Öyle nankördür ki, bu tatil dediğin, sen daha öyle mi yapsak, şöyle mi diye gözlerini bu taraftan şu tarafa hülyalı hülyalı devirirken, zırt diye geçiverir.
Hayat gibi...
Kalakalırsın. Pirinç yerine pişmanlıklardan pişmanlıklar ayıklar, tatil fotoğrafları yerine boş duvarlarla bakışırsın.
Aaaa, bir bakarsın o en sıkıcı pazar gecesine gelivermişsin işte... Okul pantolonu tamam, gömlek ütülenecek. Evladım bu ne gevşeklik, son gece geldi, hala başlanmadı mı ödevlere?
SANAT, SPOR, DOĞA TATİLİ
Tam tersi, konumuz tatil ve eğlence. Al boneni, mayonu yanına, tıkıştır neşeni çantana. Takıl koluma. Çıkalım seninle sahil yoluna. Zira bugün de senin için derlediğim en güzel kaplıca, termal, wellness (esenlik) adreslerini vermeye devam ediyorum. Hazır önümüz kış. Kış kışlayalım depresyonları. Araştırıp, bulalım buharı tüten, kemiklerimizi ısıtan, sımsıcacık suları.
AGORA’NIN KRALI NAMAZGAH HAMAMI
Agora’nın giriş kapısının tam karşısında. Efendim kadınlara şu gün, erkeklere bugün diye bir ayırım yok. İstediğin gün git. Kadın, erkek kısımları ayrı. Her birinde soyunmalık, ılıklık, halvet, külhan ve ateşlik (şu kelimeleri telaffuz etmek bile ne güzel) bölümleri var. Her iki tarafın sorumlusu olan karı-koca çift, bol muhabbetçi ve makaracı. Bir kere hamamın 16. yüzyılda yapılmış yığma taş mimarisi, kubbeleri ve ihtişamına bayılacaksın. 2 yıl önce İzmir Büyükşehir Belediyesi burayı 1.2 milyon liraya restore etmiş. 2019’da açılmış. Tarihi ve pırıl pırıl. Giriş 25 lira. Hamamcılar Odası Başkanı Nafi Karaca’nın titizliği sağolsun, İzmir’in tarihi hamamlarından (Karataş, Alibey) hangisine gidersen git, pişman olmazsın. Kese ve sabun masajı sonunda pelte kıvamına kavuşursun. Mis gibi de uyursun.
Yanaklarım al, al. Cildim ışıl, ışıl. Saçlarım pamuk şeker. Ruhum kıpırtısız bir gölde yan gelip huzurla yatmakta. Tertemiz hava damarlarımda maraton koşmakta. Midemin bir tarafında en organik sebzeler samba yaparken, diğer tarafında çim suyu şelaleleri akmakta.
Ve düşün; tüm bunları Salihli, Konak, Balçova, Çeşme, Kuşadası, Pamukkale ve Antalya rotasında yaptığımız, Bir haftalık kaplıca, hamam, termal, spa, wellness, yoga, masaj, sağlıklı beslenme, detox peşindeki yolculuğumuza borçluyum.
O denli, zift asfaltlara yapışmış, karalar bağlamış, bir büyük şehir yorgunuyken, hokus ve de pokus sadece bir haftada, böyle fırıl fırıl uçuşan bembeyaz tül ipekler giymiş, organik ve yerçekimsiz bir insana dönüştüm. Bundan böyle kılıcım havuç, tacım brokoli. Savulun ve durun! Size en başından anlatayım başıma gelenleri.
Bir kere sakın üzülme, “Aman yaz gitti, tatil bitti” diye. Tatil dediğin deniz, güneşten ibaret değil elbette. Hüzünlü sonbaharın bu son günlerinde, tatil alternatiflerinin en sıcak ve buharlı, en sağlıklı ve masajlı olanı sereserpe uzanıyor önünde. “Geç bunları... Bütün bunlar, pahalı ve bol para saçmalı tatil planları...” deme, dediysen de inan her keseye uygun olanı var; sabret, yerinde tespit ettim, tek tek sayacağım; lütfen dinle.
Biri imgeci. Diğeri kelimeci.
Ve işte karşınızda ressam Ali Kotan'la, yazar Selim İleriiiiiiiii!
Kotan'ın işi gücü boya-fırçayla, İleri'nin ki sen de kalem, ben diyeyim tıkır tıkır daktiloyla.
Nazım Hikmet'in Saman Sarısı şiirinde Abidin Dino'a yönelttiği "Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?" sorusu misali, bu kez ressam yazarın kelimelerini resmetti; yazar da ressamın tuvale ya da kağıda yansıttığı imgeleri kelimelere devşirdi.
İster çevirmen ya da simyacı de onlara. İster sihirbaz ya da çilingir. Veyahut Yıldız Gemisi Atılgan'ın Kaptanı Kirk, her biri.
Resmen zamanda yolculuk yapamıyoruz hala ama ah işte bu sanatçılar, 3 kelime, 2 fırça darbesiyle, seni alıp götürürler bambaşka yıldızlara.
1 milyon kişi karşısına geçip de bakarsa bir resme, 1 milyon farklı çağrışım, duygu, anlam uyanır her birinin zihninde. Cümlelerde de öyle. Al kendi geçmişini, vur yarınlarına. Yoğur duygularını, boğ kokulara. Durduğun tek bir sanat eseri karşısında.
Gibi, gibi.
Dur o zaman senin iç sesine yanıtlar yapıştırayım da şu zıp zıp zıplayan haylaz ve meraklı aklını yatıştırayım.
- Bir kere şu Deliklikoy dediğin ıssız yerde sigara izmariti ne arar?
- Haklısın ıssız idi. Dalmayı seven 3-5 kişi o koyu bilirdi. Çok değil 10-15 sene öncesine kadar. Abim Fatih “Haydi toplaşın! Issız bir koya gidiyoruz” diyerek bizi kafalar, tek bir arabaya doldurur, tek bir balıkla göz göze gelip, bakışarak anlaşacak diye, güneş doğarken denize bir dalar, ta dolunayla birlikte denizden çıkardı. Biz artık bekle gülüm, bekle. Aç bilaç, güneşin alnında, sonrasında ayın şavkında. Bir de korkardık tabii, ‘Ne oldu bu Fatih’e acaba, Deliklikoy’dan daldı da, dünyanın yuvarlaklığından sersemleyip, yönünü sapıtıp, Avusturalya’dan mı çıktı?’ diye... O günler çoktan geride kaldı. Şimdi tıklım tıklım dolduruyor insanlar en ıssız koyları.
Bu 2. Bölüm'e geldiysen eğer, geçen haftaki 1. Bölüm'ü okuduğunu varsayıyorum. "Hayır efendim, sepet efendim ben tesadüfen buradan geçiyordum, hayatta da dönüp senin eskilerini okuyamam" dersen, üşengeçlik edersen eğer, buyur o zaman; geçen haftanın kısa bir özetini veriyorum:
Özet: Bir varmış, bir yokmuş bundan 55 sene evvel 3 Karşıyakalı, 1 İzmirli 14-15 yaşlarında 4 genç, ellerindeki 2 bagetle ve müzik aşkıyla alev alev yanan 4 adet kalpleriyle "4 Halifeler" diye bir müzik grubu kurmuş. Önce kiralık enstrümanlarla müzik yapmışlar. Sonra yerel yarışmalardan gelen ödüller, düğünlerde, sinemalarda çalmalar derken kendi enstrümanlarını almışlar. Tire, Torbalı düğünlerinde eşrafı Rolling Stones ve Beatles'larla coşturmuşlar. İzmir Kız Lisesi'nde düzenlenen bir orkestra yarışmasına pelerinler, peluşlar, etol kürkler kuşanıp, annelerinin kolyelerini takıp takıştırıp öyle bir iddialı gitmişler ki, okulda izdiham yaşanmış. Rivayete göre arkalarından koşan kızlar arasında 13 yaşındaki Sezen Aksu bile varmış...
Turgay Bakalım, Korhan Atay, Tufan Usal ve Cumhur Payziner... Grup kurana kadar 2-3 kere gitar - mandolin tıngırdatmaktan öteye geçmemiş 4 genç. Lafı uzatmıyorum. Hikayenin devamını ilk ağızdan dinleyin diye sözü Korhan Atay'a bırakıyorum.
"Müzik kalitemiz giderek arttı, repertuarımıza Cream tarzı toplulukların psychedelic rock türü parçaları da eklendi ve sonunda Amerikalılar bizi keşfetti...
Amerika'ya turneye gidip, albüm doldurmadık tabii. Bizim Amerikalılar zaten İzmir'deydi: Çiğli'de Amerikan hava üssü vardı ve aile sahibi subayların büyük çoğunluğu Karşıyaka-Bostanlı'da otururdu. Ben de ailemle birlikte Bostanlı'da oturuyordum ve memur anne-babam çalışırken biz gün boyu evde müzik provası yapardık. Tabii tüm komşu Amerikalı veletler de bizim eve kamp kurardı. Bu sayede olacak, haftada bir gece Çiğli hava üssündeki "Teenclub"da çalmaya başladık. Orada dikkat çekince üssün subay kulübüne terfi ettik. Yine haftada bir gece çalıyorduk. Esas bomba ondan sonra patladı, bizi astsubay kulübünde çalmaya davet ettiler. Üsteki Amerikalı askerlerin büyük çoğunluğu astsubaydı ve biz haftada altı gece çalmaya başladık. Kalan bir gecede mekanda Bingo oynanıyordu. Düşün; 1968-1969 yılbaşı gecesinde bile biz sahnedeydik... Bir öğrenci için iyi sayılabilecek paralar kazandık ve kazandığımız paraların bir kısmıyla Turgay'a ikinci el bir Fender Jaguar gitar aldık ki, kapalı ekonomi uygulanan o yıllarda bu hayli zor bir işti.
1969 yazında Bodrum, Marmaris, Fethiye vb. yerler henüz keşfedilmediği ve bugünün korkunç betonlarıyla kaplanmadığı için çok popüler ve güzel bir yer olan Kuşadası'nda çaldık. Hem de haftada altı gece bir diskoda...
Nasıl kurulmasın? Düşünsene Elvis Presley, Paul Anka, Neil Sedaka, Cliff Richard & The Shadows zaten dünyayı sallıyor ve yetmezmiş gibi karşıdan gümbür gümbür Brit Rock'ın devleri Beatles, Rolling Stones, Animals, Kinks falan geliyor.
Taş olsan erirsin.
O sıralarda 3 Atatürk Liseli, 1 İzmir Ticaret Liseli (kendi deyimleriyle 3 Karşıyakalı, 1 İzmirli) "Ne duruyoruz canım, haydi biz de helva yapsak ya" deyip 3 saniyede grup kuruyor. Yıl 1964, yaşları 14-15.
Tabii takdir edersiniz ki helva yapmak için de malzeme gerekir. Bizimkiler üç beş gitar, mandolin tıngırdatıp, plak koleksiyonu yapmak dışında öyle profesyonel müzisyenler falan değil. Fakat şükürler olsun ki ellerinde sadece bateristin sahip olduğu 2 baget (çubuk) ve müzik aşkıyla alev alev yanan 4 adet kalp var.
Bul kast ajansından 'pudralı saçlarını süpürge etmiş ama nankör evlatlara yaranamamış iyilik ve güzellikte' bir amca ve bir teyzeyi. Nostaljik bir konağa oturt, ver ellerine rengarenk şekerleri... Trik trok, trik trok diye diye acımasızca ilerlerken duvar saati, gözleri pencereye asılı kalsın ve sonunda gelmesin o cıvıltılı ve kendinden kalabalık sevdicekleri.
Tabii bir de döşe altına en acılı Adana kebap müziğini. Ver peyderpey gam, hüzün ve keder hissini.
Sanki içimizdeki bir damla mutluluk reklamcılara batmış da bir an önce gözyaşlarımızı tahsil etme telaşındalar.
Çünkü onlar, bizim ne kadar da nostaljik varlıklar olduğumuzun farkındalar.
Halbuki belki de takılmamak lazım geçmişe. Kimbilir belki de gelecek, çok daha güzel günler getirecek.