sevgi biçim değiştirince evliliği ayakta tutanın seks olduğunu ilan ederler. Çiftin birbirine olan cinsel arzuları azalınca bir bakarsınız çocuklar evliliğin kaldıracı olur. Çocuk sahibi olanlar tarafından “Çocuksuz evlilik yürümez!” bilmişliği taslanır. Yaş kemale erince ise çift, aydınlanmış bir eda ile evliliğin yürütecinin saygı olduğunu beyan eder. Sonuçta yıllar boyu evli kalmayı başaran ya da bir süre sonra boşanan çiftler, hemen hepsi evliliği ellerinde ne varsa ya da ne kalmışsa ona göre değerlendirir ve ona bağlar. Artık seks de yapmayan, yeni çocuk sahibi olamayacak yaştaki bir çiftin saygıdan başka tutunacak bir şeylerinin kalmadığına inanmaları gibi. Aşk zaten uçmuş gitmiş. Üzücü olan da budur; bir süre sonra evliliğin kaldıraç, yürüteç, lokomotif gibi takım taklavata (!) ihtiyacı olan bir birliktelik olduğu sanılır.
BÖYLE GİDERSE BOŞANIRSINIZ
Evliliğin yürütülmesine ilişkin fikirlerinin yanı sıra boşanma sinyallerini görme yetenekleri de vardır çoğu çiftin. Bir başka çiftin kavgalarının sıklığına ve şiddetine göre “Boşanacak!” hükmü verirler; çoluk çocuk tatile giden, akşamları beraber dost davetlerine katılan çiftlere ise “ideal çift” damgası vururlar. İdeal çift sessizce boşanınca şoke olurlar, “onlar bile boşandıysa...” derler ve içlerini bir korku sarar. “Onlar bile boşandıysa” tamamlanmamış cümlesi “Kavga etmeyen, birbirine saygılı davranan, herkesin sorumluluğunu bildiği ve görevlerini yerine getirdiği bir çift bile boşandıysa biz bu evliliği nasıl yürüteceğiz?” anlamına gelir. Bir de tartışmalarıyla cümle âleme boşanacakmış izlenimi verip, ne yapıp edip evliliği sürdürenler var. “Böyle giderse boşanırlar” yorumu ile fütüroloji uzmanlığı yapanlar “Allah Allah!” diye söylenip şaşıp kalırlar. Oysa boşanma; çiftin tartışıyor olmasından değil, nasıl tartıştığından anlaşılır. Öyle tartışmalar var ki ilişkinin yaşadığını gösterir, bazı tartışmalar ise boşanma sinyalleri verir.
TARTIŞMA SARMALI
Çiftin yaptığı her tartışma evliliğin çatırdadığını göstermez. Karı ile kocanın bir konu hakkındaki birbirine zıt inanç ve görüşlerini karşılıklı savunmaları zaten gerekir. Bazı tartışmalar evliliğe yeni bir heyecan bile getirebilir. Peki, hangi tartışmalar boşanmanın emaresidir? İşte size, sürekli tekrarlandığında boşanmaya doğru götüren bir tartışma sarmalı... Tartışmaların sıklığı ve yüksek ses şiddeti evlilik için her zaman tehlike olarak görülmez, buna karşılık bazı çiftler bakışlarıyla bile birbirlerine ölümcül darbeler indirebilir. Önemli olan çiftin tartışmaya nasıl başladığı ve tartışma esnasındaki tutumudur. Hiçbir zaman olmakla birlikte özellikle tartışmaların ilk anlarında eşlerin alaycı bir ifade kullanmamaları, karşısındakini hor görmemeleri, eşin kusurunu suratına tokat gibi vurmamaları gerekir.
Toplumumuzda cinsellik ve seks kavramları birbirine karıştırılıyor. Cinsellik denildiğinde birçok kişinin aklına seks geliyor. Cinsellik; psikolojik, fizyolojik ve sosyolojik yönleri olan çok boyutlu bir kavram ve insanın doğuştan getirdiği cinsiyetine ait özelliklerin tümünü içeriyor. Kişinin cinsiyeti, ses tonu, giyimi, saç şekli, yürüyüşü, oturuş şekli, cinsel kimliği cinselliğinin bir parçası olabiliyor. Seks yapmak ise; birbirini seven iki insan arasında yaşanan bir eylem; dokunma, öpüşme, sevişme gibi eylemleri içeriyor; sevginin ve zevkin, ruhun ve bedenin şehvetli paylaşımı olarak tarif ediliyor. Evlilikleri ve yakın ilişkileri keyifli ve katlanılabilir kılan, iyi bir arkadaşlıktan ziyade, şehvetin ateşli ve yakıcı kaynaşması olarak dikkat çekiyor.
SEKSİN YAKITI ŞEHVETTİR
Evlilik ve ilişki sorunlarının bahanesi çoğu zaman (1) sevginin yarattığı beklentiler ve hayal kırıklıkları, (2) şefkate bulanmış sevgi, (3) sevginin her şeyi çözeceği inancı ve (4) sevgisizlik oluyor ama gerçek nedeninin şehvete bulanmış tutku eksikliği olduğunun üstü hep örtülüyor. Bu nedenle evliliklerin sevgiden çok şehvet üzerine kurulması gerekiyor. Çünkü sevgisiz olmaz ama şehvetsiz hiç olmaz. Bir erkek ve kadının birbirlerine çekim duymasını sağlayan temel bağı yalnızca şehvet devam ettirebiliyor. Şefkat ile yoğrulmuş sevgi yerine şehvet evlilikleri yaşanabilir kılıyor. Seks evlilik ilişkisinin başarısını ölçmek için en önemli barometre... Bu barometrenin ölçüm birimi ise şehvet... Şehvet, çiftin birbirine duyduğu, birbirlerini zamanın ve mekanın ötesine taşıyacak kadar derin bir arzuyu, tutkuyu ve özlemi ifade ediyor. Bu nedenle evli bir çiftin hem aşık hem en iyi arkadaş olabilmesinin yolu, şehvetten, tutkudan ve zindelikten geçiyor.
SEKS ARTIK ZEVK ALMAK İÇİN
Yapılan araştırmalar insanların (1) çocukları olsun diye, (2) aşklarını ifade etmek için, (3) rahatlamak ve gönül eğlendirmek için seks yaptıklarını ortaya koyuyor. Ancak tarih boyunca insanın neden seks yaptığı çok tartışıldı... Eski devirlerde seks sadece üreme amaçlı bir eylem olarak görülüyordu. Zevk almak, özellikle de kadınların seksten zevk alması kimi toplumlarda yasaklanmıştı ve hoş karşılanmazdı. Bu durum ülkemizde de bazı bölgelerde hala geçerli bir düşünce olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzde ise seksin üreme amacının ikinci plana itildiği ve en önemli amacının zevk almak olduğu görülüyor.
Ruhunuz tanımadığınız duyguların dirildiği mahşer yeri gibiydi. Ruhunuzun saldırganı, en berbat duygularınızın yaratanı, sizi aldatan o insan yine kapınızda. Kapıyı araladınız, şimdi ne yapacaksınız? Aldattınız. Hiçbir şey mezara kadar saklı kalmazmış, o an inandınız. Kafanız allak bullak oldu. Koca bir taş yediniz başınıza. Evet, gerçekten de yakalandınız. Resmen kalabalık şehir meydanında çırılçıplak kalakaldınız. Çok şükür bir zaman sonra kaybetme korkusu baş gösterdi ve ardından kapısına vardınız. Kapı aralandı, şimdi ne yapacaksınız? İhanetin ardından, kapı aralığından, birbirine bakan bir aldatan ve aldatılan...
HALA UMUT VAR
Aldatan da aldatılan da kapı aralığından birbirine bakıyorsa iyileşmek ve toparlanmak için hâlâ bir umut vardır. Aldatan; bu evrede suçluluk ve utançtan kaçmaya, kendi ruhunu kurtarmaya meyilli olur. Kapı aralığının öteki tarafında acılar içinde kıvranan karşısında daha da deliye döner, kendine acır, onuru zedelenir ve kapıyı kapaması gerektiğini düşünür. Oysa aldatan; bulunduğu yerin anlamını kavramalı, o aralıktan girebilmek için önce ve sadece aldatılanın ruhunu iyileştirmesi gerektiğini anlamalı. “Benimle ilgilenmedin, benimle sevişmiyordun, kendine bakmıyordun, kavga etmiştik, benden uzaklaşmıştın” gibi suçlayıcı cümleler kurmak yerine ölümüne pişmanlık anlatılmalı.
İTİRAF AŞAMASI
İhanet sonrası krizin aşılmasında itiraf aşaması; aldatanın daha da suçluluk ve utanç hissetmesine, aldatılanın ise daha fazla acı çekmesine neden olur. İki tarafın da kendini daha berbat hissettiği bu aşama ise en gereklisi ve en iyileştiricisidir. Aldatılan kişi bu hatayı affedecekse, neyi affedeceğini bilmek ister. Bu ilişkiyi kurtarmak için adım atacaksa aldatandan gerçek bir dürüstlük bekler. Geleceğe güvenle bakacaksa geçmişle alakalı kuşkulardan arınmak ister. “Aldatmaya dair tüm detaylar” ortaya dökülmedikçe aldatılmış olan hâlâ aldatılmakta olduğu hissine kapılır. Burada en önemli nokta ise isteniyorsa aldatmanın cinsellik yönünün de konuşulmasıdır. Aldatılan ne ısrar ederse aldatan kişi “kaç kere seks yaptıklarına, hangi pozisyonlarda seviştiklerine, nerede seviştiklerine, daha iyi mi öpüştüklerine, daha fazla mı orgazm olduklarına” dair sorulara da cevap vermelidir. Ayrıca, bilinmeli ki araştırmalara göre bu aşamayı gerçekleştiren çiftlerin yüzde 86’sı aldatma sonrasında boşanmazken bu aşamayı atlayan çiftlerin ise sadece yüzde 59’u boşanmıyor.
Bazen bu soruya mantıklı bir cevap bulunabilir. Evlilik dışı partnerin aldatılan kişiden fiziksel olarak daha çekici özelliklere sahip olması, daha anlayışlı davranması, statüsü nedeniyle daha saygın olması, daha eğlenceli olması, yataktaki sınırsızlığı, maddi olanaklarının fazlalığı, zekâsı ve yetenekleri ile daha etkileyici oluşu, sevgisini ispat yöntemleri gibi sebepler öne sürülebilir ve aldatılan tarafından büyük bir acıyla kabul edilebilir. Hatta evlilik dışı partnerin karşısında yenik durumda olduğunu gören aldatılmış kişi, aldatılmayı hak ettiğini düşünecek kadar öfkesini kendine döndürebilir. Kendi eksiklik ve hatalarını gerekçe görerek aldatanı haklı çıkarabilir. Daha da ileri gidip evlilik dışı partneri yüceltip, onun kendi eşinde ne bulduğuna bile şaşabilir.
KİMSE ANLAM VEREMEZ
Sadakatsizliğin söz konusu olduğu bazı ilişkilerde ise yapılan bu tür kıyaslamalarda aldatılan kişinin evlilik dışı partnere oranla daha üstün olduğu görülür. Akıl ve mantıkla aldatılanın aldatılmasına ilişkin hiçbir gerekçe bulunamaz. Ne aldatılanın somut bir özelliğiyle ne cinsel uyumsuzlukla ne de mevcut yerleşik ilişkinin kalitesizliğiyle açıklanamaz ihanet. Bu sadakatsizliğe aldatanın dışında kimse anlam ve vermez. Bu durumda ihanetin aldatılandan değil, aldatanın flört tutkusundan kaynaklandığı düşünülür. Oysa sebep aldatanın evlilik dışı partnere yaptığı yansıtma olabilir. Yani flört ile yansıtma birbirine karıştırılabilir. Yeni bir kişi ile başlanan flörtün bu sadakatsizlikteki payı sadece yansıtmaya olanak sağlaması olabilir.
ORTAM SAĞLAYAN FLÖRT
Başlangıcı üzerinden yıllar geçen birçok ilişkide genellikle bir önceki yıl bile doğru dürüst hatırlanmaz, fakat flört edilen ilk yıllar ise bir türlü unutulmaz. Yıllar boyunca yaşanan sıra dışı anılar bile flört dönemindeki derin bir bakışın yerini tutmaz. Flört döneminde iki tarafın da birbirine duyduğu basit ilgi, bazılarına, yıllar boyunca yoğunlaşan sevgiden bile daha çekici gelebilir. Bu; yeni alınan bir arabaya ilk biniş, yeni bir ayakkabıyı ilk giyiş, Paris’e ilk gidiş gibidir. Bazı kişileri evlilik dışı ilişkiye iten de evlilik dışı partnerin sahip olduğu veya aldatılanın sahip olmadığı iyi nitelikler değil, yasak ilişkinin “yeniliği” ve “ilkliği”dir. Yani flörtün kendi özellikleridir. Peki, flört neden daha cazip gelir? Evlilik dışı ilişkiler genellikle gizli yürütülür, bu nedenle birlikte geçirilen zaman hep kısıtlı olur. Kısıtlı ve kısa oluşu, zamanın en iyi şekilde değerlendirilmesini sağlar. Bu zaman; sadece güzel bir yemek, içten bir sohbet, kışkırtıcı bir hareket ve iyi bir seks için harcanır. İş, para, çocuk, sağlık, siyaset gibi konular; “kısa” olduğu için “özel” olan bu zamandan bir saniye bile çalamaz. Tek başına bu bile aldatma partneri ile geçirilecek zamanın iple çekilmesine neden olur. Ayrıca yeni bir kişi yeni bir cinsel keşif ve yeni bir tecrübe demektir. Bu da cinsel arzuların kabarmasının nedenidir. Yerleşik ilişkide sabah eşin yanağına kondurulan bir öpücük eşliğinde söylenen “faturaları unutma” cümlesinin, yeni ilişkideki partnerin dudağından içilen aşk şarabı sonrasında dile getirilen “haftaya kadar seni hayal edeceğim” cümlesi ile kıyaslanması pek adil olmaz. Bir tarafta tüm sıkıntı ve sıradanlıklardan uzaklaşılan yasak bir ilişki, diğer tarafta sıkıntıların göz ardı edilemeyeceği yıllanmış mevcut ilişki... Hâlbuki yerleşik ilişkiye harcanan zaman yeni ilişkiye de harcanacak olsa yani zaman kısıtlaması ortadan kalksa ne bu yeni ilişkinin ne de yeni partnerin farklı bir cazibesinin kalmayacağı görülür.
ORTAM SAĞLANAN YANSITMA
Birçok sadakatsizlik vakasının nedeni aldatanın aldatma partnerine ebeveynlikle ilgili bir figürü veya idealleştirdiği bir figürü aktarmasıdır. Ebeveynlikle ilgili bir figürün aktarılması, sevilen ve hayran olunan bir ebeveynin niteliklerinin evlilik dışı partnerde görülmesi anlamına gelir. Ebeveynin temel özelliği çocuğu sevmesi, çocukla ilgilenmesi ve çocuğu her haliyle kabul etmesidir. Tıpkı flört aşamasında partnerlerin kısıtlı zamanda birbirlerine yaptığı gibi. Evlilik dışı partner kişiyi sever, onunla ilgilenir ve onu her haliyle (tabii gördüğü kadarıyla) kabullenir. Ebeveyni tarafından sevilmeye, ilgi ve şefkat görmeye ihtiyaç duyan kişi bu ihtiyaçlarını aldatma partnerinde giderir. Aldatma partnerinin ekmeğine tereyağı sürüp, yediriyor olması bile sadakatsize göre sadakatsizlik için geçerli bir neden olabilir. Bu durumda psikoterapist desteği ile aldatan kişinin ebeveynlerine dönük ihtiyaçlarını çözümlemesi gerekir.
Yani kadın-erkek birlikteliğinde “yaş” kavramı, otomatik olarak “yaş farkı”na dönüşür ve kadın erkekten “daha genç”, erkek kadından “daha yaşlı” hayal edilir. Bunun sebebi geçmiş nesillerden aktarılan kalıplaşmış bilgilerdir. Bilgi, geçmiş nesillerden geliyorsa vardır bir hikmeti diyorsunuzdur. Var elbet. Genç erkek savaşa gider, savaştan ya döner ya dönmez, dönse de eli hemen iş tutmaz, tutacak olsa iyi para getiremez, getirdiğiyle evi geçindiremez. Genç kız baba evinde sığıntıdır, kadın ekonomisi diye bir şey o zamanlar yoktur, hele kadının tensel istekleri diye bir şey hiç yoktur, bir an önce en iyi kocaya varmalıdır. En iyi koca ahlaklı, namuslu, çalışkan, işi-gücü oturmuş, eşine ve evine bakabilen adamdır; doğal olarak yaşı daha büyük olandır. Yaşı büyük ve olgun adamın ihtiyacı, evin işini yürütebilecek güce, erkeğin cinsel isteklerine boyun eğecek sessizliğe sahip olan genç kızdır. Yani geçmiş nesillere göre karşılıklı ihtiyaçlar sebebiyle ideal çift “daha yaşlı erkek” ile “daha genç kadın”dan oluşur. Atalarımızın, “erkek dediğin kadından büyük olacak” sözü ve fikri, iki tarafın yıllar önceki mecburiyetlerinden kaynaklanır. Şimdi sorduğumuzda “biz istemezdik, ihtiyaçlar öyle gerektirirdi” derler. Kadın-erkek rolleri eskiye oranla çok değişti, ama “yaşlı erkek-genç kız” ilişkisi bir türlü eskimedi.
KİMİNİN PARASI, KİMİNİN BABA DUASI
Genç kadınların, kendilerinden yaşça büyük erkeklerle birlikte olmaları tüm dünyada normal karşılanıyormuş gibi yapılıyor. Bu tür ilişkilerdeki yaş farkı giderek daha da büyüyor; 5-10 olan yaş farkının 20’lere, 30’lara, hatta 40’lara çıktığı durumlar var. Aklın yolu bir; kimse yaşlı erkeğin, gencecik kadına gerçekten çekici gelebileceğine ihtimal vermiyor. Verilmemesi de gerekiyor. Yaş farkının büyük olduğu ilişkiler hem sosyolojik hem psikolojik açıdan hiç de sağlıklı değil. Peki genç kadınlar neden kendilerinden yaşça büyük erkeklerle birlikte oluyor? Bu konu ile ilgili yapılan bir araştırmanın sonuçları pek şaşırtmıyor. Araştırmaya katılan genç kadınlara yaşça büyük erkeğin en ideal özelliği soruluyor. Kadınların yüzde 68’i yaşça büyük erkekleri maddi imkânlarından, kariyerinden, statüsünden veya şöhretinden dolayı tercih ediyor. Genç kadınların yüzde 16’sı yaşça büyük erkeğin, hayat deneyiminden dolayı tercih edilebilir olduğunu belirtiyor. Kadınların yüzde 7’si yaşça büyük erkeklerin çok genç erkeklerle kıyaslandığında sekste daha deneyimli olduğunu düşünüyor, yine de belli bir yaşın üstündeki erkeklerle sevişmekten haz etmeyeceklerini belirtiyor. Genç kadınların yüzde 9’u ise yaş farkını sorun etmeyip “önemli olan sevgidir” diyor.
AŞK DEĞİL AKTARIM
Yaşça büyük bir erkekle sevgisi için birlikte olduğunu söyleyen genç kızların sözünü ettiği sevgi, maalesef kadın-erkek ilişkisine uygun olmayan türden. Çocukluk ve genç kızlık dönemlerinde babasından sevgi ve ilgi görememiş olan genç kızların içinde bir baba sevgisi açığı oluşuyor. Yıllar sonra kendinden yaşça büyük birinden ilgi gören genç kız, bu erkeğe karşı yoğun duygular hissedebiliyor. Bu duyguları da aşk zannediyor. Oysa bunun psikolojideki adı aşk değil, aktarımdır. Yani baba figürüne ait güzel duyguların baba yerine koyulan birine aktarılmasıdır. Yani bu tür ilişkiler, genç kızların baba sevgisini alma fantezilerinin dışavurumundan başka bir şey değil. Yaşlı erkek-genç kadın ilişkilerine kadın tarafından bakıldığında sağlıklı bir sebep görülemiyor. Büyük çoğunluğu aslında hayat sorumluluğunu taşıyamadığı için bu tür bir ilişki yaşıyor. Genç kadınların bir kısmı ise “güvenli bölge” arayışıyla kendinden yaşça büyük bir erkekle ilişkiye başlıyor. Bazı genç kadınlar ise anlık bir merak ile yaşça büyük bir erkeğin çekimine kapılıyor. Bazıları ise “baba sevgisi” boşluğunu doldurmak için yaşça büyük bir erkekle ilişkiye başlıyor.
İKİ TARAF İÇİN DE SAĞLIKLI DEĞİL
Dile gelen güven, sevgi, aşk kavramları aslında hep başka bir duyguyu veya ihtiyacı gizlemeye yarıyor. Kimi zaman bilinçli, kimi zaman bilinçsiz... Şöyle bir gerçek var ki yaş farkının büyük olduğu ilişkiler psikolojik ve sosyolojik bakımdan kadın için de erkek için de sağlıklı değil. Bu tür ilişkilerin sağlıklı şekilde ve dürüstçe yürütülmesi pek de mümkün değil. Bu tür ilişkiler genellikle ya genç kadının aldatmalarının ortaya çıkmasıyla ya maddi veya duygusal ihtiyacını karşıladıktan sonra erkeği terk etmesiyle sona eriyor. Ya da erkeğin bilmediği ve istemeyeceği şekilde sürüp gidiyor.