Paylaş
Bu yarış aslında şu ana kadarki birçok seçimden daha farklı. Amerika’da ve dünyada ABD politikasını takip eden ben dahil birçok uzman Trump’ın bırakın Cumhuriyetçi Parti adayı olması, Süper Salı’yı geçmesini bile beklemiyordu. Çünkü bildiğimiz Amerikan devlet sistemi ve politikasına Trump’ın başkan adaylığı uymuyordu. Cumhuriyetçi Parti için ise böyle bir adayı desteklemek büyük bir hata olurdu. Neden mi?
Amerikan nüfusu her sene ciddi bir oranda kuzeydoğudan güneybatıya kayıyor. Göçmen sayısının artışı ise ciddi bir noktaya ulaşmış durumda. Beyaz Anglosakson-Protestan diye tabir edilen Amerikan seçmen çoğunluğu çok da uzun olmayan yıllar sonra yüzde 50’den az hale gelecek. Tüm bu demografik değişimler sonucunda yıllarca sayıca seçmen üstünlüğü bulunan Cumhuriyetçi Parti, artık demografik dengeyi azınlıkların büyük oranda desteğini alan Demokrat Parti’ye kaptırmış durumda. Düşünün ki, böyle değişken bir ortamda bir Cumhuriyetçi aday çıkıyor ve kadınlara, azınlıklara, dini gruplara ve bu grupların müttefiklerine, kısaca oy almak zorunda olduğu herkese karşı tavır sergiliyor.
Bu adayın ön seçimden çıkması demek Cumhuriyetçi Parti’nin kesin kaybı demek olduğu için kimse Trump’ın ön seçimlerden başarıyla çıkacağına ihtimal vermedi. Ancak Trump, bu gerçeğe rağmen aday oldu. Neden mi? Trump’ın Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı olarak çıkmasının iki temel sebebi vardı.
Bu sebeplerden ilki Cumhuriyetçi Parti yönetiminin Ted Cruz ya da Marco Rubio gibi isimler üzerinde bir an evvel uzlaşma sağlayamaması oldu. Parti yönetimi karar verdiğinde ise iş işten geçmiş, Trump bütün adayların arasından sıyrılmış ve hızını almıştı bile. İkinci etken ise seçmen dengesi oldu. ABD’de seçimlerde genel olarak seçmenlerin seçime katılım oranı düşüktür. Seçime katılan seçmen grupları da üç aşağı beş yukarı bellidir. Bu seçmen dengesini değiştirip, normalde oy veren seçmen üzerine oy vermeye alışık olmayan seçmeni sahaya indirmek büyük marifettir.
İşte Barack Obama bu şekilde seçilmişti. Amerika’da oy kullanma alışkanlığı olmayan birçok azınlık oyunu sandığa götürebilmişti. Trump’ın başarısı da işte bu oldu. Söylemlerinde bir içi doluluk, proje yoğunluğu ya da yöntem yok. Ama Trump, hamaset ve “Amerika’yı tekrar büyük yapacağız” sloganıyla oy verme alışkanlığı olmayan farklı bir seçmen grubunu, yani tepkisel, beyaz, Midwest seçmenini sandığa götürdü. Bu grubun hareketlenmesi de ön seçimlerde Trump’a fayda sağlayacak farkı yarattı.
Trump’ın yarattığı bu fark, ön seçimlerden çıkmasına sebep oldu. Ancak asıl sürpriz Clinton ile karşı karşıya geldiğinde oyların neredeyse denk hale gelmesi oldu. Trump, tepkisel oylarına geleneksel Cumhuriyetçi oylarını da ekleyince Clinton’u anketlerde yakaladı. Bu durum birçok kişinin beklentisi ötesinde farklı bir durum yarattı. Ancak şunu söylemekte fayda var ki ön seçim, başkan yardımcılarının belirlenmesi, ilk seçim propaganda süreçleri artık geride kaldı. Adaylar son düzlüğe girdi.
Bu aşamadan sonra hamasetin, karşı tarafa saldırmanın ötesinde denge hesaplarının devreye girmeye başladığı, daha etkin politik tecrübenin büyük rol oynadığı ve eyalet dengelerinin öne çıktığı ince hesap dönemi başlıyor. Trump rüzgarı, her kanaati ters çevirircesine bu günlere kadar geldi. Asıl soru, seçimlere neredeyse bir ay kala bundan sonra dengelerin nasıl değişeceği olacak. Trump rüzgarı farklı bir boyut kazanabilecek mi, yoksa yarışa büyük bir hızla devam eden Hillary Clinton farklı bir noktada bu rüzgara dur diyebilecek mi?
Bu yazıyı kaleme aldığım esnada iki adayın ilk münazarası sonuçlanmış ve kanaatimce Clinton’un başarısıyla neticelenmişti. Ancak o noktaya ve bundan sonrasına girmeden önce Trump’ın çıkışını ve dengelere nasıl tesir ettiğini anlatmak istedim. Başkanlık seçiminin sonucunu belirleyecek gerçek etkenleri bir sonraki yazımda ele alacağım.
Paylaş