Paylaş
Konuyla ilgili bilgi veren Dr. Tarkan kalkan, “Maternal kanda alınan fetal hücrelerin incelenmesi, yani anneden alınan kanla bebekteki genetik hastalık riskinin belirlenmesi olarak adlandırılan çalışmalara başladık. Merkezimiz Lifecodexx firması - Prena Testi için Ege Bölgesi ortağı olarak gereken anlaşmaları tamamlamış ve örnek kabulüne başlamıştır. Hastalar için merkezimizde genetik danışma verilmekte, kanları alınmakta, sonuçları da yine genetik uzman tarafından verilmektedir. Hamileliğin 11’inci haftasından itibaren uygulayabiliyoruz” dedi.
Dr. Kalkan, alınan kanla bebekteki risklerin nasıl saptandığını da şöyle anlattı; “Anneden alınan kandan çocuğa ait hücreler santrifüjle elde ediliyor. Daha sonra onlar çoğaltılarak, bu hücrelerde problem var mı yok mu analizi yapılıyor. Bu yöntemde anne ya da bebek için herhangi bir risk yok. Artık bu çalışmalar yurtdışında rutine girmiş durumda. İtalya, İngiltere, ABD’de bu tip çalışmalar var. Bu yöntemin anne ve bebek sağlığına en önemli katkısı, amniyosentezde hiç bir problem yokken yüzde 0.5 - 1 oranında düşük riski var. Örneğin hastaya üçlü test yaptınız problem çıktı, felaket oluyor. Düşük riski var diye birinden duyuyorsa hasta haklı olarak çok büyük stres yaşıyor. Tabii amniyosentezin ortadan kalkacak olması olumlu olacak.”
Kromozom problemlerinden en önemlisi ve en sık görüleninin down sendromu olduğunu anlatan Kalkan, “Yaklaşık 800 doğumda bir görülüyor. Yılda 1 milyon doğum olduğu düşünülürse demek ki Türkiye’de yılda bin civarında down sendromlu bebek görülüyor. Bütün tarama testlerine rağmen ne yazık ki henüz ortadan kaldırılamadı. Kadınların yüzde 50’si hala gebeliği boyunca hiç doktora gitmiyor. Böyle olunca da down sendromlu bebeklerin tümünün tanınma şansı yok. 35 yaşını geçen kadınlar için riskin yüksek olduğu belirtiliyor. Ama down sendromlu doğan bebekler incelendiğinde yüzde 80’i risksiz annelerde, yani 35 yaşın altındaki annelerde doğuyor. Bazen üçlü test yapıyorsunuz hiç bir problem olmayabiliyor. Ama yine down sendromlu doğma riski var. Anne kanından down sendromu testi ne kadar erken yapılırsa o kadar iyi” diye konuştu.
Hipnoz: Bilinçli aklın mantığı
YAŞAMDA kişilerin bilinçaltı anılarını ve inançlarını “bilinçli aklın mantığı” ile değiştirmek zor olduğundan, bilinçaltının dilini kullanmak gerekir. İzmir de 10 yıldan beri hipnozla uğraşan Banu İmer, hipnozun gizemli bir kapı olduğunu söylüyor. Benliğimizin derinliklerindeki düşünce ve duyguları değiştirme gücüne sahip olduğunu kaydeden İmer, şöyle diyor; “Hipnoz kendiliğinden oluşan, doğal bir zihin durumudur. Herkes farkında olarak ya da olmayarak birçok kez hipnozu yaşar. Hayal kurarken, uzun yolda araba kullanırken, bir olayı hatırlarken, televizyon izlerken olduğu gibi. Hipnotik durumda düşünme süreci yavaşlar ve düşünce derinleşir. Bilinç, hipnoz sırasında kaybolmaz; aksine yüksek bir algılama kapasitesi ile zihnin değişik katmanlarında dolaşır. Dikkat ve konsantrasyon yoğundur. Özel bir dinginlik ve huzur ortamına ulaşırsınız. Çevrenizde olanları duyar ve hissedersiniz. İstediğinizde gözlerinizi açabilir, hareket edebilirsiniz. Hipnozda bilinçaltınızla doğrudan doğruya ve etkili iletişim kurabilir, çok derinlere yerleşmiş olumsuz inançlarınızı, duygularınızı yeniden yapılandırabilirsiniz. Bilinçaltı ile çalışmak hem daha çabuk, hem de hayat boyu kalıcı sonuçlar almamızı sağlar.”
Nerede kullanılır?
Hipnoz öğrenme sorunları, sınav stresi, özgüven kazanma, kilo kontrolü, sigarayı bırakma, korkular, fobiler, uyku sorunları gibi sorunlara çözüm geatirebiliyor. Hipnoz deyince kişilerin aklına genellikle sallanan bir sarkaç ve uyku hali geliyor. İmer, “Oysa hipnoz durumundaki kişinin bilinci açıktır ve hipnozu yapanla iletişim halindedir; hareket edebilir, konuşabilir. Yani kişinin kontrolünü kaybettiği, kendinden geçtiği bir ruh hali değildir. Diğer bir yanlış kanı da insanların hipnozdan çıkamayacaklarına ilişkindir. Gerçek ise kontrolün tamamen kişinin elinde olduğudur” dedi.
Paylaş