DAHA uçaktan iner inmez; siyaset, memleket meseleleri, devlet, yönetim, iktidar, muhalefet, Meclis, rejim, cumhuriyet, iç politika, dış politika gibi kavramları unuttum.
Kulağımda bir çingene müziği çalmaya başladı.
Durduğum yerde üç kez zıpladım.
Hemen peşinden belki on kez, "Bana ne siyasetten, devletten, memleket meselelerinden, cumhuriyetten, bilmem neden.." diye düşündüm.
İstanbul insanı böyle yapıyor.
Ve ilk iş arabanın şoförüne kafamdaki en önemli sorunu sordum:
"Pınar Altuğ, Sanem Çelik olayı ne oldu?.."
O daha ağzını açmadan "olay" konusundaki görüşlerimi uzun uzun anlattım, şoför dinledi.
Zaten o da bana, "Çiğdem Kayalı’ya sevgili dayağı" haberini verdi.
Asla "O kim?.. Necidir?.." demedim, ağzımı kare biçiminde oldukça büyük açıp "Aaaaa... O kıza da yapılır mı?.." dedim.
*
Birdenbire Cem Yılmaz’ın esprilerine gülmeye başladım. Aslında Cem Yılmaz orada değildi, zaten ortada espri falan da yoktu.
Olsun, ben güldüm.
İstanbul insanı böyle yapıyor.
Ankara’da yürürken genelde "Onuncu Yıl Marşı"nı içimden içimden söylerdim, İstanbul’a ayak basar basmaz marşın sözlerini ve müziğini unuttum.
Şoföre onu da sordum:
"Hani bir marş vardı ’Yaşa varol’ diye başlıyor, nasıldı o?.."
Şoför "O şey... Müslüm Baba söyler..." dedi.
*
Medyamızdaki güllük gülistanlık haberlerin nedenini daha iyi anlıyor insan, İstanbul’a gidince.
"Rejim" deyince insanın aklına kilo vermek, "Cumhuriyet" deyince sucuk, "iktidar" deyince söylemesi ayıp.....
Ben ilk karşılaştığım tanıdığa "Oranın mönüsü iyi değil, karidesler soğuk geliyor..." diyerek "muhalefet" yaptım.
Yolda yürürken arada bir topa kafa atar gibi zıpladım.
Memleketin ne kadar bolluk ve bereket içinde olduğunu, iyi şeyler de yapıldığını, Tarkan’ın yeni albümünün çıktığını, Sultanahmet’in önüne dört tane gökdelen sığabileceğini, Mehmet Ali Erbil’i özlediğimi, seneye kalmaz AB’ye gireceğimizi, askerlerimizin durup dururken gidip kendilerini PKK’ya vurdurduklarını, ekonomide Türkiye’nin yıldız gibi parlamakta olduğunu düşündüm.