Geçtiğimiz haftalarda Margot Robbie’nin de katıldığı “Barbie” filminin gösterimindeydim.
Academy’s Pickford Center’daki gösterim sonrası soru-cevap etkinliği yapıldı.
Margot Robbie ile daha sonra Sunset Bulvarı’ndaki Pendry Hotel’de düzenlenen özel davette de buluştuk.
Ünlü yıldız, oyuncu olmaya nasıl karar verdiğini şöyle anlattı:
“Bu cevabı vermeli miyim bilmiyorum ama dürüst cevap bu ve başka bir şey anlatmak istemiyorum. Kendimi bildim bileli film izlemeyi sevdim. Takıntı derecesinde sinema tutkum vardı. Okul piyeslerinde rol alırdım ve sevdiğim filmleri tekrar tekrar izlerdim. Avustralya’da oyuncu olmak çok uzak görünüyordu, çünkü orada ortak algı, Amerika’da oyuncu olman gerektiği yönündedir. Bir gün korkunç bir Avustralya yapımı televizyon dizisi izliyordum. Dizide oynayan kız benim yaşlarımdaydı. İzlediğim anları hatırlıyorum, çünkü ‘Allah’ım bu nasıl berbat bir oyunculuk’ diye söyleniyordum. İzlerken ‘Ben daha iyi oynarım’ diyordum. Sonra ‘Birileri bu kıza iş vermiş. Ben o kızdan daha iyi oynayacağıma eminim, o zaman bana da birileri iş verir. Daha iyi oynayan insanlar yapmalı bu işi, o kişilerden biri neden ben olmayayım?’ diye düşündüm. İzlerken korkunç bulduğum o dizi ve kız, beni bu işe yönlendiren en ilham verici şeyler olarak mesleğimi seçmemi sağladı.”
Yıldız başına 1 milyon dolar
◊ Bu hikâyeyi anlatmaya nasıl karar verdiniz?
- Chloe Domont: Tekrar tekrar yaşadığım bir duygu vardı. Bazı iş fırsatları ve başarıları elde ederken ilk tepkim heyecan ve mutluluk değil korkuydu! Bu his içinde bulunduğum ilişkiden kaynaklanıyordu. Benim yaptığım işte iyi olmam, ilişkide olduğum kişiyi küçük hissettirdiğine dair dile getirilmemiş bir gerilim vardı. Ben de ilişkilerimi korumak için başarımı veya heyecanımı minimumda tutmaya çalışıyordum. Bu, tekrar tekrar fark ettiğim ve yaşadığım bir durumdu. Kökleşmiş güç dinamikleri bugün bile hâlâ üzerimizde etkili. Gerçek şu ki, modern çağda, ileri görüşlü erkeklerin yaşadığı ortamlarda bile erkeğin daha başarılı olması ilişki için bir kazanç ama kadının erkekten daha başarılı olması erkelere bir tehdit gibi geliyor. Fair Play’de anlatmak istediğim konu buydu.
◊ Filmin oyuncularını seçerken nelere dikkat ettiniz?
- Chloe Domont: Emily karakteri için yükselen bir yıldız arıyordum. Aşırı başarılar elde etmemiş ama parlayan bir yıldız arıyordum. Çünkü karakter de öyle, seçtiğim oyuncuyla karakterin paralel olmasını istedim. Ama en önemlisi çok yönlü yetenekli bir oyuncu arıyordum. Sıcaklık ve savunmasızlıktan korkusuzluk boyutuna geçen bir genç olmasını istedim. Phoebe istediğim çeşitliliğe uygun bir oyuncuydu. Bu biraz da içten gelen bir his galiba, bu rol için uygun olduğunu hissediyordum.Alden’in canlandırdığı rol ise sevecen bir adamdan kıskanç ve karanlık bir karaktere bürünüyordu. Geniş yelpazede bana istediğimi verebilen, karakterin içine girebilen ve bunları yaparken de karakteri çok fazla yargılamayan bir oyuncu arıyordum. Alden’in doğru bir tercih olduğuna inandım.
EŞİNDEN BAŞARILI KADINLARI KONUŞMAYI SEVMİYORUZ
◊ Seyircinin filmden ne çıkartmasını bekliyorsunuz?
- Chloe Domont:
◊ Uzun zamandır oynadığınız ve derinden hissettiğiniz bir karaktere, Charles’a veda etmek nasıl bir duygu?
- Hem acı hem tatlı bir şey. Aktör olmayı sevmemin nedenlerinden biri kısa sürede çok yoğun şekilde bir şeyler yapmak. Bu yüzden uzun süren epizodik televizyonu çok zor buluyorum. Konsantrasyonu ve ilgiyi aynı seviyede sürdürmek gerçekten kolay değil... The Crown’da sona gelince olağanüstü derecede rahatlama hissi yaşamadım. Gerçi doğruyu söylemek gerekirse artık bu kadar büyük bir karnavalın parçası olmamak biraz rahatlattı. Charles’i oynamak zorunda olmadığım için mutluydum... Ama şimdi onu özlüyorum. Geçen gün kendimi yakaladım Charles gibiydim, kendi kendime “Ne yapıyorum ben” dedim. Muhtemelen oynadığım tüm roller bazı yönleriyle seninle yaşıyor. Charles bazı nedenlerden ötürü benimle yaşaması gerekenden biraz daha uzun süre yaşadı. Belki de onunla ilgili haberleri okumaya devam ettiğim için. Soruya dönersem vedayla gelen bir rahatlama oldu ama esas olarak hissettiğim şey inanılmaz derecede şanslı olmaktı. Harika insanların, ellerinden gelenin en iyisini yaptığı, televizyonda birçok açıdan yeni standartları belirleyen bir şeye dahil olmak çok keyifliydi.
◊ “The Crown”, 2016’dan bu yana insanların hayatının bir parçası oldu. İzleyicilerin bu diziden ne aldığını düşünüyorsunuz?
- Harika bir TV yapımı. Tempolu, iyi oynanmış, iyi yazılmış harika bir yapım. Ve konuştuğum insanlardan da aynısını duyuyorum. İzlemesi kolay, çok ilgi çekici ve eğlenceli bir yapım. Belki de monarşiye farklı bir bakış, biraz anlayışa teşvik ediyor. Kraliyet ailesi, devleti, anayasayı sembolize ediyorlar ama aslında çok sıradan insanlar. Bu sıradan insanların özel hayatlarını, hislerini, düşüncelerini ve duygularını kamusal kişilikleri ve görevleri nedeniyle ikinci planda tutmak zorunda kaldıklarını izliyoruz. Sanırım bu yüzden bu kadar ilgi çekici bir dizi.
◊ “The Crown”da oyuncular ve ekip dışında en çok neyi özleyeceksiniz?
- Boyun eğip selam veren insanlar ve kıyafetler... Bu sezon çektiğimiz son sahnelerde, York Minster’daydım, büyük katedralde çekim yapıyorduk. Büyük bir koro, büyük bir orkestra, harika askeri üniformalar giymiş bir sürü insan. Sanırım üç düzine süslü defne ağacı ve koridordan biz yürürken eğilen ve selam veren 400 figüran... Orkestra çalıyor o anda daha iyisi olamaz diyorsun. Sanırım bu ölçekte ihtişamı gerçekten özlüyorum... Çekimler bitti, eve geldim ve çocuklar selam vermek için eğilmeyi bırak yüzüme bakmıyor bile. Kıyafetler berbat... Evin çatısı akıyor. Kraliyet üyesi olarak biraz zaman geçirmek güzeldi.
◊
◊ “Saltburn” etkileyici bir film... Sizin performansınız da harika. Emerald Fennel’in senaryosunu ilk okuduğunuzda karakteriniz Elspeth’te ne gördünüz? Bu karakterin kendini aşırı beğenmişliğiyle nasıl bağlantı kurdunuz?
- Karakterim Elspeth çocuklarına karşı neredeyse tamamen ilgisiz ve sıra dışı bir anne. Ailesiyle bağlantı kurmayan tavrını saklamak için de aile dışındakilerle çok ilgileniyor. Başkalarına karşı kendisini bile hayrete düşürecek kadar hayırsever bir tanrıçayı oynuyor ve insanı büyülüyor. Aslında Elspeth birisini büyülemekten başka hiçbir şeyi de sevmiyor. Aynı zamanda mesafeli, kendine çok yaklaşılmasını da istemiyor. Emerald karaktere o kadar çok renk katmış ki... Kendisini her türlü gerçek duygudan mahrum bırakan, duygusal açıdan zayıf bir karakter Elspeth. Başına çok travmatik bir şey geldiğinde onu yaşamaktan o kadar korkuyor ki hemen üstünü örtüyor. Senaryoyu okuduğumda ilk düşündüğüm, oynaması çok ilginç bir şey olacağıydı. Elspeth, bir şeyin gözüne gerçekten bakmayan bir karakter...
◊ Bu karakteri canlandırmak için kendi hayatınızda nelerden yararlandınız?
- Filmin zaman dilimi 2006 yılı, o dönemi çok iyi hatırlıyorum. Magazin dergilerinde yer alıyordum. Londra’da sürekli fotoğraflarım çekilirdi. Ünlü kadınlar için ne kadar zor bir dönem olduğunu hatırlıyorum. Hatta zordan daha da fazlasıydı. Herkes birilerini yakalamaya hazırdı. Keşke seni taksiden düşerken yakalasam ya da bir galaya giderken harika görüntülendikten sonra çıkışta fazla alkollü yakalasak... Ya da terli koltuk altlarıyla. Kadınları utandırmaya hazır olunan bir dönemdi... Filmin malzemesi de bunlar. Küçümseyen, küstah ve yargılayıcı ortamlar...
HİÇBİR ŞEKİLDE AYNI SAYGIYI GÖREMEZSİNİZ
◊ Elspeth gibileri var diyorsunuz...
- İngiltere’de büyüdüğünüzde bazı ortamlarda sizi rahatsız eden insanlarla karşılaşmanız kaçınılmaz. Bu rol beni rahatsız hissettiren tüm o zamanların intikamıydı.
◊ Filmi neden siyah beyaz çekmeyi tercih ettiniz?
- Her zaman siyah beyaz bir film yapmak istemiştim. Bunun paralel bir gerçeklik yarattığını düşünüyorum. Korkuyu politik fikirlerle birleştiren ve kanlı bir diktatörü tasvir eden böyle bir film için, bunun iyi bir araç olduğunu düşündüm. Özellikle de filmin sahip olduğu komedi ve hiciv tonu göz önüne alındığında... Yani evet, siyah beyaz olması bence çok mantıklıydı.
◊ Vampirler günümüzde “kan emen canavarlar” olarak görülüyor. Siz onları bu filmde bilinenden daha farklı yorumladınız.
- Birisi uzun yıllar boyunca sistematik insan hakları ihlalleri yaptığında ve asla gerekli adaleti sağlamadığında, o kişi birçokları için uzun yıllar boyunca bir ülkenin bilinci ve ruhu üzerinde uçan kara bir melek olabilir. Bu sadece filmin kalbi. Adaletin olmayışı, cezasızlık yaratır. Bu cezasızlık cehennem gibi bir figüre dönüşebilir. Bu kadar basit bir düşünce zincirine sahip olduğumuzda bir vampirden bahsettiğimizi anladık.
ÇOK GÜÇLÜ VE VAHŞİ BİR KAPİTALİZM GETİRDİ
◊ El Conde’da birçok tarihi olay betimleniyor. Bunlar ne kadar doğru?
-
◊ Kristoffer, bu ilginç senaryo fikri nasıl ortaya çıktı, merak ediyorum...
- Kristoffer Borgli: Bir grup farklı profesörün işinden kovulduğunu gördüm ve çok ilgimi çekti. Bu profesörler podcast’lere çıkıp nasıl hissettiklerini anlatıyorlardı. Neyle suçlandıklarını bir türlü anlayamıyorlardı. Bu suçların hepsinin başkalarının zihninde uydurulduğunu savunuyorlardı. İnsanlar da büyük merakla dinliyordu... Bu şekilde senaryo fikrim oluşmaya başladı... “Dream Scenario” ABD’nin banliyölerinde bir yerde yaşayan bir profesörün insanların rüyalarında görünerek aniden ünlü olmasını ve hayatını altüst etmesini anlatıyor. Tamamen rüyada gerçekleşen bir şeyin gerçek hayatta sonuçları olabileceği fikri hoşuma gitti.
◊ Filmde gerçek ve rüya sahneleri iç içe...
- Kristoffer Borgli: Evet, filmin gerçekliğinde gördüğünüz bazı sahneler var, bir de rüya versiyonu. Bunlar, nasıl farklılaştıklarıyla oynamak işin en eğlenceli olan tarafıydı. Aradaki farkın tam olarak ne olduğunu hatırlıyor musunuz bilmiyorum ama tekrar bakarsanız, sahnelerin rüya versiyonunda detay eksikliği olduğunu fark edeceksiniz... Ancak yine de hemen anlayabileceğiniz kadar açık değil. Mükemmeldi.
◊ Nicholas Cage’i filmde oynatmaya nasıl karar verdiniz?
- Kristoffer Borgli: Sanki bu adamın, Paul Matthews için harika bir geçmişi vardı. Gözümde Nicolas’ı, Paul Matthews olarak çok kolay bir şekilde canlandırabiliyordum. Bu nedenle Paul Matthews karakteri için onu seçtim.
O VİDEOYU DURDURAMADIM
◊ “The Killer”da bir suikastçının iç sesini duyuyoruz. Böyle bir film yapmak istemenize ne sebep oldu?
- İç ses, hikâye anlatma aracı olarak çok hoşuma gidiyor. Hep kendime şunu sormuşumdur: “Neden bir karakterin düşüncelerini ele geçirdiğimizde, kendine yalan söyleyen pek çok insan tanıyorken, onun doğruyu söylediğini düşünüyoruz?” Yaptığı işi seri cinayetten ayırmak için kendisine bir kod yaratmak zorunda olan suikastçı fikrini sevdim. Sonra bu kodun ya da duvardaki tuğlaların onun ihtiyaçları zorunda kalınarak sökülmesi fikri de hoşuma gitti.
İYİ İŞ ÇIKARDIK
◊ Michael Fassbender bir süredir beyazperde yerine otomobil yarış pistlerinde... Bu filmin onun için bir geri dönüş olduğunu düşünüyor musunuz?
- Hayır, bunu onun için bir geri dönüş olarak görmüyorum. Evet artık pek ortalıkta görünmüyor çünkü bambaşka bir kariyeri var. Bu filmi onun sürüş takvimine yerleştirmemiz gerekiyordu. Onu yakaladığımız için kendimizi şanslı hissettik. Onu istedik. Eğer yarış sezonları arasında onun penceresine sığamasaydık muhtemelen filmi çekemezdik. Yapamazdım. Michael’ın kesinlikle mükemmel bir yeteneği var ve büyük işler yapabiliyor... Filmdeki suikastçı hakkında bildiğimiz şeylerin çoğu çok sınırlı. Michael bu karakterin her rengini size verebilecek bir aktör.
◊ Filmdeki suikastçı karakteri her şeyi kontrol ediyormuş gibi davranıp, aslında neredeyse bu kontrolü kaybetmek istiyormuş gibi görünüyor.
- Evet... Filmde onun düşüncelerine ulaşıyoruz ama bilinçaltına yeterince erişebiliyor muyuz bilemiyorum. Suratınıza yumruk yiyene kadar tüm planların iyi ve güzel olduğunu düşünüyorum. Filmin sürükleyici doğası asıl mesele... Konu aslında şu; bir kamera alıyoruz, onu bir karakterin yörünge yuvalarına yerleştiriyoruz ve size onun düşüncelerini veriyoruz. Böylece her şey belirli bir bakış açısını nasıl örneklendirdiğinizle ilgili hale geliyor. Seyirci için kesinlikle yorucu bir şey istiyoruz... Fakat filmi izlerken seyirci üstüne geldiğini hissettiği şeylerden kaçıyorsa, iyi iş çıkardınız demektir. İyi iş çıkardık çocuklar.
◊ Patricia, bu hikâyeyi anlatmak istemene ne sebep oldu?
- Patricia Arquette: Cheryl Della Pietra, çalıştığı zamandan ilham alarak bu harika kitabı yazdı. Cheryl büyürken benim için büyük bir ilham kaynağıydı. Bu işte ilginç olduğunu düşündüğüm birçok tema da vardı. 90’larda büyümek, ünlüleri tanımak, onların yörüngesinde olmak nasıl bir şeydi çok merak ediyordum. Karşılıklı bağımlılığın belirsiz doğasına ve sınırlarınızın ne kadar çok olduğuna, sınırlarınızı nasıl aştığınıza ve başka birinin ne olduğuna bakmak istedim. Dünya seni bir kutuda tutmak istiyor. Gerçekten ilginç olduğunu düşündüğüm pek çok şey vardı.
◊ Claudia karakterini oynamaya nasıl karar verdiniz?
- Patricia Arquette: Aslında ilk etapta filmin başka bir yönetmeni vardı. Bana da Claudia karakteri için teklif getirdiler. Menajerime, “Bu senaryoda bir şeyler var ama tam olarak aradığım şey orada değil” dedim. Sonra yönetmen başka bir projeyle meşgul olduğu için yapımla araları bozuldu. Sonra bana yönetmemi teklif ettiler. Claudia karakterine yenilikler ekledik. Böylece hem filmin yönetmenliğini üstlendim hem de Claudia karakerini oynadım.
◊ Kendi setinize nasıl yaklaşmak istediniz?
- Patricia Arquette: Pek çok fikrim vardı. Ama çok yüksek bütçemiz olmadığını biliyordum. Bazı sahneleri özel efektlerle çekmemiz gerekiyordu.
Özel efekt için paramız yoktu. Bütçeye takılmadan ilerlemeyi seçtim. Bazen boğuluyormuş gibi hissettim ama her geçen gün daha da heyecanlandım.
DOĞUM GÜNÜMDE FİLME SEÇİLDİĞİMİ ÖĞRENDİM