Paylaş
Hayattan illallah ettiği ya da ben Hint kumaşından yapılmış, kenarlarına sırmalar işlenmiş bir kardeş olduğum için değil. Bütün ailemiz, yedi sülalemiz, kedimiz, hatta senin için bile ölebilir. Yeter ki sevsin seni. Kalbi Külkedisi kadar temiz, ruhu Rahibe Teresa gibi merhametlidir.
Bir de zehir gibidir. İzmir Kız Lisesi’ndeki matematik öğretmenimiz dönem ödevi niyetine, şubat tatilinde tek bir kazık soru verirdi. Sonucunu da söylerdi: “EKSİ 2!” Üst sınıfların en çalışkanlarına giderdik. Çözerdik de çözerdik. Sonra bir bakardık yine çözememişiz. O eksi 2’ye bir türlü erişememişiz.
Sonra ben alır o tek soruyu evdeki yemek masasının üzerine sere serpe atardım. Sanki oraya yanlışlıkla düşürmüş gibi. Geçerken gözü takılır, eline kalem alır, kargacık burgacık yazısıyla 10 saniyede çözer, yoluna devam ederdi. Buyur karşında topaç gibi yeni doğmuş, güneş gibi parlayan “-2”.
Bir de delidir. Ortaokula giderken Soma’da oturduğumuz o 1 yılda, terasta paçalı, paçasız, desen desen güvercin besledi. Bir keresinde yavru bir güvercinin peşinden 3’üncü katın terasından gerilip gerilip yan apartmanın terasına atladı. Hiç şaşırmadık. Çünkü ilkokulda Bornova’da oturduğumuz 8’inci katın balkon demirlerinde yürüyüp (çamaşır ipine tutunurdu en azından) bizimle muhabbet etmesine alışıktık. Annem içeride ütü yaparken, aşağıdaki caddede sular seller gibi arabalar akarken, karşı apartmanlarda insanlar çıldırırken, o bir sirk insanı misali demirlerde volta atar da atardı.
Fatih ayrıca gözü kara bir aşıktır. Bir gün İstanbul’da tişört, şort ve terlikleriyle minik mobiletine atladı, ekmek almak üzere evden çıktı. Ekmek aldıktan sonra aklına aşık olduğu ama bir türlü açılamadığı kız takıldı. Kız Bulgaristan Sofya’da bir otelde çalışmaktaydı. Elinde ekmekle, altında mobiletle saatlerce gitti. Çiçek yerine ekmeği mi verdi bilemem ama kızın karşısına çıkıp aşkını ilan etti. Kız sonra karısı (Aylin) oldu.
Amma da geveze bir insanım sevgili okur. Asıl niyetim sana Fatih’in nasıl bir gezgin olduğunu anlatmaktı. Konuyu bak yine nasıl dallanıp budaklandırdım. Sayfalardan taşırdım. Bizim bu Fatih ODTÜ’lerde mühendislik okudu. Ama daha öğrenciyken yurtdışı rehberi olarak çalışmaya başladı. Dünya kazan bizimki kepçe. Bir gün ararsın Yeni Zelanda’da çıkar, ertesi gün Kenya’da.
E ben de gezi programları, belgeseller vesilesiyle az gezmedim. Ama Fatih’in hızına asla yetişemedim. Dünyanın dört bir yanındaki çok özel adresleri hep ondan öğrendim.
Neyse geleyim artık sadede. Biliyorsun çok çok eski yıllarda sevgili genç okur öyle yurt dışlarına zırt pırt gidilmezdi. Yurtdışı dediğin Almanya’ydı. Orası da dünyanın öbür ucuydu. Orada dayın belki de amcan yaşardı. Onlar izne geldiğinde dünya turu yapmış kadar olurdun. Bu da sana yeterdi.
Sonra bu son yıllarda turlar, taksitler derken seyahatler kolaylaştı. Bir sürü insan Paris, Londra, Barcelona gibi şehirleri komşu kapısı yaptı.
Fakat artık o da yetmez olmuş insanlara. Fatih’le telefonda son konuşmamda “Topla çoluğu çocuğu gelin Foça’ya. Kestane patlatalım yılbaşında” dedim. “Olamaz” dedi.
Çünkü rüyalarıma dar gelecek şöyle bir yılbaşı turu varmış. Önce Güney Kore’yle Kuzey Kore arasındaki tarafsız bölgeye gideceklermiş. Oradan taaa Okyanusya’daki Fiji, oradan da Samao Adaları’ndan Apia’ya. Burası dünyada yılbaşını ilk kutlayan ülkeymiş. Sonra ertesi gün 25 dakikalık uçuşla Pago Pago adasına geçeceklermiş. Uluslararası Gün Çizgisi doğuya doğru geçildiği için bu sayede 1 gün kazanacaklarmış. Ve o gece de dünyada yılbaşını son kutlayanlarla ikinci kez kutlama yapacaklarmış.
Çifte yılbaşı. Pes. Böylesini de hiç duymamıştım. Kıskanmadım desem, yalan.
Paylaş