Telefonlarımız dinleniyor.Doğrusunu isterseniz gazetecilerin telefonu her zaman dinlenir. Çünkü bizim istihbaratçılarımız tembeldir. Gidip yorucu araştırma yapacaklarına, oturup gazetelere gelen haberlerden yararlanmayı daha kolay bulurlar. Artık herkes açıkça biliyor ki bizim telefonları dinliyorlar. Tabii ki bizi arayanlar da şimdi daha temkinli. Çoğu ortadan yok oluverdi. Kalanlar, konuşma aralarında sık sık ‘‘Sayın Cumhurbaşkanıma da saygılarımı sunarım’’ diyorlar. Bu yöntemle yukarı makamlara mesaj göndermek, telgrafla mesaj göndermekten daha garantili. * Gazetecilerin telefonları her zaman dinlenir. O kış telefonlarımızı dinleyen memur grip olmuştu. Telefonda sık sık ‘‘Fırtt...’’ sesleri duyardık. Yazıişleri müdürümüz Ahmet Nadir ona ilaç tavsiye etti: ‘‘Nane-limon içeceksin... Naneyi çaydanlığa bolca koyup iyice kaynattın mı?..’’ ‘‘Kaynattım...’’ ‘‘Sonra içine iki dilim limon...’’ * Cep telefonlarını ise asla sevmedim. Başlarda, onların özgürlüğümüzü elimizden aldıklarını söylüyordum. Ama onların aynı zamanda cebimizde dolaşan birer ajan-polis oldukları hiç aklıma gelmemişti. Eskiden de dinlerlerdi. O eski kış telefonumuzu dinleyen memurun gribi geçti, bir süre sessiz sessiz dinledi. Zamanla telefonla iktidar muhaliflerinden demeç aldığımızda, zırt araya girerdi: ‘‘O öyle değil...’’ Zaten biz de demeç aldığımız kişiyi bırakıp, ondan demeç almaya başlamıştık: ‘‘Peki acaba siz ne diyorsunuz?..’’ * Ben ‘‘Konuşan Türkiye’’yi düşünürüm. Konuşan Türkiye, telefonda dahi konuşamıyor. Cep telefonlarınız, ceplerinizde birer polis. Bu yüz kızartıcı konumda herkes tehdit ve şantaj altındadır. Övündüğümüz o çağdaş aletler, birdenbire elimizde yüz kızartıcı birer suç aletine dönüşüverdi. Telefon her çaldığında... Utanırım...