Aldatma krizini doğru yöneterek bu krizi zarar görmeden ya da en az zararla atlatmak mümkün.
Eşiniz pişman olmuş sizden af dilemiş, siz de bitirmek istemediğiniz için ilişkinize son vermemiş ama nasıl devam edebileceğinizi bilmediğiniz için endişeleniyor olabilirsiniz. Bu süreci daha kolay geçirebilmek için aşağıdaki sekiz adımlı kılavuzdan yararlanabilirsiniz.
1- İÇ SESİNİZİ DİNLEYİN
Aldatmayla ilgili bugüne kadar duyduğunuz her şeyi unutun. Aldatan-aldatılan, suç-ceza ikilemlerine düşmeyin. Aldatma hakkındaki tüm genellemeleri ve kalıpları bir kenara atın. Çünkü bunların koşullandırdığı duygular sizi hiç istemediğiniz yanlış kararlara yöneltebilir. Durumun sadece size ve ilişkinize özel olduğunu düşünün. İçinizden gelen sesi dinleyin ve hayatınızın bundan sonrasında ne yapmak istediğinize odaklanın.
2- AFFEDİN VE UNUTUN
Bu söylendiği kadar kolay olmayabilir ama eşinizle birlikte devam etme kararını verdiğinize göre bunu siz de istiyorsunuz demektir. Yapılanı onaylamak anlamına gelmeyen ama yapılanın verdiği acıyı hafifletmek için gerekli olan affetmek, olup bitmiş ve değiştirilemeyecek olayların içinizi kemirmeye devam etmemesi için yapabileceğiniz en iyi şeydir. Affetmek, mutluluğunuz için eşinize vereceğiniz bir hediye olacaktır.
3- SUÇLAMAK YERİNE ANLAMAYA ÇALIŞIN
Aldatmayı bir suç, eşinizi bir suçlu, kendinizi de mağdur olarak görmeyin. Eşinizin bunu neden yaptığını anlamaya çalışın. Onun kendini ifade etmesine ve nedenlerini anlatmasına fırsat verin. Eşiniz de aldatmanın gerçek nedeninin ne olduğunun farkında olmayabilir ve bunları birlikte konuştuğunuzda farkına varabilir. Yolunuza nasıl devam edeceğinize karar vermek için her şeyi tüm ayrıntılarıyla konuşarak ilişkinizin büyük resmini ortaya çıkarın.
Diğer adıyla poligami, evlilik ilişkisinin birden çok kişi ile sürdürülmesi anlamına gelen bir terimdir. Birden çok eşi olanın kadın olması durumunda “çok kocalılık” (poliandri), erkek olması durumunda da “çok karılılık” (polijini) adını alır. Ayrıca eşcinsel çok eşlilik ve grup evliliği de çok eşlilik kapsamına girer. Ancak diğer durumlara çok fazla rastlanmadığından, çok eşlilik terimi genellikle çok karılılık yerine kullanılıyor. Çok karılılık da yaygın olarak iki eşlilik (bigami) biçiminde yaşanıyor. Toplumumuzda aile yapısı tek eşlilik temelleri üzerine kurulmuş olmasına karşın, eşler ve yaşandığı çevre tarafından da yadırganmadan makul görülen çok eşliliğe hatırı sayılır sıklıkta rastlanıyor. Ortak bir eşe sahip olan kadınlar için bir tanımlama bile yapılarak bu kadınların birbirlerine karşı durumlarına “kuma” adı veriliyor. Çoğunlukla kırsal kesimde görülen kuma kavramı ve çok eşlilik şehirlerde de diğer bir boyutuyla “metres hayatı” adı altında yaşanıyor.
BAŞKA BİRİNE İHTİYAÇ DUYMA
Eski uygarlıklardan bugüne yaşanmaya devam eden çok eşlilik sosyokültürel bir olgu ve genellikle gelenek olarak yaşanıyor. Bu geleneğin altında yatan nedenleri etkileyen kültürel, dinsel, demografik, ekonomik ve sosyal faktörler bulunuyor. Kadın nüfusun erkeklerden fazla olması, aşiretlerde genişleme, tarım toplumlarında da işgücü ihtiyacını karşılama amacı, töre gereği erkek kardeşin ölümü sonrasında onun eşi ya da eşleriyle evlenilmesi, eşin çocuk doğuramaması ya da erkek çocuk doğurmamış olması çok eşliliğin nedenleri arasında yer alıyor. Çok eşliliğin benimsendiği kültürlerde insanlara erken yaşlardan itibaren bu koşullandırma yapılıyor. Konunun psikolojik boyutunda ise, erkekler cinsel dürtüleri ve birden çok kadınla tatmin olma istekleri doğrultusunda çok eşliliği seçebiliyorlar ya da duygusal ilişkilerini sürdürdükleri eşlerinin yanı sıra cinsel istekleri için daha genç biriyle birlikte olmak istiyor ya da eşlerini kendilerine ait bir parça gibi görerek başka birine ihtiyaç duyabiliyorlar.
KÜLTÜRE GÖRE DEĞİŞİYOR
Antropolojik, sosyolojik, biyolojik ve psikolojik açıdan inceleme konusu olan çok eşliliğin nedenleri, yaşandığı topluma ve kültüre göre değişiklikler gösterse de, bilim insanları insanoğlunun özellikle de erkeklerin doğası gereği çok eşli olduğunu ama tek eşliliğe (monogami) sonradan adapte olduğunu kabul ediyor. ‘Yedi kocalı Hürmüz’ fenomeni dışında ülkemizde rastlanmayan çok kocalılığa dünya genelinde de ender rastlanıyor. Kadının tercihi olarak değil, kültürel ya da dini olarak anaerkil toplumlarda ya da erkek nüfusun kadınlardan az olduğu yerlerde zorunluluk olarak yaşandığı örnekleri görülüyor. Buna karşın, tarih boyunca çeşitli uygarlıklarda ve kültürlerde haremler kuran erkeklerin çok eşliliği daha fazla çocuğa sahip olmak, yani güç isteğiyle bir tercih olarak yaşadığı görülüyor.
ALDATMA İLE AYNI MI?
Genel anlamda çok eşlilikte aynı anda birden çok kişiyle duygusal ve/veya cinsel ilişki yaşanıyor. Bu noktada hemen akıllara “Çok eşlilik ile aldatma aynı şey mi?” sorusu geliyor. Ancak çok eşlilik ile aldatma arasında iki önemli fark bulunuyor. Bunlardan ilki, aldatmada eşten habersiz, gizlice yaşanan bir ilişki varken, çok eşlilikte hem eş hem de çevre tarafından bilinen ve hatta eş tarafından da kabul edilen bir ya da fazla ilişkinin olması. Bu noktada eşin kabul etmesi tartışmalı bir konu çünkü genellikle bu kabul, rıza göstermesi, hoşnut olması değil, mecbur kalması, zorunlu olması anlamına geliyor. İkinci fark ise aldatmada erkeğin eşi dışındaki partneriyle arasında bir sorumluluk bağı bulunmazken, çok eşlilikte erkeğin tüm eşleriyle arasında bu bağın olması. Yani çok eşli erkeğin tüm eşlerine karşı maddi ve manevi bir sorumluluğu varken, aldatan erkeğin partneriyle arasında bu tür bir sorumluluk bağı olması gerekmiyor.
MUTLU EDİYOR MU?
Bu denklemin bilinmeyen kısımları da çok fazla değişken içerir. Böylesi karmaşık bir konu olan aldatma hakkında bugüne kadar söylenmeyen, yazılmayan şey ve konuşmayan kişi kalmadı. Herkesin aldatmaya dair söyleyecek bir şeyleri hâlâ var. Kimileri aldatmayı asla mazereti olamayacak bir suç olarak görürken, kimileri de haklı gerekçeleri olan bir sonuç olarak görüyor. Kainattaki her şeyin bilinen ya da bilinmeyen bir nedeni mutlaka vardır. Aldatma sonrasında da sorulan ilk soru ‘Neden?’dir. Bu soru, muhatabı, yani aldatan için yanıt verilmesi en zor sorulardan biridir. Verilen yanıt da genellikle gerçek nedeni açıklamayan bir savunma, bahane bulma ve mazeret uydurma şeklinde olur.
GERÇEKLE YÜZLEŞMEK
İnsan doğası gereği, kendini her olumsuzluktan koruma çabası içindedir. Bu çabayı hem bilinçli olarak hem de bilinçdışında çalışan savunma mekanizmalarıyla gösterir. Aldatma, yalnızca aldatılan için değil, aldatan için de olumsuz bir durum olduğundan, aldatanın “Neden aldattın?” sorusu karşısında ilk yaptığı şey savunma mekanizmalarını harekete geçirmek olur. Aldatan kişilerin çoğunlukla kullandıkları savunma mekanizmaları, inkar etme, yansıtma ve mantığa bürünme, bastırma ve telafi etmedir. Yaptığının yanlış olduğunu bilerek duyduğu suçluluktan kaçmaya çalışmak ve gerçekle yüzleşmekten korkarak kendini rahatlatmak için arkasına sığındığı bahaneler, ileri sürdüğü gerekçeler ve mazeretler ne olursa olsun aldatan, er ya da geç gerçekle yüzleşmek zorunda kalır.
ÖZRÜ KABAHATİNDEN BÜYÜK
Kadın-erkek ilişkisi sözel ya da sözel olmayan bir şekilde iki kişi arasında verilen bir sadakat sözüyle başlar. Aslında söz verildiği andan itibaren aldatma ihtimali de doğmuş olur ve aldatma, bu ihtimalin gerçekleşmesidir. Freud’un dediği gibi “İnsan kötü bir şey yapacağı zaman mutlaka vicdanını susturacak bir neden bulur.” Aldatan tarafından da kolayca kabullenilemeyen aldatma ortaya çıktıktan sonra, birinci dereceden suçlu konumundaki aldatan, kendini savunmak, korumak ve haklı göstermek için nedenler bulur. Bu nedenleri bulmak için bilinçaltı savunma mekanizmalarının da yardımıyla başvurduğu yollar şöyle sıralanabilir:
İNKÂR
İlk başvurulan yol inkârdır, çünkü insan kusurlu görülmek ve suçlanmak istemez. Bunlarla karşılaştığında yaşadığı yoğun stres, baskı ve kaygıdan kurtulmak için doğrudan inkâr yoluna gider. “Ben seni aldatmadım.” “Ben hiçbir şey yapmadım.” “Bunu da nerden çıkardın?”
Teknolojik milat olarak kabul edilen internetten sonra her şey hızla değişti. Akıllı telefonların da hayatımıza girmesiyle tüm dünya avucumuzun içine sığdı, gizli saklı yapılan her şey gözler önüne serildi. Bunlardan biri de İngilizcesi “swinging” olan, yapan kişilere de “swinger” adı verilen “eş değiştirme”...Bazılarının cinsel fantezi olarak denediği, bazılarının da yaşam tarzı olarak gördüğü eş değiştirmeyi benimseyen kişilerin sayısı dünya genelinde giderek artıyor. Hatta swinger partileri yapmak için kurulmuş ajanslar, şirketler ve web siteleri bile var. Gazetelerden ülkemizdeki eş değiştirme vakalarının da az olmadığını öğreniyoruz.
EŞ DEĞİŞTİRME NEDİR?
Eş değiştirme, çiftlerin başka çiftlerle ya da tek tek kişilerle anlaşmalı olarak eşlerini değiştirerek cinsel ilişkiye girmesi anlamına geliyor. Bu kişiler genellikle belirli gruplar oluşturarak, kulüpler kurarak kendilerinin belirledikleri belirli kurallar dâhilinde birbirlerinin eşleriyle seks yapıyorlar. Tutku ve şehveti arttırmanın üç kadim kuralı var; (1) gizem, (2) ulaşılamazlık ve (3) yasak... Tutkulu bir eylem olan eş değiştirme, heyecan, macera ve farklılık arayışı, merak, cinsellikte doyuma ulaşamama, cinsel fanteziler, gizli eşcinsellik, seks bağımlılığı ve başka psikolojik nedenlerle yaşanıyor.
ANLAŞMALI ALDATMA
Sadakat bağlamında bakıldığında eş değiştirme, anlaşmalı aldatma olarak ifade edilebilir. Eşler kendi ilişkilerine devam ederken cinsel yaşamlarına başkalarını dâhil etmek konusunda anlaşıyorlar. Cinsel ihtiyaçların karşılanması için tek bir partnerin yeterli olmadığına inanıyorlar. Bu durumdan memnun olarak eşlerini başkalarıyla paylaşıyorlar. Ancak cinsellik dışında duygusal bir paylaşımda bulunmuyorlar ve bu konuyu günlük hayatlarına dâhil etmiyorlar. Aşk ve cinselliği birbirinden ayrı yaşıyorlar. Cinsellik konusunda sınırları kaldırıyorlar. Bu kişiler, aldatmayı gizli yapılan bir eylem olarak gördüklerinden, eş değiştirmeyi aldatma olarak değil, cinsel bir tercih olarak görüyorlar. Hatta eş değiştirmenin aldatmayı önlediğini, ilişkilerini duygusal ve cinsel olarak zenginleştirdiğini düşünüyorlar. Duygusal ilişkilerini kendi eşleriyle sürdürdükleri ve diğer kişilerle yalnızca cinsel ilişkide bulundukları için eş değiştirme onlar açısından çok eşlilik anlamı da taşımıyor.
UTANÇ VE SUÇLULUK YOK
Gizli olarak gerçekleşen aldatma sırasında ve sonrasında yaşanan duygusal çatışma ve karmaşanın yaşanmadığı eş değiştirmede, suçluluk, utanç, pişmanlık ve üzüntü duyguları ortadan kalkıyor. Bu kişiler, eşlerinden başka biriyle cinsel ilişkide bulunurken, aynı anda aynı şeyi eşlerinin de yapıyor olması nedeniyle kendilerini aldatmış ve aldatılmış gibi hissetmiyorlar. Hem eşleriyle hem de eş değiştirdikleri diğer kişilerle aynı eylemi yapıyor olmaları, bir gruba ait anonim bir davranış sergilediklerini düşünmelerine neden oluyor. Bu nedenle de yaptıklarını bizzat kendilerine ait bir davranış olarak görmüyorlar. Böylece evlilik bağını koparmadan, utanç ve suçluluk duymadan cinsel eğilimlerini yaşamak için kendilerine fırsat yaratmış oluyorlar.SONU HÜSRAN
Kimi zaman cinsel güçsüzlük, cinsel isteksizlik hali tüm gün sürüyor; mutsuzluk, iç sıkıntısı ve bir süre sonra da tam bir çökkünlük hissi yaşanıyor.
Kendinizi Daha iyi hissetmek ve bahar yorgunluğundan korunmak için neler yapacağınızı biliyor musunuz? İşte yanıtları:
İlkbaharda kronik yorgunluk sendromu vakalarında artış olabiliyor. ‘Kronik Yorgunluk Sendromu’ adı verilen durum 19. yüzyılda ‘Kronik Nervöz Tükenme’ olarak tanımlanmıştır. Bugün ‘Yuppie Flu’ veya ‘20. Yüzyıl Yorgunluğu’ olarak da biliniyor. Tıp dilinde ‘Stres Cevabı Disregülasyon Bozukluğu’ olan ‘Kronik Yorgunluk Sendromu’ veya ‘Canlı Cenaze Sendromu’ terimi bugün modern tıptaki yerini almış gibi görünüyor. Kronik Yorgunluk Sendromu, sürekli veya tekrarlayıcı seyreden, sakatlayıcı, iyi anlaşılamayan ve birçok sistemi tutan bir ruhsal durumu tanımlamak için kullanılıyor. Tek bir sebebi yok...
SONUCU BİTKİNLİK OLUYOR
Bu tür bir yorgunluğu viral bir enfeksiyonun tetiklediği beyinin çalışmasındaki düzensizlikler, strese bağlı vücudumuzdaki dengesizlikler ve vücudun savuma sisteminin bozulması sonucu aşırı derecede aktifleşen bağışıklık sistemimizi içine alan bir durum olduğunu kabul etmek gerekiyor. Kronik yorgunluğun en ayırt edici belirtisi yatak istirahatıyla geçmemesi... Bağışıklık sistemi enfeksiyonlarla başa çıkamayınca sonuç bitkinlik oluyor. Baharın güneşli ve sıcak günlerini özlemle beklediğimiz son günlerde birçok insan halsizlik, yorgunluk, eklem ağrıları, uyku isteği gibi ortak problemlerden yakınıyor. Bu yakınmaların çoğu bahar yorgunluğu ile bağlantılı...
İLKBAHAR AŞK MEVSİMİDİR
Aşk mevsimi olan ilkbaharda havadaki elektrik yükü artıyor. Bahar mevsiminin başladığı bugünlerde birçok kişide, cinsel isteksizlik, cinsel güçsüzlük, sertleşme sorunları, genel bir bitkinlik, güçsüzlük, yorgunluk, isteksizlik, uykusuzluk, huzursuzluk gibi şikayetler görülüyor. Çünkü; küçük kasabalarda ve doğayla iç içe olan yerlerde havadaki pozitif iyonların artması insana zindelik verirken, İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerimizde yoğun olan negatif iyonlar ise; cinsel isteksizliğe, cinsel güçsüzlüğe, sertleşme sorunlarına, gerginliğe, duygusal iniş çıkışlara, uykusuzluğa, iştahsızlığa, eklem ağrılarına ve yorgunluğa yol açıyor. Havada elektrik yükü büyük şehirlerde çok fazla... Maalesef sanayi atıkları ve trafik bu yükü artırıyor.
“Senin için bir melek seçtim. O hep senin yanında olacak, seni koruyup gözetecek, acıktığında karnını doyuracak, uykun geldiğinde uyutacak. Sen her anında onun sevgisini hissederek büyüyecek ve mutlu olacaksın, her şeyinle ona güveneceksin” demiş Tanrı. Bebek merakla sormuş: “Peki ben onu nasıl tanıyacağım, meleğimin adı ne?” Tanrı cevap vermiş: “Adının önemi yok, sen ona ‘anne’ diyeceksin!”
Bu anekdotu belki siz de benim gibi ara sıra okuyup her seferinde aynı duyguyu hissetmişsinizdir: “Anne sevgisi”. Mutluluk, güven, huzur, veren koşulsuz anne sevgisi... Annemiz her şeyimizdir; hemşiremizdir hastalandığımızda yanımızda olan; koruyucumuzdur bizi her türlü tehlikeden korumaya çalışan; kılavuzumuzdur doğru yolda ilerlememiz için yön gösteren; öğretmenimizdir yaşamı öğreten; sırdaşımızdır sırlarımızı bilen... Bizi özveri, şefkat, sabırla büyüten annemiz, dünümüzün, bugünümüzün ve yarınımızın vazgeçilmez bir parçasıdır ve onu anlatmak için sözler yetersiz kalır...
ANNE İLE KURULAN İLİŞKİ TEMEL OLUYOR
Çocuk gelişimi açısından bakıldığında, anne, çocuğun psikolojik ve fizyolojik olarak sağlıklı bir birey olmasında ve davranışlarının şekillenmesinde çok önemli bir rol üstlenir. Çocuk doğduğunda belirli bir kişiliğe sahip değildir. Kişiliğinin temelini oluşturan psikolojik yapı 0-6 yaşları arasındaki dönemde oluşur. Yaşamın ilk yıllarında kazanılan özellikler yaşam boyu sürer. Bu dönemde annenin davranışları çocuğun üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Çocuğun annesiyle kurduğu ilişki yaşamı boyunca kuracağı diğer ilişkilerin temelini oluşturur. Sürekli gelişerek ve değişerek yetişkinliğe doğru ilerleyen çocuk farklı yaşlarda, farklı gelişimsel özellikler gösterirken de annenin etkisi devam eder. Annelik hayat boyu devam eden kutsal bir görevdir. Annesiyle ve çevresiyle sürekli denge ve uyum içinde büyüyüp gelişen, psikolojik olarak sağlıklı çocuklar, anne-baba olduklarında kendileri gibi sağlıklı çocuklar yetiştirebilirler. Büyük ölçekte bakıldığında da, sağlıklı bireyler, sağlıklı aileleri, sağlıklı aileler de sağlıklı toplumları oluşturur.
ANNELER GÜNÜ
Yaşamımızda bu kadar değerli bir yeri olan annelerimize armağan edilen Anneler Günü’nün tarihte ilk kez ne zaman kutlandığına ilişkin bilgiler antik çağlara kadar uzanıyor. Ancak, Anneler Günü’nün başlangıcı olarak, ABD’de Batı Virginia’da yaşayan Anna Jarvis’in annesi öldükten sonra, 1908 yılında onu anmak için düzenlediği günün yarattığı büyük etkiyle, tüm ülkede her yıl kutlanmaya başlanması ve 1914’te de resmi olarak ilan edilerek kutlanması kabul ediliyor. Daha sonra diğer ülkelerde de kutlanmaya başlayan ve ülkemizde ilk kez 1956 Mayıs’ının ikinci pazar günü kutlanan Anneler Günü’nü farklı günlerde kutlayan ülkeler olduğunu biliyor muydunuz? Örneğin; Norveç’te Şubat’ın ikinci pazar günü; Lübnan’da 21 Mart’ta; Çin’de 21 Nisan’da; Fransa’da Mayıs’ın son pazar günü; Arjantin’de Ekim’in üçüncü pazar günü, Endonezya’da 22 Aralık’ta kutlanıyor...
“Sanat” sözcüğü burada “bir şey yapmada gösterilen ustalık” anlamındadır ve iletişim kurmak; bu zaman ve şartlarda artık gerçekten ustalık gerektiren bir eylem haline gelmiştir. Özellikle teknoloji sayesinde çok kolay temasta bulunur olduk ama “karşılıklı olarak birbirini anlamak” anlamına gelen iletişim kurma konusunda ise giderek geriliyoruz.
Sonuçta, iletişim kurmak unutulan bir eylem haline geldi. İnsanoğlunun en iyi yapması gereken şey artık ustalık gerektirir oldu. “Eşimle iletişim kuramıyorum, çocuğumla iletişim kuramıyorum, annemle iletişim kuramıyorum, patronumla hele hiç iletişim kuramıyorum, zaten Ayşe ile iletişim kurmayı artık reddediyorum”...
Bu cümleleri, söz konusu kişi ile “Nasıl iletişim kurabilirim?” sorusu takip eder. İşte kariyerinizi, ailenizle olan ilişkilerinizi ve özel hayatınızı değiştirme gücü olan sorunun cevabı: İletişim kurma sanatının gerektirdiği, uygulanabilir kolaylıkta bir dizi kural...
1 SAYGI DUYUN
Gösterdiğiniz saygı, kendi saygınlığınızdan kaynaklanır. Kendine saygı duyulan kişi, saygı duymayı öğrenir. Karşılıklı saygı ile kurulan iletişim sağlıklı sonuçlar doğurur. Saygılı iletişim ise öncelikle emir cümlelerinden kaçınmayı gerektirir. Askeri komut veya bilgisayar komutu verir gibi “şunu yap”, “bunu yapma” demek yerine rica cümleleri kullanın: “Şöyle yapmanızı tercih ederim”, “Şunu yapar mısınız?” gibi.
2 OLDUĞU GİBİ KABUL EDİN
Herkes sizin istediğiniz gibi olmak zorunda değil. Siz bu talebinizde ısrar edecekseniz karşınızdaki de aynı şeyi sizden bekleyebilir. Bu durum iletişimsizlikle sonuçlanır. Karşınızdaki kişiden beklentilerinizi en aza indirin. Sürekli bir beklenti içerisinde olduğunuzda gerçek bir iletişim kuramazsınız.
3 GERÇEKTEN DİNLEYİN
Evrimsel psikolojiye göre kıskançlık, eşleri dışarıdan gelecek potansiyel tehditlere karşı uyaran uyum sağlayıcı bir tepkidir. Eşini korumak ve ona sahip çıkmak için bir araç olarak görülen kıskançlık insanoğlunun yazılımındaki bir hata değil, evrimleşmiş bir donanım özelliğidir. Evrensel bir insan deneyimi olan kıskançlık pek çok alana konu olur. Terapistler, kıskançlığın altında yatan nedenleri araştırırken, sosyologlar kıskançlıkta rol oynayan kültürel inançları ve değerleri, biyologlar da kıskançlığa etki eden fizyolojik faktörleri araştırırlar. Diğer yandan sanatçılar fotoğraf, resim, film, şarkı, şiir ve kitaplarında kıskançlık temasını işlerken, ilahiyatçılar da kıskançlık konusunda dini görüşleri aktarırlar.
ERKEKLER VE KADINLAR FARKLI YAŞIYOR
Kadınlar ve erkekler kıskançlığı farklı şekillerde yaşar. Kıskançlığın cinsiyete göre farklılaşması konusunda ABD’de yapılan bir araştırmada, farklı yaş, eğitim, kültür ve ekonomik düzeylerdeki gruplardan katılımcılara şu senaryolardan hangisine daha çok sinirlenecekleri soruluyor:
(a) Eşiniz bir başkasıyla cinsel ilişkiye giriyor ama aralarında duygusal ilişki yok.
(b) Eşiniz başkasıyla duygusal bir ilişkiye giriyor ama aralarında cinsel ilişki yok...
(a) seçeneğine erkeklerin yüzde 54’ü, kadınları yüzde 35’i sinirlenirken, (b) seçeneğine erkelerin yüzde 46’sı kadınların yüzde 65’i sinirleniyor. Bu sonuçların da gösterdiği gibi kıskançlıkta odaklanılan konular da cinsiyetler arasında farklılık gösterir. Erkeklerde kıskançlık fiziksel aldatmaya odaklı iken, kadınlarda duygusal aldatmaya odaklıdır. Bu anlamda, kadın ve erkeklerin kıskançlık sonucundaki tepkileri de farklıdır. Kadınlar genellikle bağırmak, kavga etmek, sinir krizi geçirmek gibi pasif tepkiler verirken, erkekler, tehdit etmek, dövmek, yaralamak gibi saldırgan tepkiler verir; hatta patolojik kıskanma durumunda sonuç cinayete kadar gidebilir.
KISKANÇLIKLA BAŞA ÇIKMANIN YOLLARI