Paylaş
Öncelikle İdlib’in coğrafi olarak mevcut durumuna bakmak lazım. İdlib’in kuzeyinde bugün YPG-PYD kontrolünde olan Afrin bölgesi var. Dolayısıyla ABD bu bölgede gayet rahat bir şekilde hareket edebiliyor. Doğu tarafında Rusya destekli rejim güçlerinin yer aldığı Halep bölgesini görüyorken, güney ve güneybatıya baktığımızda ise yine Rusya destekli rejim kontrolünün olduğu Hama ve Lazkiye bölgelerini görüyoruz. Kısacası İdlib’in neredeyse tamamı, YPG-PYD kontrolündeki Afrin çıkışı dışında Esad güçleri tarafından çembere alınmış bir durumda. Peki İdlib’de kim var?
2017’nin başlarından itibaren ÖSO, diğer muhalif güçler ve Batı ile ılımlı ilişkiler götürme konusunda daha istekli olan Ahraruş Şam’a karşı farklı fraksiyonlardan oluşan Tahrir el Şam örgütü büyük başarılar kazandı. Dolayısıyla bugünlerde bölgede Ahraruş Şam’ın küçük bir alanı kontrol etmenin dışında fazla bir etkisi kalmadı.
Heyet Tahrir el Şam (HTŞ); El Nusra ile ilişkisi olan, El Kaide‘yi inkar etmeyen ve Ahruruş Şam’la kıyaslanmayacak kadar radikal unsurlara sahip bir örgüttür. ABD, HTŞ’nin kontrolü artmaya başladığında, örgütü terörist örgüt ilan ederek buraya ciddi operasyonların yapılacağını vurguladı. Bu gelişmeler sonucunda HTŞ’ye yapılması muhtemel bir Amerikan operasyonunun, diğer bir adıyla koalisyon güçleri hamlesinin, hava destekli olmasının dışında bir kara harekatına dönüşmeyeceği biliniyor. O zaman ABD’nin düşündüğü ve bu bölgeyi HTŞ’den geri alacak grup kim? Afrin’den güneye doğru kayacak YPG-PYD ya da yeni süslenmiş adıyla Suriye Demokratik Güçleri.
Yalnız bu hesabın içerisinde sadece ABD, YPG-PYD ya da HTŞ yok. Neredeyse bütün her tarafı Rusya destekli Esad güçleriyle sarılmış olan bu grubun, bir hava operasyonuyla ortadan kaldırılması ve bölgenin Afrin’den inmesi muhtemel YPG-PYD güçlerinin eline geçmesi Rusya ve Esad yönetiminin birincil tercihi olur mu? Kanaatimce hayır. Rusya ABD ile komşu olmayı bu noktada çok da arzu etmeyecektir. Ama akıllara gelen yine enteresan bir soru; Esad güçleri ve Rusya sahip olduğu askeri gücü ve stratejik avantajıyla rahatlıkla İdlib’i alabiliyor olmasına rağmen neden bir müddettir burayı kaderine terk ediyor? Bunun cevabı, “Rusya veya Esad HTŞ’ye destek oluyor” değil; İdlib’in Astana ve Cenevre görüşmelerindeki pazarlık maddelerinden biri olan çatışmasızlık bölgelerinden olmasıdır. Yani her gün onlarca insanın katledildiği coğrafya, devletlerin diplomasi çıkarları gereği masada koz olarak kullanılmak için kaderine terk edilmiş ve insanların feryadı maalesef ki inatla göz ardı edilmiştir.
Bu noktada biri ABD diğeri de Türkiye ile ilgili olmak üzere durulması gereken iki değişik yaklaşım var.
ABD ile ilgili olan husus, aslında biraz da bugün yaşanan bazı hadiselerin gelecekte nereye evrileceğinin göstergesi.
Bugün HTŞ’nin içerisindeki gruplardan Nureddin Zengi Hareketi’ne 2014-2015 yılları arasında muhalefetin bir parçası olarak ABD tarafından “BGM-71 tanksavar füzeleri” verilmiş ve bu örgüt askeri olarak desteklenerek bölgede kullanılmıştır. Bugün ise örgütün içinde bulunduğu çatı ABD tarafından terör örgütü ilan edilmiştir.
Buradan çıkacak sonuç şu; bölgede bugün silah desteği gören bazı terör grupları, bunun geçici gücüne kapılıp bölge ülkelerine karşı mesnetsiz hayallere kapılıyorlar. Ancak dünya politikasında “Kullan-at Sistemi” bu örgütlere karşı o kadar çok uygulanmış ve görülmüştür ki; bir gün destek gören bu örgütler “amaçlara ulaşılınca” daha önceki örneklerde olduğu gibi kenara bırakılacaktır. Sözüm YPG-PYD’ye...
ABD için de daha farklı bir mesele mevzu bahis. İki gün önce bir örgütü yok etmek için başka bir örgüte silah yardımı yapıyorsun ancak iki gün sonra o örgütü terörist ilan ederek hava harekatı planlıyorsun. Bir terör örgütünü yok etmek için kullandığın başka bir terör örgütünü iki gün sonra, politikalarına ters düşmeye başladığını gördüğünde terörist ilan ediyorsun. Aynı şey şüphesiz ki YPG-PYD için de yaşanacak. Bugün yapılan yardımların, verilen desteklerin ve kurulan diyalogların nihai amaçlara ulaştıktan sonra nasıl bir noktaya evrileceğini hep birlikte bu örnekler bağlamında göreceğiz.
Türkiye ile ilgili kısma gelince durum biraz daha farklı. Birçok yorum ve analiz okuyoruz: “Türkiye yakın zamanda İdlib’e harekat yapmalı” diyenler ya da “Afrin’e müdahale etmeli” diyenler. İki söylemin arkasındaki temel nokta da bir kanton oluşmaması için Türkiye’nin yapması zaruri olan müdahale. Öncelikle şunu söyleyelim; Türkiye gücü, yapabilirliği mukabilinde zaten önemli bir hamle yaparak Fırat Kalkanı Operasyonu’nu hayata geçirmiş ve birçok kişi tarafından eleştirilen operasyon, bugün bölgeye dair söz söyleyebilmemiz açısından elimize büyük bir koz vermiştir.
Öte yandan İdlib ya da Afrin meselesi daha ayrı bir konu. Bugün İdlib’e müdahale normalin ötesinde ciddi sorunlar oluşturacaktır. Rusya ve Esad güçleriyle hiç olmadığı kadar ters düşeceğimiz, ABD ve YPG ile daha da sıcak gerginlikler yaşayacağımız, daha önce hiç karşı karşıya gelmediğimiz HTŞ ve o çatının altındaki diğer örgütlerle yaşayacağımız çatışmalarla çok sıkıntılı bir sürece doğru sürüklenebiliriz. Dolayısıyla şu aşamada Türkiye’nin ilk hedefi kati suretle İdlib olmamalıdır.
Afrin bölgesine gelindiğinde ise buraya yapılacak bir operasyon, Türkiye’nin bölgede elini güçlendirmekle birlikte, artık bu meselenin DAEŞ’e karşı yapılmış bir operasyon olmaktan çıkıp YPG-PYD’ye karşı yapılmış bir operasyon olması noktasına gelir. Bunun stratejik ve siyasi kararı devletin istihbaratı ile yapılan diplomatik görüşmeler ve ülkelerin bölgedeki çıkarlarına dayanan hesaplar neticesinde şekillenecektir.
Paylaş