Svyatoslav Vakarchuk, Ukraynalı müzisyen, politikacı ve aktivist… Ukrayna’nın önemli figürlerinden biri. Stadyumlarda 10 binlerce kişinin önünde konserler veren Vakarchuk bugünlerde ülkesini karış karış gezerek Ukrayna halkına müziğiyle destek oluyor. Kimi zaman hastanelerde, kimi zaman kışlalarda, kimi zaman ülkelerini terk eden halkının yanında buluyor kendisini. “Sanat, dünya barışı için en önemli araçtır” diyor. Vakarchuk ile Zoom üzerinden bir araya geldim. Savaşın siyah ve beyaz rengini konuştuk...
◊ Öncelikle bize bu zor şartlar altında röportaj verdiğiniz için teşekkürler. Neredesiniz şimdi?
- Ben de size teşekkür ederim, sesimizi duyurmamıza verdiğiniz destek için. Ülke olarak tarihimizin en zor günlerini yaşıyoruz. Ben son günlerde ülkenin doğusunda bulunan Dnipro’dayım. Buraya doğu cephesinden geldim. Luhansk’da bulundum; savaşın ön cephelerinden birisi. Askerlerimizle, polis kuvvetlerimizle, hastane çalışanlarımızla, yaralı, tedavisi süren insanlarımızla bir araya geliyorum. Savaş bölgelerinden uzaklaşan insanlarımızın toplandığı otobüs terminallerine gidiyorum. Hepsi ülkenin batı tarafına gidiyor, evlerini, yurtlarını, anılarını geride bırakıp... Gidebilenler ülke dışına çıkıyor ve genellikle göçmen kampı olan yerlere gidiyorlar. Ülkede büyük bir kaos, telaş, korku trafiği yaşanıyor. Umudumuz, bu kötü günlerin bir an önce bitmesi.
◊ Aldığınız askeri eğitimden bahsetmek ister misiniz?
- Bunu fazla abartmak istemiyorum. Öncelikle askeriyeye katılmayı ben istedim. Askerlerimize sanatımla moral vermek için yanlarında olmayı, onlara müziğimle moral vermeyi, şarkılar söylemeyi istedim. Evet, güvenliğim açısından silah eğitimi aldım. Ama kimse benden burada normal bir askerin savaşta yapacağı işleri beklemiyor. Ben burada müziğimi olarak kullanıyor, onların yüzlerinin biraz gülmesi için uğraşıyorum. Askerlerimiz, ülkemizin özgürlüğü için Rus ordusuna karşı cansiperane savaşıyor.
Fransız oyuncu, uluslararası izleyici tarafından 1984 yılında, Hugh Hudson’ın “Greystoke: The Legend of Tarzan” ve “Lord of the Apes” filmlerinde başrolde yer alarak tanındı. Aynı yıl, “Paroles et Musique”de Catherine Deneuve ile birlikte rol alarak, bir Fransız filminde ilk başrolünü oynadı. ‘Connor MacLeod’ karakteriyle rol aldığı, 1986 yapım “Highlander” (İskoçyalı) ise kariyerinin zirvesi oldu. Başarılı aktörün hayatında büyük rol oynayan kült film “İskoçyalı”nın vizyona girmesinden 36 yıl sonra konuştuk.
◊ Geriye dönüp baktığınızda “İskoçyalı”nın başarısı hakkında neler düşünüyorsunuz?
- Açıklayamam. “İskoçyalı”yı yapmayı kabul etmemin nedeni aksiyon filmi olması değildi. Söyleyebileceğim tek şey, bence aksiyon filminden önce romantik bir film olması. Ölümsüzlüğün romantik yanını da anlatmasıydı. Şiddeti, acıyı, sevgiyi ve ıstırabı omuzlarında taşıyan ve hâlâ pozitif olan bir karakter aracılığıyla ölümsüzlük konusu işleniyor.
Yaşamaya devam ediyorsun... Sevdiğin insanları kaybediyorsun, yine de kendini toparlamak zorundasın, yüzünde gülümsemeye devam etmek zorundasın...
Hayatın yarattığı acılarla yaşamaya devam etmek zorundasın. 12 yaşında bir çocuk ya da 25, 30, 50 yaş fark etmez... Bunun içimizde olan ve bizi asla terk etmeyecek bir duygu olduğuna inanıyorum.
◊ İki boks efsanesi... Meksikalı boksör Julio César Chávez ile ‘Altın Çocuk’ lakaplı, Meksika asıllı Amerikalı boksör Oscar De La Hoya’nın tarihe geçen maçını ve iki kültür arasındaki gerilimi belgeseliniz “La Guerra Civil”de işlediniz. Bu belgeseli yönetmenizi Oscar De La Hoya istemiş, doğru mu?
- Evet. Oscar benim 25 yıllık arkadaşım. Aradı ve “Hey, bu dövüşün 25’inci yıldönümünü gerçekten büyük bir şekilde kutlamak istiyoruz. Belgesel yapacağız, sen yönetir misin” dedi. “Aman Tanrım, boks mu? Ring, yumruklar ve istatistikler gibi mi? Hayır, bunu yapmak istemiyorum, beni ilgilendirmiyor” dedim.
◊ Sonra neden kabul ettiniz?
- İlginç olan şu ki, o kavgayı hatırlıyorum. Bizim evimizi de ikiye bölmüştü çünkü. “Mesele nedir? Hepimiz Oscar De La Hoya’yı desteklemiyor muyuz” demiştim. Babam ise “Hayır, Julio’yu destekliyoruz” demişti. İnsanlar taraf seçti yani. Boks maçlarında ırk kullanmaktan asla çekinilmiyor. “Siyah adam İtalyan’a karşı”, “İngiliz boksör Amerikalıya karşı” gibi. Sırf gerilim yaratmak için ırk ve milliyeti kullanıyorlar ama iki Meksikalı boksörü karşı karşıya getirmenin nüanslarını bilmiyorlardı. Gerçekten topluluğumuzu böldü. “Pueblolu boksör, Amerikalı Altın Çocuk’a karşı!” Bunu anlatmak istedim.
◊ Nereden bağlanıyorsunuz?
- Cleveland, Chagrin Falls’tan bağlanıyorum.
◊ “Temel İçgüdü”de Sharon Stone oynamasaydı, film yine aynı etkiyi yaratır mıydı sizce?
- Sharon olmadan filmin aynı olacağını düşünmüyorum. Sharon muhteşemdi, harikaydı. Onda ‘sevimli kız’ kalitesi var. Bir tür karanlık tarafı da var. Filmdeki performansı eleştirildi, küçümsendi. Çünkü cinsel düzeyde çok cüretkâr bir roldü. Filmin onun için ne kadar önemli olduğunu ve rolü için nasıl çalıştığını anlatabilmem mümkün değil. Sharon’ın kitabını okudum. Altın Küre’de adaylığı okunurken seyircinin alay ettiğini yazmış. Buna çok üzüldüğünü anlatmış. Bunları hak etmedi. Halbuki film hâlâ internette trend ve gerçekten çok izleniyor. Eve gelen çeklerden hâlâ ilginin çok büyük olduğunu söyleyebilirim.
Konuşamıyoruz.
Çünkü öyle bir şey yaşandı ki, bu seneki töreni tepetaklak etti.
Will Smith’i “King Richard” filmiyle ilk Oscar’ını kazandığı için değil, eşi Jada Pinkett Smith hakkında yapılan şakaya kızıp Oscar tarihine geçen şiddete imza attığı için konuşuyoruz.
Will Smith, ailesi bile şov dünyasının içinde olan, şov dünyasında büyüyen, şov dünyasında yaşayan bir aktör.
Hatta evlilikleriyle ilgili tüm sırları şov dünyasının parçası yaptıkları için “Artık Will ve Jada’yı konuşturmayın” diye kampanyalar bile başlatılmıştı.
Ama ünlü aktör, sinemanın en büyük gecesinde eşi için yapılan şakayı kaldıramadı ve komedyen Chris Rock’a tokadı bastı.
Kendi haklarında milyonlarca şaka duyduklarından eminim. Hollywood komedi dünyasında yeni değiller sonuçta.
◊ Şu anda neredesiniz?
- Neredeyim? Kırklı yaşlarımın ortalarında (gülüyor)… Los Angeles, Kaliforniya’dayım.
◊ Yeteneğiniz ve sanatınızla, bize verdiğiniz performanslarda ruhunuzu verdiniz. Biraz iç sesinizden, iç düşüncelerinizden bahsetmenizi istiyorum. Size nasıl yardımcı oldu ya da oluyor, sizi nasıl yönlendirdi?
- Bu harika bir soru, keşke bu soruyu bana üç hafta önce gönderseydiniz, ben de mantıklı ve doğru bir şekilde nasıl cevaplayacağımı bu süreçte düşünebilseydim…
Gerçekten bilmiyorum. Kendime bunun da geçeceğini hatırlatıyor muyum, evet. Herkes gibi ben de ne kadar çok hayat yaşarsan, o kadar iyi yaşlanırsın diye düşünüyor muyum? Evet…
Bu, başıma gelen iyi şeyler ve kötü şeyler için de geçerli. Ben kendi çapımda ruhani bir insanım. Her gün ince ayar yaptığım ve mükemmelleştirdiğim bir iç pusulam var.
Bu yıl dördüncü Oscar adaylığını kazanan Penélope Cruz başarılarına başarı katmaya devam ediyor.
İspanyol yıldız daha önce “Nine” filminde en iyi yardımcı kadın oyuncu dalında aday gösterilmiş, “Vicky Christina Barcelona” ile bu kategoride Oscar kazanmıştı.
En iyi kadın oyuncu adaylığı ise Pedro Almodóvar filmi “Volver” ile gelmişti. Bu yıl da Almodóvar’la yaptığı “Paralel Anneler” filmiyle dördüncü kez Oscar adayı olan yıldız, bu rolüyle 78’inci Venedik Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülünü kucaklamıştı.
Bu hafta Penélope Cruz ve Pedro Almodóvar ile bir araya geldim ve hem yeni filmi hem de uzun yıllara dayanan dostluklarını konuştum.
◊ Birçok kez birlikte çalıştınız, Penélope’de ne görüyorsunuz?
- Pedro Almodóvar: Onu ilk “Jamón Jamón”daki performansında gördüm. Penélope’nin ilk filmiydi. O sinemayı da çok iyi hatırlıyorum. Çok etkilenmiştim. Çok gençti.
2002’de “Monster’s Ball” filmindeki rolüyle en iyi kadın oyuncu Oscar’ını kazanan ve bu kategorideki ilk ve tek siyahi aktris olan Halle Berry, yeni filmi “Bruised” ile gündemde. Filmde başrol oynayan Berry, ilk kez yönetmenlik koltuğunda oturuyor. MMA (kafes) dövüşçüsü Jackie Justice karakterini oynayan oyuncu, çekimler sırasında iki kaburgasını kırmasına rağmen filmi dublörsüz tamamladı. Barbaros Tapan, başarılı oyuncuyla görüntülü olarak konuştu ve ilk yönetmenlik deneyiminin nasıl geçtiğini sordu.
◊ Sektörde 30 yıl… Setlerde geçen bunca yıl sonunda yönetmen olarak yapmak istemediğiniz şeyler hakkında neler öğrendiniz? “Bunu yapmayacağım, filmimi farklı yöneteceğim” dediğiniz şeyler neydi?
- Yıllar boyunca anladığım tek şey, en iyi yönetmenlerin son derece işbirlikçi olduğuydu. İyi yönetmenler sette her departmanın başına inandığı, güvendiği, kendine güvenen, ortak vizyona sahip olduğu kişileri işe alır. Çekim süreci başladığında, bu insanların işlerini yapmalarına izin verirler. Her şeye karışan, iyi bir yönetim yapamaz. Diğerleri, çalışan herkesi motive eder. İyi yönetmenler herkesi kapsayan bir set ve ortam yaratır. Evet, günün sonunda yönetmen son sözü söyler ama benim tanık olduğum en zeki yönetmenler her zaman başkalarının fikirlerine açık olan yönetmenlerdi.
Harika bir fikrin nereden geleceğini asla bilemezsiniz. Bu yüzden çekimlere başladığımda güvendiğim insanları işe almaya çok dikkat ettim, işlerini yapmalarına izin verdim ve onlara değer verdim.