Paylaş
◊ Travel Channel’a hazırladığınız belgesel projeniz için geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye gittiniz. Öncelikle Troya Savaşı’nı anlatan bölümün detaylarından biraz söz eder misiniz?
- Biz bu belgeselde, eski hikayeleri, mitolojik efsaneleri, onlarla ilgili ulaşılan son bilgileri ve gelişmeleri veriyoruz. Türkiye’ye de Troya Savaşı ile ilgili son keşifleri öğrenmek için gittik. Neler olup bittiğini, ulaşılan son bulguları uzmanlarla konuştuk. Troya Savaşı bir gerçek mi yoksa kurgusal bir mit mi sorusuna cevap aradık.
◊ Tarihe, eski kültürlere merakınız ne zaman başladı?
- 13-14 yaşlarımdayken, eski kültürlerin ve mitolojik olayların dikkatimi çektiğini, bu bilgileri öğrenmeye aç olduğumu fark ettim. İyi bir öğrenci değildim. Okula gitmeyi hiç sevmiyordum. Okulla ilgili sevdiğim tek şey tarih dersleriydi. Sanırım 8’inci sınıftayken tarih dersinde Yunan Mitoloji okumuştum. İyi not aldığım ve ödevlerimi yaptığım ilk ders o olmuştu... Diğer derslerde ödev yaptığımı hiç hatırlamıyorum (gülüyor). Sadece sınavlara girip sınıfı geçmeme yetecek kadar not almaya çalışırdım. Sadece tarih derslerinde ödev yapıyordum çünkü gerçekten öğrenmek istiyordum.
BU GİDİŞLE 6 ÇOCUK DAHA YAPARIM
◊ Belgeseli, Los Angeles merkezli olan, İstanbul’da da faaliyet gösteren Karga 7 Pictures çekiyor. Projenin yapımcıları Emre Şahin ve eşi Sarah Wetherbee ile nasıl tanıştınız?
- Birkaç yıl önce, daha son çocuğum doğmamışken tanıştık. “Son çocuğum” da dememeliyim aslında! Sonuçta birkaç yılda bir dünyaya çocuk getiriyorum, bu gidişle 6 tane daha yapacağım herhalde. Neyse, konuya dönersek... Bir proje geliştiriyordum. Fikir aşamasındaydı. Prodüksiyon şirketi araştırıyordum onun için. Derken bir arkadaşım Karga 7’den bahsetti. Emre’nin yaptığı birçok yapımı izlemiştim zaten. Hepsi harika, beğenerek takip ettiğim şovlardı. Benim için de belgeselimin güzel olması, izleyicinin ilgisini çekecek şekilde çekilmesi, gittiğimiz yerlerin ruhunu ve güzelliğini izleyiciye yansıtması, hikayenin anlatımı önemliydi. Karga 7’nin yapımlarını daha detaylı inceleyince isteklerime en güzel onların cevap vereceğini anladım. Devamında zaten birlikte çalışmaya başladık.
◊ Çekimler sırasında Türk yemekleri yediniz mi?
- Yemez miyim... Ketojenik diyet yapıyorum, o yüzden karbonhidratlı besinlerden uzak durmaya çalışıyorum. Ne yedin derseniz; çok fazla kuzu eti yedim. Hatta normalin oldukça üstünde tükettim diyebilirim. Türkiye’de en çok hoşuma giden şey etin lezzeti ve doğal olmasıydı. Burada (Amerika’da) doğal et bulmak için gerçekten çaba sarf etmek zorundasınız. Türkiye’de her şey çok lezzetli ve doğaldı. Onun dışında Türk baharatları da favorilerim arasına eklendi.
KAHVE FALI BAKTIRDIĞIM ANLAR BELGESELDE DE VAR
◊ Astrolojiye meraklı olduğunuzu duydum. Peki falla ilginiz var mı? Mesela Türkiye’deyken Türk kahvesi içip fal baktırdınız mı?
- İstanbul’a ilk gittiğimde her sabah bir Türk kahvesi içiyordum. Çok sert ama çok da güzel bir tadı var. Servis ediliş şekli ve minik olması da hoşuma gitmişti. Artık kahve içmiyorum. Yıllar sonra ilk kahvemi yine Türkiye’de içmiş oldum. Kahvemi hazırlarlarken çok az kahve koymalarını özellikle belirttim. Biliyorsun minik fincanı en tepeye kadar dolduruyorlar, ben de tamamını içtim. Kalp atışlarım nasıl yükseldi anlatamam, kan damarlarımın içinde deli gibi akıyordu. Başka bir yaratığa dönüşüyormuş gibi hissettim çünkü yıllar olmuştu kahve içmeyeli. Türk kahvesi de hafife alınacak bir kahve değil...
◊ Ya fal?
- Evet, o kahveyi içtikten sonra bir hanım falıma baktı, söylediği her şey pozitifti. Kötü bir şey demedi. Yaptığım işle ilgili cesaret verici şeyler söyledi. Hepsini belgeselde izleyeceksiniz. Kahve falı çekimlerini Emre’nin babası Dr. Haluk Şahin’in evinde yaptık zaten. Çok güzeldi.
iSTANBUL’U ANLAMAK iÇiN KAPALIÇARŞI’YI GÖRMEK ŞART
◊ Gelelim benim de doğup büyüdüğüm, dünyanın en özel şehirlerinden olan İstanbul’a... Neler söylemek istersiniz İstanbul’la ilgili?
- İstanbul çok güzel bir şehir gerçekten. Çok yoğun, çok hareketli bir şehir. Çok da kalabalık, öyle değil mi? Kaç milyon insan var İstanbul’da emin değilim ama New York’tan bile fazla olabilir. Her yer inanılmaz kalabalık (gülüyor). İstanbul’da bana en ilginç gelen şey tüm modern yapıların yanında bir bakıyorsunuz yüzlerce yıllık bir saray çıkıyor karşınıza. İstanbul’da tüm o yeni binaların içinde bile eskiyi hissetmek mümkün. Bu bana çok ilginç gelmişti.
◊ Nerelere gittiniz İstanbul’da?
- İstanbul’da bir günümüz tamamen boştu. Hedefimiz Kapalıçarşı’ya gitmekti ama şöyle oldu... Öncesinde kendime sandalet almak istedim, çünkü yanımda sadece kapalı ayakkabılar vardı ve hava çok sıcaktı. Ayaklarım hava alsın istedim (gülüyor). Onun için bir alışveriş merkezine gittik, tesadüfen de indirim vardı. Dört saat alışverişte harcayınca Kapalıçarşı’ya geç kaldık, meğer saat 19.00’da kapanıyormuş. Kapanması için çok erken bir saat değil mi? Annem de benimleydi ve özellikle onun görmesini çok istemiştim oysa. Çünkü bana sorarsanız, İstanbul’u anlamak için mutlaka Kapalıçarşı’ya gitmek zorundasınız.
◊ Ama İstanbul’a ilk geldiğinizde gitmiştiniz oraya, öyle değil mi?
- Evet, ben görmüştüm Kapalıçarşı’yı. O kadar çok şey almıştım ki hem de... Kırılabilir bir sürü süs eşyası ve lambalar. Onları yanımda taşıyıp riske atmak istememiş, hepsini adresime postalatmıştım.
TÜRKiYE’DE SiNEMA FiLMi iÇiN SEÇENEK ÇOK
◊ Bu sefer Çanakkale’ye de gittiniz. Oradan bir şey aldınız mı?
- Evet. Gezdiğim müzelerin hediyelik eşya mağazalarından birçok heykel ve harika koleksiyon parçaları satın aldım...
◊ Türkiye inanılmaz film lokasyonlarına sahip bir ülke fakat bizim ülkemizde çok fazla büyük prodüksiyon çekilmiyor. Sizce neden? Sektörde uzun yıllar çalışan biri olarak neler söylemek istersiniz bu konuda?
- Sektörde uzun zamandır varım fakat karar verenler tarafında değilim. Parayı ben yönetmiyorum. Yine de çok iyi bildiğim bir şey var, vergi kolaylığı sağlayan, prodüksiyonun ucuza mal olduğu ülkeler bu açıdan daha şanslı. Doğru diyorsun, Türkiye’de seçenek çok; özellikle arkeoloji ve tarih konusunda Türkiye’nin her yeri cennet. Öte yandan prodüksiyonlar için çok farklı seçenekler de var, mesela Bodrum harika bir yer, neden orada film çekilmesin değil mi? Ama dediğim gibi bu konuda vergi anlaşmaları çok önemli...
HAYATIMIZ NORMAL AiLELER GiBi
◊ 3 çocuğunuz var, çocuklarla Megan’ın bir günü nasıl geçiyor?
- En küçük bebeğim 2 yaşına girecek. O hâlâ bizimle uyuyor. Genelde 05.30-06.00 arası uyanıyor. Biz de onunla birlikte kalkıyoruz. Biz kalktığımızda diğer iki çocuğum zaten kalkmış ve oyun oynuyor oluyor. Kahvaltımızı yapıp iki büyüğü okula bırakıyoruz. Sonra spor yapıyoruz, öğlen yemeğimizi yiyip bebekle ilgileniyoruz. Akşam yemeği pişiriyoruz. Akşam yemekten sonra çocuklara hikayeler okuyor, onlarla resim yapıyoruz. Diğer normal aileler gibi bir hayatımız var.
◊ Ailece seyahat ediyor musunuz?
- Hayır etmiyoruz... Üç çocukla uçağa binmek bana hiç eğlenceli gelmiyor. Çocuklara iPad ve telefon vermediğim için onları meşgul edip oyalamak da tümüyle bize düşüyor. O yüzden hep birlikte seyahati açıkçası tercih etmiyorum...
SÜREKLi HAMiLEYiM VE ÇOCUK DOĞURUYORUM
◊ Ufukta yeni film projeleri var mı?
- Bende ne oluyor biliyor musun? Sürekli hamileyim ve çocuk doğuruyorum (gülüyor). Sinema sektöründe hamileyken çalışılmıyor maalesef. Her hamilelik 1-2 yıl götürdü kariyerimden. En son televizyon serisi “New Girl”ü yaptım. Çok sevdiğim de bir iş oldu. Şimdi üzerinde çalıştığım birkaç bağımsız film var. Sonra belki bir gişe filmi yapabilirim ama şimdilik odaklandığım tek şey “Myths&Mysteries”...
◊ Megan Fox’un güzellik sırları ile de röportajımızı noktalayalım o halde...
- Sadece çok sağlıklı besleniyorum, başka bir sırrım yok (gülüyor)...
Paylaş