Paylaş
“Ohh ne güzel bir yandan da tatil yaparım yabadabaduu” diye başladığım yolculuğun adres adres dolaşmaktan, deli gibi araba kullanmaktan, otel gezmekten, müze görmekten, fotoğraf çekmekten sonra o fotoğrafları ayıklamaktan, bilgisayara yüklemekten, yazıyı yazmaktan ve gazeteye mail atmaktan ibaret olduğunu görünce dumura uğruyorum.
Üzerine, içinde her şeyi birbirine karıştırdığım midemin iflası, habire yol-iz kaybetmem ve bilgisayarımın çöküşü de eklenince bir ara pes edecek gibi oluyorum. Neyse ki, derin bir nefes alıp gözümü Ege Denizi’ne dikince her şey geçiyor.
Olsun yine de şikayetçi değilim. Yolculuk güle oynaya devam ediyor. Datça’ya gitmek üzere feribotla yola çıkıyorum. Bodrum Merkez’den kalkan feribotun 1 araçlık fiyatı (tek yolcu dahil) 90 TL! Ve feribot küçük, balık istifi. Turisti, genci, yaşlısı doluşuyoruz.
---
Yaz bir öğle uykusu gibi Datça’da
Datça. Ah o Datça. Ömrümde gördüğüm en güzel, en “yârim uykudan uyanmış gözleri mahmur” Ege kasabası. Hakikaten de tüm ilçe halkı az önce uykudan uyandırılmış gibi ağır çekim. Sıcak öğleden sonralarında rüzgar bile uykuya yatıyor Datça’da. Öylesine davetkar öğle uykularına.
Feribottan inip de kalacağım otele doğru ilerlerken sakin, aralara şekilsiz belediye ve resmi erkan binalarının serpiştirildiği tipik bir Ege kasabası gibi görünüyor. Asıl assolist, otelden fırlayıp köyleri ve koylara doğru yola koyulmamla başlıyor. O anı sadece tek bir cümle ile özetleyebilirim:
“Anne ben Datça’ya aşık oldum!”
Datça o kadar büyük bir yarımada ve öylesine keşif dolu ki, notlarım 3 bölümden oluşacak. Bugün koylar ve köyler; yarın yeme içme ve alışveriş adresleri; çarşamba günü de konaklama notları ve “görmeden dönmeyin”lerim var. Tüm bu derlemeleri yaparken tek tek dolaştım, fotoğrafladım, konakladım, denedim, konuştum, dokundum, gördüm.
O zaman gel ey yakında yıllık iznini kullanacak ya da bayram tatili için destinasyon arayan güzel okur; Datça’yı birlikte keşfedelim...
---
Koylar, köyler, plajlar
Merkez, iki yan yana koy etrafında kurulu sevimli bir ilçe. Yaz akşamları her iki sahili de hareketleniyor. Ama yarımada, esas güzelliklerini batıya uzanan dağların, tepelerin arasında saklıyor. Ovabükü, Palamutbükü, Hayıtbükü, Kızılbük yan yana minik koylar. Son 5 yılda köy pansiyonlarının yanı sıra çok güzel yerler de açılmış.
Hayıtbükü
Bük’ler bununla başlıyor. Görkemli bir kayalığın eteğine kurulmuş, 3-5 plajı olan, siyah kumlu, korunaklı, akvaryum gibi bir koy. Ogün’ün Yeri’nde odun ateşinde pizza, Ortam Restoran’da meze ve balık yiyebilirsiniz. Fiyatlar her zaman ehven.
Ovabükü
Mesudiye köyünün kıyısı. Küçük bir koy. Beş altı ev ve pansiyondan başka bir şey yok. Gece hayatı cırcır böceklerini dinlemek, yıldızları seyretmek ve çekirdek çitletmekten ibaret, ama zaten güzel olan da bu. Kalınacak üç yer var.
Kızılbük
Kızılbük, Allah’ın özel bir özenle yarattığı mini bir koy. İki kaya kütlesi arasında kalmış nefis bir kumlu plaj. Bir tarafı kocaman hurma ağaçlarıyla kaplı. Denizi akvaryum gibi.
Palamutbükü
Bu aralar herkesin dilinde bir Palamutbükü. Diğer koylara göre daha geniş. Lokanta bakımından da daha zengin. Akşamları plaj üstüne, ılgın ağaçları altına masalar atılıyor. Deniz taşlık, ama cam gibi berrak. Doğru düzgün tek oteli koyun ucundaki Mavi-Beyaz. Denize sıfır. Güzel bir plajı ve beyaz masalı bir verandası var. Koyun, yemek yenilebilecek en iyi restoranı Le Jardin de Semra. Yemekler de kadın da şahane. Yarın, uzun uzun anlatacağım.
Reşadiye Köyü
Datça merkezden 5 dakika. Küçücük bir meydanı, kahvehanesi, bakkalı, kasabı, kahvehanesi ve yaşlıları ile dünyanın en şirin Ege köyü. Bu köyde yer alan Mehmet Ali Ağa Konağı 2002-2004 yılları arasında restore edilerek otele dönüştürülmüş. Broşüründe müze otel yazsa da gezmenize izin yok. Ama belki restoranında yemek yerseniz (Elaki) eski Osmanlı Muğla Valisi Mehmet Ali Ağa’nın bu muhteşem konağını ve inanılmaz bahçesini görebilirsiniz.
www.kocaev.com
Paylaş