◊ Bu kadar kişisel bir film yapmanın, çocukluğunuzdan izler taşıyan bu hikâyeyi anlatmanın sizin için ne anlama geldiğinden biraz bahseder misiniz?
- Steven Spielberg: Ortaya çıktığından çok daha kolay olacağını düşünmüştüm, çünkü kesinlikle malzemeyi ve hayatım boyunca tüm karakterleri biliyordum. Yine de, bunun benim için çok ürkütücü bir deneyim olduğunu fark ettim.Çünkü yarı otobiyografik bir şekilde, yalnızca kendi hayatımda değil, üç kız kardeşimin ve artık aramızda olmayan annem ve babamı da anlatmış oldum. Her zaman sırf kendimi korumak için kendimle gerçeklik arasına bir kamera koyabilmişimdir. Ama bu mesafeyi “The Fabelmans”da koyamadım. Duygusal olarak çok zor bir deneyimdi.
◊ Steven Spielberg ile birlikte hem filmin senaryosuna hem de yapımcılığına imza attınız... Neler söyleyeceksiniz?
- Tony Kushner: Saat başı ücret almalıydım. (Gülüyor) Steven ve ben, haftada 3 gün, günde 4 saat Zoom’daydık. Steven’la 20 yıldır birlikte çalışıyoruz. Sadece Steven’ın az önce söylediği bir şeye itiraz etmek istiyorum, filmlerinin hiçbirinde kamerayı kendisi ile gerçek hayat arasında tuttuğunu düşünmüyorum. Bence onu harika yapan şey, yaptığı her işte duygusal bir derinlik ve güç olması. En çılgınca popüler filmlerinde bile gerçek acıma, derinlik ve karmaşıklık anları var.
◊ Sammy rolü için neden Gabriel LaBelle’i tercih ettiniz?
- Steven Spielberg: Sammy’ye çok fazla özfarkındalık getirmeyecek ya da en azından izleyiciyi o özfarkındalığının olmadığına ikna edecek kadar iyi performans gösterebilecek birini bulmam gerekiyordu. Çünkü Sammy’nin bir duruşu var. Bu rol için birçok farklı genç oyuncuyu düşündüm.Sayfaları Gabriel’e gönderdik ve okuduğunda “İşte budur, tamam” dedim. Harika bir okumaydı.Gabriel senaryoda olmayan çok şey ekledi. Başka bir deyişle, sanırım kendi varoluş duygusunu role aşılıyordu. Ve onun özgünlüğüne dair gerçekten iyi bir fikir edindim.“Ah, bu oyuncu gerçek. Bu oyuncu başka birinin sözlerini nasıl konuşacağını biliyor ama konuşurken kelimeleri uyduruyormuş gibi hissettiriyor” dedim. Gabriel’den çok etkilendim.
◊
◊ David, bu ekiple çalışmak nasıldı?
- David F. Sandberg: Oldukça harika... Hepsi bir arada olduklarında sihir gibi bir şey ortaya çıkıyor, çok eğlenceli. Daha büyük bir film, daha büyük aksiyon, daha büyük bahisler ve daha büyük bir oyuncu kadrosu... “Shazam!”ın devamını yapmaları harika oldu.
◊ Shazam karakterinin en çok neyini sevdiniz?
- Zachary Levi: Bilmiyorum, çok fazla mizah var ve ben bir tür Peter Pan gibiydim. Bence Shazam insanları ve ailesini seviyor. Onlar için gerçekten bir şeyler yapmak istiyor, bunun için çalışıyor. En önemlisi dünyaya iyilik yapmak istiyor. Ben de eğlenceyi, neşeyi ve insanları seviyorum...
◊ İlk film, Shazam’ın nasıl süper kahraman olduğu üzerine kuruluydu. Devam filminde neler olacak?
- Zachary Levi: İlk filmin finalinde süper güçlerine kavuşan tüm çocuklara gerçekten harika bir bakış attık, ki bu çok eğlenceliydi. Ve şimdi üzerinden birkaç yıl geçti ve hepimiz Philadelphia şehrine ve genel olarak dünyaya yardım etmek için çeşitli görevler yaparak etrafta uçuyoruz. Bunu yaparken de öğrenmeye devam ediyoruz. Sadece gücümüzü değil, kendi kimliğimizi de çözmeye çalışıyoruz. Normal benlik mi yoksa süper benlik mi? Bu soruya yanıt arıyoruz.
ÇETEYİ TEKRAR BİR ARAYA GETİRMEK HARİKAYDI
Nusret markası
Nusret Gökçe’nin yolu uzun zaman önce Mithat Erdem’le kesişir.
Mithat Erdem, tekstil işi yapan başarılı bir işadamıdır.
Mithat Erdem’in vizyonu Nusret Gökçe’nin çalışma hırsıyla bir araya gelir ve bugünkü başarının kapıları açılır.
Etiler’de açtıkları ilk restoranda yakaladıkları büyük başarı Türkiye’deki önemli iş insanları ve yatırımcıların ilgisini çekmeye başlar.
İşte o dönemde yiyecek içecek sektörüne yatırım yapmak isteyen Ferit Şahenk ve Doğuş Grubu, ona global marka olmanın yolunu açar. Nusret markası dünya çapında bir restoran zinciri haline gelir. Sahada işin başını çeken, günde 16-18 çalışan, hiç izin kullanmayan Nusret Gökçe, bıçaktan tabağa peçeteden masa örtüsüne kadar her detayda yer alır.
◊ Enola’yı serinin devam filminde neler bekliyor?
- Harry Bradbeer: Enola’yı bu kez farklı bir dünyaya götürmek istedim. İlk filmde bir aristokratın peşinden koşuyor, abisinin nerede olduğunu arıyordu. Bu kez onu bu güzel dünyadan alıp karanlığın içine atmak istedim. Ve çok daha karmaşık bir plan yaptık. İzleyiciye abisiyle nasıl beraber çalıştığını göstermek istedim.
◊ Millie, filmin hem başrolünü hem de yapımcılığını üstleniyorsun... İkinci filmde sizi en çok heyecanlandıran ne oldu?
- Millie Bobby Brown: İlk filmin bitişi benim için inanılmaz derecede üzücüydü. Çünkü insanların Enola hakkında öğrenmesi gereken çok şey olduğunu biliyordum. Anlatacak daha çok hikâye varmış gibi hissediyordum. Bu nedenle ikinci filmin çekileceğini öğrenince çok mutlu oldum.
ROLLER TERSİNE DÖNÜYOR
◊ Henry, yeni filmde senaristlerin karakteriniz Sherlock Holmes için yazdıkları sizi şaşırtıp heyecanlandırdı mı?
- Henry Cavill:
◊ İstanbul’daki workshop’unuz için Türkiye’ye uçacaksınız. Oyuncular neden sizin atölyenize katılmalı, bu workshop’tan beklentileri neler olmalı?
- Atölyelerime katılanların daha iyi işler aldığı söyleniyor. Ben buna interaktif denetim diyorum. Hakikaten de, yaptığım şeylerin çoğuna izleyiciyi dahil edebiliyorum. Atölyeme katılanların daha iyi işler, ödüller alma şansı artıyor. Bu atölye çalışmalarını 12-15 yıldır yapıyorum ve insanların kariyer eğrisini değiştirmekte asla başarısız olmadım.
◊ Kendi ülkelerinde başarılı olan birçok oyuncu, Hollywood’a büyük umutlarla geliyor. Ama çoğu da hayal kırıklığına uğruyor. Bunun nedeni ne?
- Öncelikle Amerika’ya geldiklerinde, ülkelerindeki başarılarını geride bırakmalılar. Elbette bu başarılar, Amerika’daki kariyerlerinde onlara yardımcı olur. Ancak buradaki herkes kadar iyi olmayabilirler. Bu nedenle sadece yeteneklerine güvenmemeleri ve eğitim almaları gerekir. Bir eğitim almadan buraya gelirseniz, kendinizden utanmalısınız.
◊ Ama İsrailli oyuncu Gal Gadot, Ortadoğu’dan çıkıp Hollywood’da çok başarılı oldu...
- Onunla uzun süre çalıştım. Çok çaba harcadı. Amerikan aksanıyla konuşmayı öğrendi. Çok keskin bir İsrail aksanı vardı. İsrail’deki atölyeme de katılmıştı. O zaman ünlü bir modeldi ve daha önce hiç oyunculuk yapmamıştı. Oyunculuğa başlarken ilk yaptığı şeylerden biri, atölyeme katılmaktı. İlk gerçek deneyimi atölyemde oldu. Yani öğrenmeye çok istekliydi.
TEKNİĞİMİ KENDİ HAYAT MÜCADELEMDEN YOLA ÇIKARAK HAZIRLADIM
◊ Pinokyo’nun hikâyesini ne zaman film yapmaya karar verdiniz?
- Flmi yaklaşık 15 yıl önce düşünmeye başladık. Ancak o yıllarda çok yoğun bir tempom vardı. Filmin gecikmesinin bir nedeni de animasyonda çıtayı yükseklere taşımak istememizdi. Bunu neden söylüyorum? Çünkü animasyon sadece çocuklar için değil. Bazı seyircilerin filmi gördüklerinde ilk sordukları şey “Çocuklar için mi” oluyor. Ben de “Hayır ama çocuklar, ebeveynleri onlarla konuşursa izleyebilir” diye yanıt veriyorum. Çünkü çocukların dikkatli izlemeden hemen anlayabilecekleri bir animasyon değil.
◊ Peki neden bu hikâyeyi film yapmak istediniz?
- Pinokyo’da sevdiğim şey onun saflığı. Ama saflık, masumiyetle ilgili değil. Doğru ya da yalan söylemekten bahsediyoruz. Bence bu, kendin olmanın ruhani gerçekliğini inşa etmeye çalışan bir film. Hayatta söyleyemeyeceğin tek yalan kim olduğundur. İstediğim şey, bunun gerçekten önemli olduğunu seyirciye hissettirmek. Bu hikâyeyi izleyiciyle paylaşabilmek benim için fazlasıyla önemliydi. Çünkü Pinokyo benim kahramanım.
YAŞLANDIKÇA İŞ BİRLİĞİNE DAHA ÇOK DEĞER VERİYORUM
◊
◊ Tobias, bu hikâyeyle ilk nasıl tanıştığınızı anlatır mısınız?
- Tobias Lindholm: Danimarka Kopenhag’daki evime geri dönmüştüm ve asla bir Amerikan filmi yapmamaya karar vermiştim. Sonra bana “The Good Nurse” adlı bir senaryo gönderildi ve “Peki, okuyacağım” dedim. Bana daha önce hiç okumadığım bir şey gibi geldi. Kendilerinden başka herkesle ilgilenmeye çalışan, mücadele eden bekar anneler hakkında bir hikâyeydi. Sistem tarafından yüzüstü bırakılan, herkese bakan ancak yine de çok ihtiyaç duyduğu bakımı alamayan bir kadın. Yine de bir sorumluluğu yerine getirmek ve Amerikan tarihinin en üretken seri katilini durdurmak için çabalayan da bir kadın... Aslında kulağa biraz saçma gelecek ama karanlığa odaklanmak ve kötü olanın büyüsüne kapılmak yerine kahramanı kutlamak istedim. Yani projeye giriş yolum buydu.
BURADA ÖNLÜK GİYMİŞ BİR SÜPER KAHRAMAN VAR
◊ Aynı hikâyeyi konu alan Charles Graeber’ın kitabında Amy’nin rolü çok büyük değildi fakat onu filmde kahraman yapmak sizin fikrinizdi. Bize bu kararınızdan bahseder misiniz?
- Krysty Wilson-Cairns: Evet, benim fikrimdi. Kitabı okurken, yolumu tam olarak bulamadım. Ardından senaryonun üçte biri Amy Loughren oldu. Bekar bir anne, sağlık sorunları var, sisteme karşı ve her şeyin sonunda bu katili durduran da o. Ve şiddetle değil; şefkatle onu durduruyor. Bence tüm süper kahramanlarımız, yarasa kıyafetleri veya demir takım elbise giymiş milyarderler değil. Burada önlük giymiş bir süper kahraman var.
◊ Amy Loughren, size böyle bir film yapma teklifiyle geldiklerinde ne hissettiniz?
- Amy Loughren: Film, bir seri katil hakkında olduğu için son derece endişeliydim. Sonra Tobias’la tanıştım, bana “Bu bir aşk hikâyesi olacak. Gerçek dostluk hakkında bir hikâye” dedi. Ben gerçekten bunun bir parçası olmak istedim. Çünkü bunun hepimizin ihtiyacı olan bir hikâye olduğunu hissettim.
◊ Naomi Watts, sizinle başlayalım... Gerilim dizisi “The Watcher”da yer aldığınız için neler hissediyorsunuz?
- Naomi Watts: Bu türe geri döndüğüm için çok mutluydum. Bununla iyi bir başarı elde ettim. Bir oyuncu olarak korku konusunun altına giren pek çok duyguyu araştırdım. Ama aynı zamanda bir izleyici olarak da gerilimden gerçekten zevk aldım. Uzun zamandır beklediğim çağrı bu diziydi. Yani güzel bir duygu.
◊ Bu yıl düzenlenen 74. Emmy Ödülleri’nde “White Lotus” dizisindeki performansınızla ‘en iyi kadın oyuncu’ ödülünü kazandınız, öncelikle sizi tebrik ediyorum...
- Jennifer Coolidge: Nasıl olduğunu anlamaya çalışıyorum, tamamen şans mı bilmiyorum. Ödülü alırken çok heyecanlandım. Uzun zamandır sektördeyim. Gurur vericiydi...
◊ Dizide canlandırdığınız Karen kötü biri. Bunun hakkında neler düşünüyorsunuz?
- Jennifer Coolidge: Şimdiye dek aldığım rollere bakarsanız, çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Ama karanlık, şeytani bir insanı oynamaktan büyük heyecan duyuyorum.
◊