Paylaş
MEĞER ÇOK BASİTMİŞ
2000’li yılların ‘kent’ trendlerini sıralayın dendiğinde, muhakkak o listede ‘fotoğraf çekmek’, yani bir fotoğraf kulübü ve uzman eşliğinde yapılan, elde fotoğraf makineli gezmeler yer alacaktır. Şehrin herhangi bir yerinde dolaşırken, karşınıza on küsur kişilik gruplar çıkar. Ellerinde tüfek gibi fotoğraf makineleriyle en güzel kareyi yakalamaya uğraşan gruplardır bunlar. Hayatın yorgunluğunu, mesai sıkıntısını atmak için ideal hobilerden birisi. Beraberinde tavsiye edilen kitaplar da vardır. Fakat ne gariptir, daha ilk sayfadan itibaren ‘fotoğraf nedir’ sorusuna cevap veren bu kitaplar renk, ışık, gölge, pozlama, diyafram gibi kavramları izah ederken, sanki dünyanın en karışık denklemini anlatıyormuş gibi art arda sayısal değerler sıralarlar. Pozometreyi şu kadar açın, bilmem nereyi bu kadar daraltın, değeriniz 100 olsun, gölgeniz 500 olsun... İş bir noktadan sonra, otomatikte beş, manuelde on beşe bağlanıp içinden çıkılmaz hâle gelir. İngiliz fotoğrafçı ve yazar Hanry Carroll, bu meselenin o kadar da ’karışık’ olmadığı iddiasıyla ‘İyi Fotoğraflar Çekmek İçin Bu Kitabı Okuyun’u yazmış. Sedef Özge’nin Türkçeye çevirdiği ve Remzi Kitabevi tarafından yayımlanan kitapta, ‘güzel fotoğraf’ çekmek için en önemli aletin ‘gözler’ olduğunu söyleyerek söze giriyor. Hiç de haksız değil. Sonra o pozlama, gölge, ışık, diyafram gibi kavramları olabilecek en basit biçimde anlatarak; Henri Cartier-Bresson’dan Sebastiao Salgado’ya kadar 50 usta fotoğrafçının kareleriyle birlikte izah ediyor. Kulüp jargonlarından, karışık grafik görsellerden arınmış tertemiz dilli bir fotoğraf kitabı. Meraklısı için not; yazarı “henrycarroll” adıyla instagram’dan da takip edip haklı olduğunu görebilirsiniz...
HERKESIN ‘RÖNESANSI’ KENDİNE
Yerli ama daha çok yabancı birçok toplumbilimci için modernitenin köklerini en çok ‘Rönesans’ta aramak gerekir. Daha çok sanatla ilgili konuşurken aklımızın bir kenarında tuttuğumuz bu kavram aslında sosyolojik olarak da önemli bir etki alanına sahip. Dönemin sanatla beraber değişen, gelişen sosyal düzenlemelerine dikkat ettiğimizde çok da aykırı bir şeyden söz edilmediğini kabul ederiz zaten. Aynı şekilde ekonomide de... Ancak ne olursa olsun söze önce İtalyan Rönesansı’ndan girilir çünkü kerteriz noktası asla değişmeyecektir. Bilhassa Avrupa için. Çünkü kronolojik olarak İtalyan Rönesansı’ndan asırlar önce yaşanmış olmasına rağmen, Arabistan, Çin, İran, Hindistan gibi dünyanın başka coğrafyasında yaşanan rönesanslar da, İtalyan rönesansı üzerinden değerlendirilir. İşte; Jack Goody, ‘Rönesanslar’ adlı kitabında “tarihsel olarak” öncelikle Avrupa açısından “eşsiz” olan İtalyan Rönesansı’nın sosyolojik, dinsel ve başka sosyal açılardan değerlendirildiğinde, başka coğrafyalarda da yaşanmış benzer dönemler üzerinden sadece Avrupa’ya özgü olmayan, bir toplumsal “yenilenme” olduğunu anlatıyor. Diğer bir açıdan bakıldığında sadece Hıristiyan Avrupa’da değil, Müslüman, Budist ve Musevi coğrafyada yaşanan, birçok açıdan “altın” yılları ortaya koyuyor. Bahar Tırnakcı’nın titiz çevirisiyle Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlandı.
‘DOĞU’DA VE BATI’DA BAKIŞIN TARİHİ’
Sanat tarihçisi, yazar Hans Belting’in müthiş sanat tarihi kitabı ‘Floransa ve Bağdat’ kitabının alt başlığını aynen, yazının başlığı olarak kullandım. Çünkü tam olarak dediğini yapıyor ve Batı’da Floransa, Doğu’da bilhassa İslâm coğrafyasında, resim, mimari ve diğer sanatlarda ‘perspektif’in kullanılma biçimini, yani ‘bakış’ biçimlerini anlatıyor. Jack Goody’nin ‘Rönesanslar’ adlı kitabında sanat tarihindeki etkisinden söz etmiştik. İşte o rönesansı var eden asıl unsuru, gözün gördüğü yani resme bakan kişinin ‘bakışı’nı, farklı coğrafyalardaki tezahürleriyle anlatıyor, Belting. Tabii diğer taraftan sanatçının ifade edişinden hareketle, ‘birey’i de ele alıyor. Önce basit biçimde, perspektif’in ne olduğunu, nereden doğduğunu anlatıyor. Perspektifi sanat tarihindeki gelişimi üzerinden anlattığı için de kitap birden bire sürükleyici bir romana dönüveriyor! Bağdat ve çevresi üzerinden, Müslüman coğrafyanın perspektif yaklaşımının nasıl olduğunu ortaya koyuyor Belting. İslâm’ın sanat üzerindeki etkisini de, sanatçıların bunu nasıl kullandığını da aktarıyor. Tüm bunları öyle keyifli okutuyor ki, başka zaman biraz göz korkutacak bir konuyu, eksiksiz ve mükemmel biçimde aktarıyor. Zehra Aksu Yılmazer’in dile bütün hakimiyetini ortaya koyan ustalıklı çevirisi ayrıca önemli. Koç Üniversitesi Yayınları’ndan çıktı.
BİR ÖYKÜCÜNÜN ÖNCESİ VE SONRASI
Günümüz öykü yazarlarından Mustafa Çİftci’yi her ne kadar ‘Bozkırda Altmışaltı’ kitabıyla daha yakından tanımış olsak da, ondan önce yayımlanmış bir kitap ‘Adem’in Kekliği ve Chopin’. Yani tekrar baskı bir kitaptan söz ediyoruz. Fakat anladığımız tekrar baskılardan, birtakım farklılıkları var. Kitabın bu baskısında ilk baskıda yer alan kimi öyküler çıkarılmış, kimilerinin üzerinden geçilmiş, araya yeni hikâyeler dâhil edilerek genişletilmiş. Yani, Yozgat-Ankara arası bir “taşra havası” söylediği ‘Bozkırda Altmışaltı’da yer alan, iyi, özgün öykülerin öncülü ve ardılı bir arada bu kitapta. Örneğin kitaba ismini veren ilk öykü ‘Adem’in Kekliği ve Chopin’i okuduğunuzda, diğer kitaptaki, ‘Handan Yeşili’ adlı ilk öykünün köklerini görebiliyorsunuz. Aynı şekilde herhangi bir yer adı vermediği ama bütün ayazıyla taşrada geçen olayların yaşandığı yeni öykülerinde, coğrafyasını nasıl genişlettiğini göreceksiniz. Mustafa Çiftci öyküyü, doğal olarak kendi öyküsünü kendine mesele etmiş öykücülerden birisi. İki kitabını bir arada değerlendirdiğiniz zaman bunu daha iyi anlayacaksınız. ‘Adem’in Kekliği ve Chopin’ taze taze ürünler veren bir öykücünün hem öncesini hem de sonrasını ortaya koyan, yılın güzel öykü kitaplarından. İletişim Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı.
Paylaş