Temelde bu bir gerçeği yansıtıyor. Çünkü ilk hakemlik böyle başladı. 16. yüzyılın sonunda İngiltere’de, hemen hemen her maçta olan anlaşmazlıkların engellenmesi için, tarafsız bir kişinin saha kenarında oturup bunlara çözüm bulması istendi.
YASAKLANAN OYUN
Öyle maç dendiğine falan bakmayın, topun peşinde iki mahallenin resmen birbirine girişmesi dersek abartmayız. Ortada ciddi sayılabilecek oyun kuralları falan da yok. Hakem herhalde sadece kavgaları ayırıyordu (bizde hâlâ böyle!). Zaten oluşan kaos yüzünden futbol krallar tarafından pek çok kez de yasaklanmıştı. Yıllar geçtikçe hakem altındaki sandalyeyi atmak zorunda kaldı! Çünkü artık futbol oyun kurallarında hakemlik kavramından söz edilmeye başlanmıştı. İlk defa 19. yüzyılın sonunda maçlarda her takımdan bir hakem görev alıyordu. Ancak kararların alınmasında sorun çıkınca bu kez hakemlerden biri oyuncuların ihracı, penaltı vb. gibi kararlar vermek üzere yetkilerle donatıldı.
VE 4. HAKEM...
Ayrıca iki hakem de yan hakem olarak görev almaya başladı. Bu düzen 100 yıl kadar devam etti. Dördüncü hakemle tanışmamız ise 90’lı yıllarda oldu. Daha sonra kale arkalarına ilave yardımcı hakem konuldu (elimize yüzümüze bulaştırdık). Ve nihayetinde en son radikal gelişme ile video yardımcı hakemlik (VAR) hayatımıza girdi.
DÜNYANIN GÖRDÜĞÜNÜ HAKEM GÖRMEYİNCE...
Video yardımcı hakemliğine nasıl gelindi kısaca özetleyeyim; 13 Nisan 2016 tarihinde oynanan Barcelona-Atletico Madrid Şampiyonlar Ligi çeyrek final maçında hakem ev sahibi takımın bir penaltısını vermeyerek elenmesine neden olmuştu. Daha sonra Atletico Madrid finale kadar tırmanmış ve Real Madrid’in rakibi olmuştu. Kimse mutlu değildi çünkü Şampiyonlar Ligi finali sonuçta bir Madrid derbisine dönüşmüştü. Bütün dünyanın beklediği Messi’li bir final maçı suya düşmüştü. Bütün dünya verilmeyen bir penaltı yüzünden bundan mahrum olmuştu. Dünyanın gördüğü hatayı asıl görmesi gereken hakem görmemişti.
VE HAKEM TEKRAR SANDALYEYE OTURDU
Oysa bizim spor dünyamızda alıştığımız; arkasında biraz güç bulan teknik adamların, başkanların, üst perdeden konuşması her zaman kibir dilini kullanmasıdır. Bizim alıştığımız eğitimsiz, görgüsüz ama kendini ‘adam gibi adam’ diye tanımlayanlardır. Nezaketten, zarafetten hızla uzaklaşan bir toplum olarak biraz insani tavır görünce şaşırıyoruz. Üstelik bu nezaket üst seviye bir otoriteden gelince şaşkınlığımız iyice artıyor. Haftalardır ekranlarda Sağlık Bakanımız Fahrettin Koca’yı izliyoruz. Herkese nezaket, samimiyet ve sabır dersi veriyor. Hem mesleğinde hem de hitabetinde profesyonel. Her anlamda kendisine şükran borçluyuz. Kendisinin hoşgörüsüne inanarak şu benzetmeyi yapmak istiyorum... Kovid-19 için hastanede kullanılan en güçlü tıbbi ilaç Favipiravir ise, hastane dışında kullanılan en güçlü moral ve motivasyon ilacı da Bakanın ta kendisi (FAHRİpiravir).
NASIL DA BİLİME SIĞINDIK!
Ölüm korkusu belki de ilk defa insanın bu kadar bilime sığınmasına sebep oldu. Zor yoldan öğrendik bilime inanmayı. Her gün bilim insanlarının ağzının içine bakıyoruz. Duamızı da ediyoruz ama bilim insanlarının gayretine bilgisine de güveniyoruz. Bundan sonra da onları ciddiyetle dinlemeliyiz. Bizi her gün deprem ve diğer çevre felaketleri için uyarıyorlar. Hiç duyanımız var mı?
PROFESYONEL HAKEMLERİN TİCARİ KAYGILARI
Geçtiğimiz hafta profesyonel olarak görev yapan bazı hakemlerin ticaretle uğraşmaları gündeme geldi. Tenkit edenler de oldu, ‘Ne yapsalardı, başka çareleri yok ki’ diyenler de oldu. 45 yaşından sonra hiçbir güvenceleri olmayan bu evlatlarımız için eski bir MHK başkanı olarak bu iki uç fikrin arasında bir yerde bulunuyorum. Ne gelecek kaygısıyla bir şeyler yapmak isteyen bu hakemlere kızabiliyorum ne de her gün ticari kaygılar taşıyan bir hakemin sağlıklı bir zihne sahip olabileceğine inanıyorum. Kendilerine naçizane tavsiyem; günlük kâr/zarar hesabı yapacakları bir iş seçmemeleri olacaktır. Güvenli ancak uzun vadeli yatırımlar zihinlerini daha az meşgul edecektir. Babadan atadan bir konuda uzman değillerse, bir taraftan hakemlik yapıp bir taraftan da çekle, senetle, vadeyle, işçiyle, sigortayla uğraşamazlar. Maç akşamı ödeyemeyeceğin bir senet rüyana girebilir. Alacağını tahsil edemezsen hırsını kimden çıkaracağını bilemezsin. Saha dışında işleri iyi gitmeyenin saha içinde de işleri iyi gitmez.
KAŞIKÇI CİNAYETİ VE NEWCASTLE UNITED'IN SATIŞI!
Okumuşsunuzdur; Premier Lig’in önemli kulüplerinden olan Newcastle United satılmak isteniyor. Kulübe talip olan ise Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu. Bu durum, Uluslararası Af Örgütü ve beIN’i ayağa kaldırdı. Çünkü fonu yöneten Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın Premier Lig prestijinden faydalanmasını istemiyorlar. Af örgütü için bunun nedeni; Kaşıkçı cinayetinden dolayı Salman hâlâ kuşku altında olması ve Suudi Arabistan’ı ‘zulüm krallığı’ olarak etiketlemesidir. BeIn’in gerekçesi de ayrı; 500 milyon dolar vererek aldıkları Premier Lig yayın haklarını korsan olarak yayınlayan ‘BeinoutQ’ kanalının Suudi Arabistan tarafından desteklendiğine inanmasıdır.
BEIN, BEINOUTQ'YE KARŞI
Menajerler en iyileri en zengin kulüplere satarken, yoksul takımlar geride kalanlarla yetiniyorlardı. Sevmedikleri yetenekleri de görmezden gelip kimseye yar etmiyorlardı.
SİSTEME İSYAN
Bu sisteme isyan eden Oakland Athletics Menajeri Billy Beane (Brad Pitt canlandırıyor) güvendiği birkaç kişi ile bir bilgisayar algoritması geliştirerek, kıymeti bilinmeyen veya gözden kaçan oyuncuları yakalayıp, düşük bütçeli ancak her zaman dik duran bir takım oluşturdu. Son derece başarılı oldu, üstelik Amerika Beyzbol Ligi’nde 20 maçlık yenilmezlik rekorunu da kırdı.
KIYMETİ BİLİNMEYENLER
Futbolda da böyle olmuyor mu? Kıymeti bilinmeyen, gözden kaçan yetenekleri takımlarına kazandıran kulüpler mucizeler yaratıyor. Büyük kulüpler de bu işe şaşırmakla vakitlerini geçiriyorlar. Diğer bir analiz mucizesini de Ertuğrul Özkök 11 Nisan tarihinde müthiş bir yazı ile kaleme aldı. Özkök yazısında, 2014 Dünya Kupası’nda 7-1 sonuçlanan Almanya-Brezilya maçının altında yatan analiz detaylarını anlattı. O maça kadar hiç yenilmeyen Brezilya’nın 7 gol yemesinin arkasında ki gerçekleri gözler önüne serdi. Atladıysanız okumanızı öneririm.
GÖZDEN KAÇANLAR, YİTİP GİDENLER
Sözü doğal olarak hakemliğe getireceğim. Yetenekli hakemler bizde nasıl bulunuyor? Gözlemci notları ve içlerinde benim de bulunduğum izleme ekibi değerlendirmeleri dikkate alınıyor. Ancak bunların hiçbiri duygusallıktan arındırılmış notlar ve değerlendirmeler değil. Üstelik ne kadar dik durursanız durun, sezon sonunda bazı dış etmenler de devreye girebiliyor. Her neyse sezon sonunda öyle ya da böyle bazı hakemler terfi ediyor. Bazen bir bakıyoruz 5-10 yetenek birden bulunmuş! Sayıları ne olursa olsun buraya kadar her şey çok güzel. Pek çok yetenek bulunduğunu düşünüp mutlu oluyoruz. Ancak ligler başlayınca gerçekler de ortaya çıkmaya başlıyor. ‘Yetenekli’ diye sunulan bu hakemlerin birçoğu birkaç seneye kalmadan yitip gidiyor
KISIR DÖNGÜ VE TOPAL KARINCA
2016 Avrupa Futbol Şampiyonası (EURO 2016), Platini’nin manevraları ile Fransa’ya kazandırılmıştı. Kıl payı kaybettiğimiz oylamanın acısını hâlâ unutmadık. Aday olduğumuz ikinci turnuvayı da (EURO 2024) Almanya’ya kaptırıp iyice kabuğumuza çekildik. EURO 2020’nin ise 12 farklı ülkede yapılacağı kararı alınmıştı. Ancak o da 2021 yılına ertelendi. Şimdi bu 12 ülkenin koronavirüs belasından kurtulmasını ve normale dönmesini bekleyeceğiz. Bu durumun çok zor olacağını öngören UEFA, artık turnuvayı tek bir ülkede gerçekleştirme planları yapıyor. Başta İngiltere olmak üzere birkaç ülke talip oldu bile. Bence, Türkiye de bu turnuvaya talip olmalıdır. UEFA’nın
maddi desteği ile bunu gerçekleştirebiliriz. Üstelik sadece İstanbul, turnuva yükünün yarısını kaldırabilir. Üç büyüklerin statları ve Atatürk Olimpiyat Stadyumu her anlamda yeterli. Tek şehirde dört grubun yapılması da ayrı bir avantaj. Geriye dört stat kalıyor. Bunlar da ulaşımı en kolay aday şehirlerimizden seçilebilir. Zaten bütün stadyumlarımız hazır değil mi? EURO 2024’ü almak için yaptığımız hazırlık dosyasını raftan indirip bu işe başlayabiliriz. Koronavirüs şerrinden bir hayır çıkarabiliriz. Kısa sürede organizasyon yapma yeteneğimizi hatırlayalım yeter. Yüzde yüz başarırız.
VAR PROTOKOLÜNDE ÜSTÜ ÇiZiLEN 5 KELiME
2020-21 sezonunda futbol oyun kurallarında yapılan değişiklikler geçen hafta yayınlandı. Bunlar medyada detaylı olarak ele alındı. Ancak üstünde neredeyse hiç durulmayan bir konu var ki bana göre en radikal değişiklik orada; kural kitabının ‘VAR’ın Yaptığı Kontrol ve İnceleme’ bölümünde 5 kelimelik bir ifadenin üzeri çizildi. Nedir bu ifade, biraz inceleyelim; önceki protokolde, ‘VAR, yapılan kontrol ve incelemeleri hakeme aktarır ancak hakeme alınacak kararı söylemez’ ifadesi vardı. Bu ifadenin protokolde yer almasının nedeni, VAR’ın hakemi etki altına almasını önlemekti. IFAB işte bu 5 kelimenin üzerini çizdi. Artık VAR, hakeme olayı anlattıktan sonra alacağı kararı da tavsiye edebilecek (IFAB açıkça bunu belirtiyor). Umarım bu konuda ölçüyü kaçırmayız. Umarım tecrübeli bir VAR, sahadaki hakemlere sürekli ‘tavsiyede’(!) bulunmaz. Umarım bu tavsiyeler sahadaki hakemin otoritesini zedelemez. Ve yine umarım ki maçları uzaktan VAR yönetmez.
KARANTiNANIN ÖĞRETTiKLERi
TRT 2’yi keşfettim! Verdi’nin Aida operasını baştan sonra izledim. Alt yazılar sayesinde konuyu baştan sona kaptım. Canlı izlesem neler olduğunu nasıl anlayacağım? Bilen var mı? TRT Müzik’te Karadağ’ın Taşlıca Tambura Orkestrası’nı dinledim! Müthiştiler. Belgesellerde antik şehir seyahatlerine katıldım. Bizim yakınımızdaki Lukka Pastanesi’nin adının ‘Likya’lı halk’ anlamına geldiğini hayretle öğrendim. Pastane sahibi biliyor mu acaba? Arabanın lastiklerini kontrol için garaja indim. Döndüğümde dört kere elimi yıkadım, yine de tatmin olamadım. Arabanın garajda iyi olduğunu bildiren bir uygulama var mı? Yemek denemeleri yaptım. Tereyağlı pilav tamam. Türlüyü beceremedim. Fasulye pişmedi, kabak eridi! Hay bin kunduz!..
ADANA’NIN YILDIZI
Bir insan düşünün, biyolojik olarak iki çocuğu var ancak binlerce hakem onu kendine babası kadar yakın görüyor. Güney’in beyefendisi, sessiz sakin aramızdan ayrıldı. Sevgili büyüğümüz, hakem İlyas Ayan’ı kaybettik. Hilmi Ok’tan sonra bu ikinci acımız. Nurlar içinde yat İlyas Abi. Mekânın cennet olsun.
Yapılan yenilikler ilk defa geçen hafta kamuoyu ile paylaşıldı. Ben burada biraz daha detaylandırmak istiyorum. Sezon başından bu yana uygulanan bir eğitim projesi var. ‘Birlikte çalışalım’ projesi. Her hafta Türkiye’deki bütün profesyonel ve amatör hakemlere beş tane kural sorusu soruluyor ve cevaplamaları isteniyor. Her şey online gerçekleşiyor. Gelen cevaplar hem bireysel hem de bölgesel olarak değerlendiriliyor. Bu sayede hakemlerin gelişimi takip ediliyor. Çoğunluğun yanlış cevap verdiği sorular aylık eğitimlerde ele alınıyor. Çoktan seçmeli bu testlere şimdi görsel testler de eklendi. MHK bütün hakemlere artık müsabakalarda gerçekleşen tartışmalı görüntüleri göndererek onların cevaplarını değerlendiriyor.
KARANTiNA GÜNLERiNDE EĞiTiM
Türkiye’nin sezon başından beri yaptığı bu uygulamanın bir benzerini geçen hafta UEFA Hakem Kurulu da başlattı. Bütün FIFA hakemleri ve gözlemcilerine beş görüntü göndererek onların görüşlerini istedi. Böylece hakemlerinin ve gözlemcilerinin eğitimini karantina günlerinde de gerçekleştirmiş oluyorlar. Kısacası yıllardır istenip de gerçekleştirilemeyen uzaktan eğitim hakem dünyasına girmiş oldu. Hakem kurullarında vizyon sahibi insanlar görev alırsa, bu tür çağdaş uygulamalar da doğal olarak gelişiyor. Muallim Naci’nin şiirinden iki satırı hatırlatıp konuyu bağlayalım;
· Marifet iltifata tabidir.
· Müşterisiz meta zayidir.
Müşterisi bol olan, hiçbir zaman zayi olmayan bu çalışmalara bizden de bir iltifat gelsin; elinize, aklınıza sağlık.
YURT DIŞINDA ROL MODEL OLAN BiR TÜRK
Hollanda’da yaşıyor. FIFA hakemi. Çok başarılı ve çok seviliyor. En son aldığı teklif onun için hayatının en anlamlı teklifiydi. Düşünmeden kabul etti. Hollanda’da kimsesizlere sıcak yemek sağlayan bir hayır kurumunun iyilik elçisi oldu. Bu kurum her yıl 150 bin kişiye sıcak yemek dağıtıyor ve bunların yüzde 37si çocuk. İyilik elçileri Hollanda’nın beş ünlü figüründen oluşuyor. Ünlü bir şarkıcı, bir aşçı, bir eski Hollanda milli takım oyuncusu, bir dizi oyuncusu ve bir hakem.
Kendi profesyonel işlerini bir tarafa bıraktı. Devasa sorunlar için kolları sıvadı. İlk işi yıllardır çözüm bekleyen kulüp lisans ve Finansal Fair Play konularına el atmak oldu. Çokça tenkit aldı ancak yılmadı. En çok şaşırdığı; insanların bir dediğinin bir dediğine uymamasıydı. Ama hep hoşgörülü oldu. Onları anlamaya çalıştı. Milli Takım onun zamanında en üst seviyeye tırmandı. Artık hep alıştığımız gibi, son dakikaya kadar belirsizlik veya play-off maçları ile değil, doğrudan EURO 2020’ye katılım hakkı kazanıldı. Roma’daki açılış maçında protokol tribününde oturup bunun keyfini sürecek ve bütün dünyanın Türkiye’yi izlemesinin onurunu hissedecekken belanın büyüğü ülkeye bulaştı. Bu belaya, federasyon ve ligler için bir çözüm ararken her zaman devlet mekanizmalarının tavsiyeleri ile hareket etti. Keyfi hiçbir karar almadı. Yine suçlu ilan edildi ama hepsini ağır başlılığı ile göğüsledi. İnanıyorum ki bu karmaşadan yine başkan Nihat Özdemir'in liderliği ile çıkılacaktır.
ENTÜBE FUTBOL
Virüsün bulaşacak yer aradığı bu dönemde milyonları ilgilendiren entübe (suni solunum) durumundaki futbol, sadece TFF’nin planlamasıyla yönetilmekten çoktan çıktı. Kitleleri ilgilendiren bir salgın varken, TFF ne karar alacak diye beklemek hâlâ işin ciddiyetini kavrayamamış insanların saflığıdır. Elbette spor faaliyetlerinin ne zaman başlayacağına ilişkin karar toplum sağlığından sorumlu otoriteler tarafından verilecektir. Anlayacağınız devletin neredeyse olağanüstü hal uyguladığı bir ortamda ‘o tarih uygun bu tarih uygun değil, o yöntem uygun bu yöntem uygun değil’ demek laf ebeliğinden başka bir şey değildir.
GEÇMİŞ OLSUN
Hastalanan spor adamlarımıza geçmiş olsun diyelim. Ancak “Lig ertelenmediği için hastalandım” demek federasyona yapılacak en büyük haksızlık olur. Şükürler olsun ki seyircisiz oynanan son maçlardan dolayı hastalandığı sabit olan kimse yok. Hiçbir doktorun hastalığın başlangıcını, seyircisiz oynanan maçlara taşıyacak kesin kanıtı yok. Her alanda bütün tedbirler, kitleleri paniğe sürüklemeden yavaş yavaş alınıyor. Bugün 65 yaş yasağı getirildi, belki yarın sokağa çıkma yasağı getirilecek. Seyircisiz oynama ve akabinde liglerin tatil edilmesi kararları da aynı mantıkla alındı. Onlarca tedbir daha yeni yeni hayatımıza giriyor. O zaman alınan her tedbir için neden daha önce neden alınmadı dememiz lazım.
MHK TOPLANIYOR
Şampiyonun kim olacağına her sezon başında karar veren Merkez Hakem Kurulu (MHK) ve hakemler sürpriz salgın gelişmesi üzerine şaşkına döndü! Bütün planları bozulan MHK ve hakemler acil olarak toplanmaya karar verdiler. Ülkenin büyük bir kaosa sürüklenmemesi için “Biz zaten şu takımı şampiyon yapacaktık. Lig tamamlansa da tamamlanmasa da fark etmeyecekti, lütfen rahat olun” diyerek şampiyon takımı açıklamaları bekleniyor. Türkiye Futbol Federasyonu’nda da büyük rahatlamaya sebep olacak bu açıklamadan sonra liglerin tescil edilmesi bekleniyor. Bu paranoyaya inanan milyonlarca fanatik var. Şimdi üşenmeden sorarlar; ‘Ne zaman toplanıyorlar’ diye!
Geçen salı günü Uğur Meleke’nin harika incelemesinden Avrupa’da bazı teknik adamların dar kadrolarla çalışmayı tercih ettiklerini öğrendik. Bunun nedenlerini geniş şekilde bize aktardı. Aynı gün FIFA Başkanı Infantino da benzer şeyler söyledi. O da takım sayılarının azaltılıp daha dengeli ligler olması gerektiğini belirtti. Türkiye’de pek çok kulübün bütçe sorunu olduğu hatırlanırsa dar kadrolu takımlar onların da işine gelecektir. Hatta bu durum onlar için bir tercih değil bir zorunluluk olmalıdır. Pekâlâ, dar kadrolarla 34 hafta oynanır mı? Zor olabilir. Bu nedenle Süper Lig takım sayısının azaltılması da tartışılabilir. 16 takım veya play-off’lu, 12 takım düşünülebilir. Bu yeni yapılanma 5-6 sezon denenir eğer futbolumuz tekrar güç toplarsa bugünkü düzene geri dönülebilir. Uzatmayayım; dar kadro, kısa ancak dengeli bir lig ve daha düşük bütçe kulüplerin kurtuluşu olabilir. Diğer ligler için de yenileme bir zorunluluk. Bu kapsamda TFF Birinci Lig ve İkinci Lig takım sayıları da azaltılabilir. Üçüncü Lig, Bölgesel Amatör Lig’e dönüştürülebilir, mevcut Bölgesel Amatör Lig ise kendi illerindeki amatör liglere dönebilir. Görünen o ki artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bu boşluk yeniden yapılanma konularında bir fırsat olarak kullanılmalıdır.
ERTELENMEYEN NE KALDI?
SÜPER Lig’de 201920 Cemil Usta sezonunun tamamlanamayacağına ilişkin kaygılarımı iyice arttı. İyimser olmak için gerçekten zorlanıyor. Çünkü şimdiden aşağıdaki organizasyonlar en az bir yıl ertelendi: 1- EURO 2020 2- Tokyo 2020 3- UEFA 2020 kulüp finalleri Salgının tepe noktasına iki ayda ulaşacağı öngörülüyor. Sönümlenmesi ise diğer bir iki ay. Takımların tekrar kurulması, kamp yapmaları için ise diğer bir iki ay daha gerekiyor. Sonuçta halı sahada oynamıyoruz. Bu durumda en iyimser plan bile yeni sezon açılışının ekim hatta kasıma kalacağını gösteriyor. Bu nedenle 2019-20 Cemil Usta sezonunun tamamlanması gittikçe güçleşiyor. Büyük ihtimalle mevcut şekliyle tarihte yerini alacaktır. Eğer UEFA 2020-21 sezonu Avrupa kupaları için takım ismi isterse, mevcut puan durumu dikkate alınarak yukarıdan aşağı doğru takımların ismi bildirilmesi bir alternatif olabilir.
HAKEMLER ORGANiZE OLDU
İzlediğim kadarıyla hakem dünyasında salgına karşı büyük bir dayanışma var. Sahada rekabet halinde olsalar da saha dışında olağanüstü birlikteliğe sahipler. Medya vasıtasıyla çok güzel mesajlar verip üstlerine düşen görevleri yapıyorlar. Her ilde kurdukları ağlarla hakemler ve onların aileleri ile ilgili gelişmeleri takip ediyorlar. Sosyal sorumluluk grupları kurup yaşlılara belirledikleri düzende yardımcı oluyorlar. Hepsiyle gurur duyuyorum.
MALUMUNUZ, Covid-19 virüsü dünyanın kepengini indirdi. Bu virüsle mücadele devam ediyor. Sonucun da alınacağından hiç kuşkum yok. Ancak anlayışsızlık ve hoşgörüşsüzlük virüsüne çare var mı? “Neden ligleri ertelemedin?” diye federasyona saydırmayan kalmadı. Maç gününe kadar konuşmayanlar daha sonra tek suçlu olarak TFF’yi hedef gösterdiler. Ligler tatil olsa bu kez de “Biz kimin ne tezgah peşinde koştuğunu biliyoruz” derlerdi. Oysa federasyon, Bilim Kurulu ve bakanlıkların kararına uygun olarak maçları seyircisiz oynatma kararı aldı. Pekala neden tamamen iptal etmedi? Çünkü enfekte olduğu rapor edilen herhangi bir oyuncu veya teknik direktör yoktu. Alınan seyircisiz oynama kararı devletin aldığı tedbirlerle paralellik arz ediyordu. Üstelik işçi, memur işbaşı yaparken futbol işçisinin işbaşı yapmasında bir tuhaflık yoktu. ‘Ligler tatil edilsin’ diyenler kendi iş yerlerini tatil ettiler mi acaba? Yoksa bu patronların işçileri servislerle, metrolarla işlerine gelmeye devam mı ediyorlar? Bu anlayışsızlık ve hoşgörüsüzlük virüsü yıllardır içimizde ve Covid-19 virüsünden çok daha beter. Bu yüzden ben bu virüse ‘Covid-20 anlayışsızlık ve hoşgörüsüzlük virüsü’ diyorum. Maalesef tedavisi de yok.
DERBiLERiN TEKELi KIRILDI
BiRKAÇ haftadır genç hakemlerin ivme kazandıklarını yazmış, isimler vererek bunların artık dört büyük takımın değil derbilerin hakemi olacaklarını belirtmiştim. Bu sene derbi yöneterek kariyerlerini taçlandıran Halil Umut Meler, Yaşar Kemal Uğurlu ve Abdulkadir Bitigen’i
tebrik ederim. Yeni yüzler görmek isteyen futbol dünyasının gözü aydın. Daha sırada Zorbay Küçük ve Ali Şansalan da var. Arda Kardeşler’in de bir an önce istikrar kazanıp bu kervana katılmasını diliyorum. 25 haftada üç yeni ismi derbilere kazandırmak az iş değil. Bu başarı MHK’ya yazar.
KITLIK, SAVAŞ VE SALGIN
iNSANOĞLU kıtlık ve savaşın hakkından neredeyse geldi. Kitlesel yıkımlar olmadan kıtlık veya savaşlar öyle ya da böyle bitiriliyor. Aslında salgınlarla da baş edebiliyorduk. Görece kısa sürelerde çareler üretebiliyorduk. SARS, kuş gribi ve domuz gribini hatırlayın, kitlesel yıkımlar olmadan insanoğlu bunlara çare buldu. Ancak görünen o ki salgınlar, gittikçe küçülen dünyanın bize sürekli sunacağı belaların başında
geliyor. Bizler gibi büyük kalabalıklarla spor alanlarında bulunan insanlar, her zaman daha fazla tehlike içinde olacak. Diz aralıkları bir karış olan oturma düzeni, avazın çıktığı kadar bağırıp, tükürükler saçarak maç izleme alışkanlığı en basit salgında bile sporseverleri tehdit edecek. Topun peşinde koşup spor yazarı olacağımıza, sanatın peşinde koşup sanat yazarı olmak vardı. Maksimum güzellik minimum risk yaşardık.
KADERE BAK