Paylaş
Ben arabamla hız rekorunu, karım ‘‘Aman yavaş git, bir şey olmasın sonra...’’ dediğinde kırdım...
Doğrusunu isterseniz benim aklımda hızlı gitmek yoktu...
İlk trafik kazasını ise babam ‘‘Benim oğlum çok dikkatli araba kullanır...’’ dediğinden hemen sonra yapmıştım...
Dudaklarımı uzatıp, gözlerimi çizgi yaparak karıma ‘‘Benim kadar iyi direksiyonu olan yoktur... Yani tehlikeyi beş kilometre uzaktan anlarım...’’ dediğimde ise, belediyenin açtığı kaçınılmaz şehir suyu kanalı on metre önümüzdeydi...
Ki ben o gün-bugündür bizim mahallenin çocuklarını köşe başında toplu gördüğüm anda yaklaşıp ‘‘Aman çocuklar... Araba dediğin yavaş kullanılmalı...’’ derim...
Aslında çoğunun ehliyeti yok...
Zaten arabaları da yok...
*
Bağdat Caddesi yarışlarına gelince:
Para ile ahlaksızlık bir araya geldiğinde, ortaya çıkan tipik hastalıklardan birisi...
Kimi zaman diskoda parayı bastırıp garsonun ceketini yakmak gibi ortaya çıkar...
Kimi zaman ormanı kesip villa yaptırmakla...
Kimi zaman da işte böyle sorumsuz babalarının-annelerinin paraları ile pahalı arabalar alıp, şehir içinde yarışırken masum insanların canına kıyarak...
Bakın psikolog Nur Yaycıoğlu bunlar için ‘‘Kişiliği oturmamış, zeká düzeyi düşük...’’ diyor.
*
Kaç gündür televizyonlar Bağdat Caddesi'nin yarış cinayetlerini birinci haber olarak veriyorlar...
Ama yayıncıların bu cinayetlere niçin üzüldüklerini de anlamış değilim...
Çünkü her gece dehşet-kan-ölüm dolu filmleri çocuklara gösterip, araba parçalamanın, arabayla uçmanın, araba ile takla atmanın kahramanlığını sunduktan sonra...
Batı'da artık pazar bulamayan ucuz-kanlı filmleri getirip, bu ülkenin çocuklarına araba ile adam öldürmekten, araba ile çatıya çıkmaya kadar yüzlerce manyaklığı öğretmek, sonra da Bağdat Caddesi yarışlarında ölen gençlere üzülmek...
Bir başka hastalık değilse, ne?..
Zorunlu trafik eğitim yayınlarını herkes uyurken yayınlayıp, ama ne kadar araba manyaklığı varsa çocuklar uyumadan göstermek, sonra da oturup yarışan serserilere kızmak...
Ne bu?..
Paylaş