Paylaş
Sayıları artan, çeşitlenen podcast tiyatroları pandemi sürecinin tiyatroya verdiği ağır hasarın yanında iyileştirici etki yapan tek tük gelişmelerden biri. Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu’nun geçen aylarda başlattığı ‘Tiyatrodan’ podcast oyunları serisiyse bir taşla iki kuş vuruyor. Zira topluluğun oyuncularının ses performansıyla kulağımıza gelen oyunlar Kent Tiyatrosu ve Mitos Boyut Yayınları ortaklığında 2017’den beri düzenlenen ‘Sahne Eseri Yazma Yarışması’nda dereceye giren metinler. Bu ‘taze’ metinler kitap olarak da yayımlanıyor. Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu’nun beş senedir dahil olduğu, Mitos’un bu geleneksel yarışması yerli tiyatro yazımına (tıpkı 2006’dan beri süren ‘Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali’ gibi) hayli kıymetli bir katkı. Ama bu oyunların sahnelendiğini neredeyse hiç göremiyoruz (2018’in birincisi ‘Delik’, ‘Kimse Öyle Şeyleri Konuşmuyor Artık’ adıyla İstanbul Şehir Tiyatroları sahnesine çıkmak üzere). ‘Nilüfer’in pandemi döneminde bu oyunları podcast tiyatrosu olarak projelendirmesi ve nitelikli bir ses tasarımıyla kayda girmesi bu yönüyle heyecan verici.
TENCERENİN ETRAFINDA
Bu hafta bahsetmek istediğim oyun, 2017’deki yarışmanın ikincisi, Fatma Onat’ın dupduru metni ‘İsli Yaprak Sarması’... Refika, Yaprak ve Yaprak’ın ‘Abla’sını, ‘sığındıkları’ çatının altında, koca bir sarma tenceresinin etrafında birleştirmiş hayat. Melisa İclal Yamanarda, Ayşe Gülerman ve Hande Pınar Ağaoğlu’nun seslendirdiği oyunu Adem Mülazim yönetiyor. Üç kadın ve ‘abla’nın -seslerini duymasak da varlıklarını bildiğimiz- iki çocuğu, restoranlara yaprak sarması pişirerek ayakta durmaya çalışıyor. Ama onları asıl ayakta tutan geçmişleri, derinlerdeki yaraları, korkuları, merakları ve hatta önyargıları farklı olsa da belli belirsiz birbirlerine dayanıyor olmaları... Refika’nın geldiği yer, geçmişi ve geleceği ‘belirsiz’, huzursuz. Adlı adınca, kendi dilinde söylemiyor kimseye yaşadıklarını, gördüklerini. Savaşın isi hâlâ canlı. ‘Abla’nın eski kocasının, kız kardeşi Yaprak’ta ve bugün yaşadıkları evde bıraktığı bombanın isinin izleri de geçmemiş henüz. Yine de kaybolan genç kadınların canhıraş arandığı gündüz kuşağı TV programları karşısında sarılıp pişirilen yaprak sarmasının kokusu örtüyor üstünü is kokusunun; yaşananlar kadınların sesli söylemeyip de içinden geçirdiklerinde, bir de Yaprak’ın usul usul kâğıda döktüklerinde kalıyor.
Onat’ın kalemi aşırıdan, abartıdan arınmış. Karakterleri de öyle. İçleri dolu dolu, her birinin öyküsü de -TV’deki şu aranan kadın dahil- bir şekilde bağlı birbirine ama çok zarif bir nakış ipiyle; sezdirmeden, çaktırmadan işlemiş. Resmi otoritenin sesi öğretmenin, şimdilik ‘uzaklardaki tehlike’ eski kocanın, Refika’nın memleketinde süren savaşın, Yaprak’ın kalbini kıpırdatan kitapsever genç oğlanın, çocukların sessizliğinin sesini çaktırmadan oyunun her yerine yerleştirmiş yazar. Sonuç büyük sürprizlere koşmayan, her karakterine ayrı ayrı sahip çıkılmış, hikâyelerin birbirini ezmeden diğeriyle ilişki kurabildiği ve tek çatı altında buluştuğu bir kadın anlatısı olmuş.
Oyuncuların performansı ve dış seslerle dünyasına rahatça yerleştiğimiz oyunla içinde kadınların kimseden zarar görmeden, güvenle yolculuk ettiği o balonlardan birine sığınarak vedalaşıyoruz. Belki bir gün sahnede karşılaşmak üzere.
Paylaş