Hayat kadını...

BEN İstanbul’u, eskiden genç, güzel, alımlı olan bir "hayat kadınına" benzetirim.

Şimdi yine de çekici...

Ama tenindeki kozmetik, koynuna giren áşıklarının bıraktıkları derin tükenişi silmeye yetmiyor.

Baldırında; kum, kömür, taş ocakları olan serseri hovardaların bıçak yerleri var.

Boğazının iki yanında, paralı müteahhitlerin teninde açtıkları derin diş izleri öyle duruyor.

O boğazındaki iki boncuklu gerdanlığı gösteriyor:

"Birisini NATO müteahhidi Süleyman Bey taktı... Şunu da ondan sonra koynuma giren borsacı Turgut Bey..."

Kimi zaman mutlu gözüküyor, Sarayburnu’ndaki gece álemlerini anlatıyor, gazelhanların kendisi için okudukları gazelleri anımsıyor. Şairlerin kendisi için yazdıkları şiirleri, bestecilerin uğruna yaptıkları unutulmaz bestelerini mırıldanıyor.

Ama uzun sürmüyor mutluluğu, bir anda hüzünlenip dalıyor:

"Eskiden neyim vardı biliyor musun?.."

"Neyin?.."

"Ahşap konaklarım, yalılarım... Bahçelerim, koruluklarım... Seni seviyorum deyip koynuma giren sattı-savdı hepsini..."


Artık kötü bir parfümü var.

Koylardan gelen keskin bir losyon...

Burnunda kocaman bir sivilce çıkmış "Gökkafes" diyorlar.

Sonra yine mutlanıyor, yeni zamparalarını sayıyor:

"Ofer, Dubaili Araplar, ecnebiler... Kimi zaman yerli-yabancı yatırım isteyenler birlikte geliyorlar, bilirsiniz grup şeyi yani..."

Muzip muzip gülüyor:

"Acarlar’ı ahlak zabıtası bastı, duymuşsunuzdur... Bir de imamlar gelmeye başladılar... Okuyup-üfleyip istediklerini yapıyorlar... Dikilmiş kule projesini eline alan yanaşıyor... Yeter ki açık bir yerimi bulsunlar, diken dikene..."

*

Ben o kadını otuz sene önce tanımış, herkes gibi sevmiş ve áşık olmuştum güzelliğine.

Benim gibiler sadece uzaktan bakıp onun hüzünlü şarkılarını söylediler.

Ama zengin zamparalar, şehvet salyalarını sile sile bütün güzelliğini aldılar elinden.

Teneke bigudileri, pudraları, kırmızı ruju, kalın fondöteni, akmış rimeli, kötü makyajı, sırasını bekleyen áşıklarıyla orada duruyor.

O İstanbul...
Yazarın Tüm Yazıları