İLK kırmızı hat 1970’lerin başında Washington ile Moskova arasına çekilmişti. Başkanların yatak odalarına konulan kırmızı hatta bağlı telefonlar, bir muhtemel nükleer savaşı önlemek içindi.
Türkiye’nin kırmızı hattı hiç oldu mu, bilmiyorum.
Körfez Savaşı sırasında Özal ile Bush arasında bir kırmızı hattan söz edilirdi.
Rahmetli telefonla oynamayı severdi.
‘Çeviriyorsun Bush çıkıyor, çeviriyorsun Bush çıkıyor...’ diye arada bir arayıp Bush’un canını sıkıp sıkmadığını da bilemeyiz.
Bizim medya ‘kırmızı hat’ sözcüğünü her zaman heyecanlı bulmuştur.
İşte ‘Washington ile Başbakanlık arasına kırmızı hat’ müjdesinden sonra, şimdi yeni bir haber:
‘İsrail Başbakanı Şaron ile Erdoğan arasına kırmızı hat...’
*
Hadi diyelim ki kırmızı hat çekildi, telefonlar bağlandı.
Ve telefon çaldı.
Söylemesi ayıp Başbakan dil bilmediği için ve o saatte tercüman olanağı olmadığından ne yapacak?
Ben öyle istenmeyen, yanıt verilemeyecek, ya da başa çıkılamayacak telefonlar geldiğinde biz Türklerin reflekslerini bilirim:
Önce telefona doğru koşulur.
Yaklaşılınca bu sefer geriye doğru koşulur.
Sonunda orta yerde durulur. Bir ayak dizden kırılıp ‘seksek oyunu’ pozisyonu alırken, öbür ayak üzerinde zıplayarak üç tur dönülür.
Bu arada telefon sustu sustu...
Yok eğer susmadıysa, üç tur yedi tura tamamlanır.
*
Diyelim ki hadi Başbakan ahizeyi aldı eline ve kırmızı telefonun tabiatına aykırı olarak ‘Kimsin?..’ dedi...
Ve ilk cümlelerin her zaman hal-hatır cümleleri olduğunu tahmin edip ikinci cümleyi söyledi:
‘Sizi sormalı...’
Sonra?..
Burada en işe yarayacak yöntem ‘Yanlış numara...’ deyip telefonu kapatmak ve dönüp evdekileri ‘Şaron diye birisi ararsa ben evde yokum...’ diye sıkı sıkı tembihlemek.
Ne bileyim ben?
Bir olağanüstü savaş-mavaş durumunda çaldığını düşünün.
En iyisi kırmızı hatlık bir sorunun çıkmamasını, kırmızı hattın hiçbir zaman çalmamasını dilemek.