Paylaş
AN itibariyle Beyrut’tayım. Birbiriyle aynı gökyüzü altında yaşamak için dünyanın en zor sınavını veren Beyrut’ta... Öyle bir iç savaşmış ki, yaşanan... Hristiyanlar, Müslümanlar ve Durzi azınlık arasında meydana gelen çatışmaları; İsrail, Suriye ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün katılımıyla ülkenin kan gölüne döndüğü o yılları bugün dehşet ve acı hatıralar ile hatırlıyor tüm Lübnan.
1975 yılında başlayan, 1990’a dek tam 15 yıl süren, 230 bin insanın ölümüne, 350 bin insanın yaralanmasına, 1 milyondan fazla insanın da ülkesini terk etmesine neden olan iç savaşın izlerini halen Beyrut’un tüm sokaklarında görüyorsun.
Duvarlar bu acıları resmeden grafitlilerle dolu. Yeniden yaratılıyor Beyrut. Her taraf inşaat. Eski ile yeninin birleşimi o kadar uyumlu ki, küllerinden doğan nefis bir kent var gözlerimin karşısında… Ve Beyrut şehir merkezinde itina ile bırakılmış 1 bina, (Holiday Inn Oteli) üzerindeki tüm şarapnel parçaları, kurşun izleri ve acılar ile orada öyle dikiliyor. Yürek burkan bir iç savaş anıtı gibi. Lübnanlılar baktıkça birbirlerine neler yaptıklarını hatırlasınlar diye.
Bize neler oluyor?
Beyrut’a kuşbakışı bakan Le Grey Otel’in tepesindeki halka açık fotoğraf sergisine doğru yürürken geliyor haberi, bir kartopu uğruna katledilen gazeteci #NuhKöklü’nün. Daha Özgecan’ın acısı soğumamışken... Bize neler oluyor? Ellerimizde kan izleri... Gözümüzde nefret...
Aynı gökyüzünün altında, Allah’ın bize bahşettiği en önemli nimeti solurken paylaşamadığımız ne? Neden bu kadar ayrı düştük birbirimizden ve neden hepimizi aynı özgüven ve koruyuculukla kucaklayan bir ülke yönetimine sahip değiliz?
Biliyor musunuz, hala acıyor Beyrut’un canı. Sokakta konuştuğum, 40’ını geçmiş insanların göz bebeğinde hep aynı yaş birikiyor. Kimi ağabeyini, pek çoğu komşusunu, kızını, oğlunu kaybetmiş. Sabah Korniş dedikleri Kordon’da yan yana koşan biri örtülü, diğeri mini şortlu iki kadını durduruyorum yolda. Fotoğraflarının çekilmesini istemiyorlar, ama asıl istemedikleri başka bir savaş daha. Ortadoğu’nun kaynama noktasında yaşayan Beyrut öyle acı dersler almış ki, savaştan yüzünü dönmüş barışa.
Dönüş uçağında yaşadığım unutulmaz an...
Dönüş uçağına biniyorum Beyrut’tan, Bora Jet’le. Adana aktarmalı olduğu için herhangi bir kar korkumuz yok. Uçağımızı 39 yaşında pırıl pırıl bir kadın kaptan uçuruyor. İsmi Burçin Yıldız. Kuş gibi kalkıp tüm zarafeti ile indiriyor uçağı. Gurur duyuyorum kadın pilotlarla ve bu kadınlara ekibinde yer açan, en yüksek mertebeye kadar yükselten hava yollarıyla.
Adana Havalimanı’nda uçak değiştirip İzmir uçağına geçiyorum. Havada büyük türbülans olduğu söylentileri. İzmir’deki fırtına söylentileri nedeniyle uçaktaki herkes tedirgin.
Kalkabileceğiz ama inebilecek miyiz? Yanımda Kürtçe konuşan namazında niyazında bir amca ve teyze. Daha oturur oturmaz sonradan gelen bana “hoş geldin kızım” diyorlar. Kemerlerini bağlamalarına, kapatmasını bile bilmedikleri mütevazi cep telefonlarını kapamalarına yardım ediyorum. Pamuk teyzenin dualarıyla, tekbirleriyle kalkıyoruz. Aynı dualar ve tecrübeli pilotumuz ve tabii ki, güzel yaradan oluyor bizi sağ salim indiren. Uçağın tekerlekleri piste değince dönüp diyorum ki, Pamuk Hanım’a “senin dualarınla indik teyzecim”. Cevap vermek yerine, elimi sımsıkı tutuyor. Uçak körüğe yanaşana kadar da bırakmıyor. Gözlerim doluyor.
Birbirimizin dualarına hiç olmadığı kadar ihtiyacımız var
Bilmediğimiz duaları bilenler bilmeyenler için de etse, bu fırtınalı havadan düzlüğe birbirimizin elini sımsıkı tutarak insek... Mümkün mü? Yeni Türkiye değil, birbirine kardeşim diyen “Başka bir Türkiye” mümkün mü?
Paylaş