Paylaş
Sokağın hikâyesini hem sert hem ince bir gözle yazıp sahneye taşıyan; sokağın dilini dünya dertleriyle, insanlık arazlarımızla birbirine karıp “Durum özetle bu” der gibi önümüze koyan bir yazar. Şâmil Yılmaz. Topluluğu Mek’an Sahne’yle yine Ankara sokaklarından, bu kez Ankara pavyonlarından bir hikâye anlatıyorlar.
Dansöz Meryem, dans tutkusu karnında ateş olup parmak uçlarından atmosfere yayılmış, dans etmezse, ama ille de kendi bildiği, ‘Hayfa’sının ona senelerce bellettiği gibi dans etmezse ölüp gidecek gencecik bir kadın. O ‘sesi’ ilk duyduğu anda girmiş kanına dans tutkusu, belli ki onunla doğmuş zaten. Onun için doğmuş ya da...
Danstaki kadim bilgelik
Ankara’da, pavyon şarkıcısı annesiyle yaşadığı ‘kondu’sunda kendi kendine ettiği danslar ne bedenine ne evin içine sığar olunca dışarı taşıyor. Ta ki ona dansın özünü, kadınların dansındaki kadim bilgeliği, “çölün gözünün altında”, “tek Allah’ın nazarı üstündeymiş gibi” oynamayı öğreten Mısırlı dansöz Hayfa ile tanışana kadar... Meryem’in bir Ankara pavyonunda dans etmeye başladığı; annesi, sevdiği Murat, patronu İhsan’la çevrelenen ‘yeni dünyası’nda dans da değişiyor, Meryem de...
Şâmil Yılmaz’ın yazıp yönettiği, Sezen Keser’in tek kişilik performansıyla vücut bulmuş ‘Dansöz’ sezona hayli çarpıcı bir başlangıç. Salt bir ‘dansöz’ hikâyesi değil; aynı zamanda ‘bakmak’ üzerine küçük bir manifesto girişimi.
Bakma biçimlerimiz, gördüğümüz/göremediğimiz mahrem alanın sınırları, bakışlarla kurulabilen iktidar ve baskı üzerine; ‘seyir’ kısmındaki bizi düşündüren, hayır, doğrusu ‘hissettiren’ bir iş. ‘Erk’in kadınla, hayvanla, kendinden ‘zayıf’ olduğu yanılsamasıyla baktığı tüm öteki varlıklarla ezelden beri kurduğu tahakküm ilişkisine de sert bir zarafetle sözünü söyleyen bir anlatı ‘Dansöz’.
Tüm bunları hiç de arabesk kolaylığına kaçılmadan yazılmış bir hikâye, hikâyeyi sağlam şekilde saran bir dramaturgi (Ozan Utku Akgün) ve Sezen Keser’in sözlerinden çok bedeni ve bakışlarıyla etkili bir şekilde sahnelediği performansına borçlu.
Hilal Polat tasarımı kostümü içinde Keser, hem bir hikâye anlatıcısı hem bir dansöz olarak çıkıyor karşımıza ve anlatı boyunca dansındaki ve hayatındaki değişimi bedeniyle mükemmel ifade ediyor.
Bomboş sahnede, kendi komutuyla gelen müziğin altında, sadece “Bizim ona bakmamıza izin verdiği sürece bakabildiğimiz” bir ‘özel alan’ yaratabilmiş olmasının etkisi, oyunu prömiyerinde izlememin üzerinden günler geçmişken, hâlâ silinmiş değil. Hikâyeye ustalıkla yerleştirilmiş üç hayvanın öyküsü bir yana, tüylerimi en diken diken eden yanı bu oldu ‘Dansöz’ün.
İlham verici bir yaklaşım
Ama ekibin yaratmayı başardığı bu tuhaf ‘bakış’ duygusunu aynı maharetle söze dökemediğim için, izleyip kendi deneyiminizi yaşamanızı dilerim...
Sahnede yarı çıplak bir kadın oyuncu, üstelik oyunun neredeyse yarısı boyunca dans ettiği halde; kadın bedenini teşhir etmek gibi kör bir çukura düşmeyen bir oyun bu. Ekibin feminist yaklaşımlarını sahnede, böylesi bir performansta somut kılmayı başarması ayrıca tüyler ürpertici ve ilham verici.
Oyuncunun, çoklukla elinde bıçakla geçen anlatı kısımlarında, oyunun başında gerçekleştirmiş olduğu eylemin etkisinden sıyrılıp hikâyesini daha sakin bir tonla anlatması ihtiyacı, ‘Dansöz’e dair tek serzenişim olur.
Paylaş