Haftanın kitapları

Haberin Devamı

BİR YURTSUZLUK ANLATISI

Baştan belirtelim, ‘Sürgünler Çağı’ adlı romanında Elie Wiesel, II. Dünya Savaşı’nın ölümden beter yıkımlarından birini başka diyarlara göçmek zorunda kalanların, kimliklerini ve vatanlarını yitirenlerin yaşadıklarını anlatıyor. Bu kadar! Ama, kendi hayatından da izler taşıyan karakterinin sıra dışı yaşam serüvenini anlatırken hem Katolik Öğreti’yi, hem Yahudi Öğreti ve kültürünün bütün unsurlarını mukayese ediyor, hem de edebiyat ve felsefe referanslarıyla kahramanı aracılığıyla vatansızlık meselesini irdeliyor. Gerçi bir dönem Amerikan filmlerini anımsatan melodramik bir final bizi biraz yabancılaştırsa da, sıradışı bir kökler ve arayış hikâyesi, başka biçimde yazılmış bir bildungsroman (oluşum romanı) okuyoruz. Çünkü kahramanımız Gamaliel, çocukluğunda Katolik İlonka’ya emanet edilmiş ve hayatta kalması için Hıristiyan Peter olmak zorunda kalmış bir Yahudidir. Aslında bir şarkıcı olan ama kimi zaman neredeyse fahişelik yapmak zorunda olan İlonka’nın nasıl bir “azize” olduğunu anlatıp, dönemin “yurtsuz” Yahudilerinin kendi küçük cemaatleri içinde nasıl bir sosyal hayatları olduğunu da aktarıyor. Başka ‘çok satan’ yazarlara sözleşmeli hayalet yazarlık yapan Gamaliel aracılığıyla kendi hikâyesini bütün edebi ve felsefi mirasına saygı duruşunda bulunarak anlatıyor Wiesel. Helikopter Yayınları tarafından yayımlanan, faşizmin Macaristan’daki etkisinin dramatik anlatısı ‘Sürgünler Çağı’nı Renan Akman çevirdi.

Haftanın kitapları

Haberin Devamı

‘AYRILIK OLMAYAYDI’

Ahmet Kaya’nın sesiyle beynimize işleyen Nevzat Çelik dizesi gelsin aklınıza; “ölmek ne garip şey anne”. Ölüm üzerine düşünen, düşündüren cümlelerden ilk akla geleni olduğu için hatırlatıyorum bu cümleyi. Zira “ölüm” üzerine felsefî, ahlakî, dinî çerçeveden insanlık tarihi boyunca farklı zamanlarda farklı sorular sorulmuş, üzerine çokça düşünülmüştür. Ama ölüme sosyolojik bir çerçeveden bakmanın, ölümün sosyolojik yansımaları üzerine düşünmenin üzerinden çok geçmiş değil. Mitolojinin, destanların, kutsal kitapların, edebiyatın, hatta kimi bilimsel olayların temelinde bile yer alan ölümün, yeni yeni sosyolojik yaklaşımlar tarafından nasıl değerlendirdiğini ele alıyor ‘Ölme Üzerine Bir İnceleme’. Allan Kellehear’ın hazırladığı kitapta 12 ayrı yazıda 14 uzman, ölümün tüm kapsama alanını ‘çocuğa’ anlatır yalınlıkta ve muazzam biçimde aktarıyor. Genç ölmekten ölümsüzlük peşindeki Gılgamış’a, ekonomik durumdan siyasi etki ve dini algı alanlarına, hayvan ölümlerinin yarattığı etkiler ve beraberindeki tartışmalarla, sanattaki tezahürlerine ve felsefedeki karşılıklarına, intihardan “ölme hakkı”nı kullanmaya, kimi zaman söyleyiverdiğimiz “öldü de kurtuldu”nun ne anlama geldiğine kadar her konuyu inceliyorlar. Ölüm denince akla gelen tüm kavramları eksiksiz anlatan müthiş bir ölüm incelemesi. Barış Zeren’in iyi çevirisiyle Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi etiketiyle yayımlandı.

Haberin Devamı


‘ARA DÖNEM’İN TARİHİ

‘Weimar Cumhuriyeti’nin Kısa Tarihi’ adlı tarih kitabında Colin Storer, 11 Kasım 1938’de imzalanan ateşkesten Hitler’in iktidara gelişine kadar süren Alman demokrasi deneyimini anlatıyor. Hem ne anlatmak... Tam iki büyük savaşın arasında en başta Almanya ve Avrupa için birçok açıdan önemli kırılmalar, hareketler yaşanmış olan, yine iki savaşın arasına sıkışmış bir dönem olduğu için fazla önemsenmeyen Weimar Cumhuriyeti’ni anlatıyor. Hiperenflasyon, savaş yenilgisinin yarattığı etki, siyasi hareketlilik, işsizlik, şiddetin sokaklara taşması nihayetinde Hitler’i tarih sahnesine yerleştirmişti. Storer, aynı dönemin sanat, bilim, edebiyat ve diğer alanlardaki verimliliğinin de altını çizerek, hatta gündelik yaşama kadar inerek anlatıyor. Demokrasiye inanan birey ve kurum eksikliğinin diktatörlüğe nasıl teslim olduğunu izah ediyor. Sedef Özge’nin çevirdiği, İletişim Yayınları’ndan çıkan kitap, sadece ihmal edilmiş bir ‘ara dönem’i değil, birçok ülkenin dününü, bugününü, yarınını içeriyor aslında.

Haberin Devamı


BÜYÜLÜ BİR YOLCULUK

Bir önceki kitabı ‘Mavi Yolculuk - Özgür Balıklar Nereye Gider?’de gezgin ruhlu bir balığın iç ve dış dünyasındaki arayış ve uyanış yolculuğunu anlatan Serap Başol, ikinci kitabında da yine çok boyutlu bir yolculuğa çıkarıyor bizleri. Başol, gezmeyi, seyahat etmeyi sadece kitaplarında veya diğer sanat eserlerinde değil hayatının temeline alan adlardan. Bu yüzden gerek eser verdiği plastik sanatlarda gerekse kaleme aldığı kitaplarda yolculuk onun olmazsa olmazı. ‘Büyülü Yol Camino’ adlı öyküler toplamında da, İspanya’nın eski zamanlardan kalma keşişlerinin hac yollarını andırırcasına yollara düşüyor. Madrid’in kalabalık, hareketli yaşantısından Galiçya bölgesine oradan Avrupa kıtasında eski dünyanın bitiş noktasını simgeleyen Finisterre, Atlantik kıyısındaki Donostia, Bilbao ve Santander, Akdeniz kıyısındaki Valencia’ya uzanarak; sanat, tarih, doğa ve kutsallıkla birlikte, yaşanan duyguların izini sürüyor. Fiziksel olarak İspanya’yı dolaşırken farklı bir arınmaya tanık oluyoruz… Başol’un ikinci kitabı ‘Büyülü Yol Camino’ yine Siyah Beyaz Yayınları’ndan çıktı.

Yazarın Tüm Yazıları