Paylaş
Agapeye Ağıt
William Gaddis
Çev.: Zeynep Alpar
Everest Yayınları
Roman
Modern Amerikan edebiyatının demir leblebisi, William Gaddis. Sadece okuru için değil üstelik. Don DeLillo, Jonathan Franzen, David Foster Wallace gibi açıkça ondan etkilenen yazarlar çevrilmişken onun bu kadar gecikmesi, belki de bu yüzden. Uzun lafın kısası, sabırlı ve donanımlı ‘okur’ isteyen bir yazar. ‘Agapeye Ağıt’ da kanserle boğuştuğu günlerde ve ‘ölümünden sonra yayımlanmak üzere’ kaleme alınmış bir roman. Roman demek lafın gelişi, koca bir tirad, tek paragraflık bir monolog, kendi kendine konuşmalar bütünü! Gaddis, ‘Agapeye Ağıt’ta bedenin çektiği acıya ve ölüme karşı iç parçalayan bir çığlık atarken, bütün bir edebiyat tarihini, felsefî silsileyi sıradan geçiriyor. Walter Benjamin, Sokrates, Tolstoy, Platon, Puşkin, kutsal kitaplar ama en çok Thomas Bernhard’ı ‘çağırıyor’ sözlerinde. 19’uncu yüzyıl sonunda icad edilen ‘otomatik piyano’dan giriyor söze, çoğaltma çağında sanatın niteliğine değiniyor sonra. Gördüğü tedavinin acılarını anlatırken kendi kendisine ötekileşmesini aktarıyor. İki omzumuzdan sıkıca tutup her kelimesinde sarsıyor bizi, yüzümüze bağırıyor Gaddis. Duymamak büyük kayıp!
Belki Bir Gün Uçarız
Aylin Balboa
İletişim Yayınları
Öykü
‘Belki Bir Gün Uçarız’ için öykü demek lafın gelişi, hepsi tek tek birer öykü olarak okunacağı gibi bir arada bir romanı oluşturdukları söylenebilir. Zaman açısından birbirini takip eden öyküler! Önce babasını kaybeden, sonra bir kaza sonrası abisi komaya giren bir kadının hayata karşı isyanının metni. Sadece bu iki mesele yok tabii; aşk, iş, hastalık, kadınlık halleri, memleket halleri, cinnet ve nihayet isyan var! Ancak Aylin Balboa’nın anlattığı şey kadar anlatış biçimi ve dilinin de altını çizmeli. Tam olarak Kurt Vonnegut’un yaptığını yapıyor Aylin Balboa. Gümbür gümbür akıyor cümleler, tam kahkahayı patlatacağınıza inandığınız anda o gümbürtü önünüzde bir patlamaya dönüyor. Yapay bir melodram yaşatmadan, trajik olanı söylüyor suratınıza. Aptal bir gülümsemeyle kalıyorsunuz ve yutkunamıyorsunuz bile. Vonnegut da bunu yapar hep. Gerçi onun gibi ‘evrensel’ bir vicdan muhasebesi yaptırmıyor bize Balboa, ancak aynı sersemletici etkiye sahip. Çok iyi bir dile sahip, iyi bir kitap ‘Belki Bir Gün Uçarız’.
Kelime Defteri
Nazan Bekiroğlu
Timaş Yayınları
Deneme
‘Kelime Defteri’ için söylenecek ilk şey, tek imzalı olsa da karşımızda birkaç tane Nazan Bekiroğlu’nun olduğu. Çünkü her bölümde ayrı bir kapı açıyor önümüze ve o kapılardan geçtikçe farklı şekilde konuşuyor bizimle. ‘Yaşantı’ bölümünde gündelik hayatından kenara iliştirdiği soru işaretlerini cevaplarken, ‘Kavram ve Olgu’da ‘şeylerin’ sorularına cevap veriyor. ‘Yazar ve Eser’ gerçek bir edebiyat şöleni. Rus edebiyatından Doğu-Batı klasiklerine uzanan bir çizgide hiç öyle ‘öğretmenlik’ yapmadan görmemiz gerekenleri anlatıyor! Hazır gözümüzü açmışken bu kez ‘Metin Olarak Film’de sinema üzerine konuşuyor. Ama en içten metinleri sona hatta en sona saklıyor Bekiroğlu. ‘Ben Artık Düz Cümleler Kurmak İstiyorum’ başlıklı bölümde ‘dil’ üzerine, yani kendini var eden olgu üzerine harikalar yaratıyor. Bir kere daha anlıyorsunuz, Nazan Bekiroğlu okumak ayrı bir keyif.
Fener Balığının Kayıp Işığı
Göktuğ Canbaba
Doğan Egmont Yayınları
Çocuk
‘Fener Balığının Kayıp Işığı’ ilk başta ‘Kayıp Balık Nemo’ hikâyesini andırsa da çok başka bir macera anlatıyor bize. Bir kere soytarı balığı gibi sevimli bir balık yerine, karanlık okyanus diplerinin ürkütücü fener balığını kahraman ediniyor Göktuğ Canbaba. Kızıl Yosun Köyü’nün sakini Loppi Parlakışık’ın başından geçenler, Nemo’yu hiç aratmayacağı gibi, fena halde soluk soluğa ilerliyor. Köylerine gelen Okyanus Sirki’nin sihirbazı ahtapot Işıkçalan’ın numarasından sonra Loppi’nin hayatı değişir. Çünkü ışığı kaybolmuştur ve ışığını geri almak için ejder balıklarıyla çarpışıp kendisini yakalayan çocukların elinden kaçacaktır... Üstelik güneşin ışığını getiren yine o olacaktır! Loppi’nin hikâyesi tahmin edileceği üzere, dostluğun önemine dair bir anlatı aslında.
Paylaş