Bahar Akıncı

Tullaa dünya markası olma yolunda

23 Ocak 2016
“Her şey tepetaklak gidiyor” yazmıştım.

“Bombalar patlıyor tepemizde, bir tane mi güzel haber olmaz bu memlekette?” Sonra da demiştim ki, “bundan böyle bir kaç hafta boyunca size umut veren hikayeler yazacağım, başaran kadınların hikayelerini”. “Olmaz, yapamazsın, bu erkek işi, altından kalkamazsın” diyenlere inat; etrafına umut olan, ilham veren, istihdam yaratan, yılmayan, çalışan, sabahın 6’sında dükkan açan, üretimin başına geçen, hayal gücüyle sınırları zorlayan kadınlar. Ve ilk hikaye geçtiğimiz hafta, bütün o parlak kariyerini bir tarafa itip eşi-çocuğu İstanbul’da yaşarken, İzmir’e dönüp babasının boyoz fırınını devralıp kepenk kapatmayan Berrin Akar Rasuli’nin hikayesi ile başlamıştı.

O kadar çok paylaşıldı, o kadar güzel mailler, yorumlar geldi ki... Berrin’in hikayesi umut oldu, ilham verdi bir çok kadına. Bugün bir başka ilham veren “başaran kadın” hikayesi var sırada... 2011’de kızlarına ördüğü battaniyelerden yola çıkıp bugün Türkiye’nin en ünlü mağazalarında satılan çantaları ile atölyelerinde 70 küsur kadına istihdam sağlayan bir anne-kızın hikayesi... Çünkü, kadın isterse her şeyi yapar. Her zorluğun üstesinden gelir. Sizin de varsa etrafınızda böyle kadınlar, yazın bana hikayelerini. Birlikte umutlanalım bu ülke için.

 

 

El örgüsü battaniyeden, arzu nesnesi çantalara

 

Tülay Arslan 29 yıllık mutlu bir evliliği olan, hayatı boyunca çalışmış, çabalamış, yılmamış, vazgeçmemiş girişimci bir kadın. Foça doğumlu, çocukluğu anneannesinin kendisine aldığı ip ve tığlarla bir şeyler örmeye çalışarak geçmiş. Liseden sonra 2 yıl resim seramik okumuş. 2011’e dek, kızlarına, kızlarının arkadaşlarına, kendi arkadaşlarına, koltuğunda oturduğu yerden battaniyeler, şallar, örmüş. O kadar beğenilmeye başlamış ki, renkler, desenler, modeller, etrafındaki herkes ister olmuş. Zaman içinde ip aldığı dükkanlarda, toptancılarda örgü örüp para kazanmaya çalışan kadınlarla tanışmış. Gide gele ilişkileri güçlenmiş, yavaş yavaş yetişemediği işleri bu emekçi kadınlara vermeye başlamış. Onun başladığı, rengini, modelini belirlediği işleri emekçi dostları bitirmeye başlamış. Her biri, yakınını komşusunu getirmeye başlamış, komşuma da iş var mı diye. Onlar kazanmış, Tülay Hanım’ın evi örgü ve kadınlarla dolmuş. Onlar Tülay Arslan’a, o da tüm o kadınlara yardım etmiş.

Yazının Devamını Oku

Başaran kadınların ilham veren hikayeleri

16 Ocak 2016
HER şey tepetaklak gidiyor... Bombalar patlıyor tepemizde... Haberleri açıyorum, bir tane mi güzel haber olmaz bu memlekette? Bu yüzden bundan sonraki bir kaç hafta size umut veren kadın hikayeleri yazacağım.

Başaran kadınların hikayelerini. “Olmaz, yapamazsın, bu erkek işi, altından kalkamazsın” diyenlere inat, etrafına umut olan, ilham veren, istihdam yaratan, yılmayan, çalışan, sabahın 6’sında dükkan açan, üretimin başına geçen veya hayal gücüyle sınırları zorlayan kadınlar. Çünkü, ben de o kadınlardan biriyim. Tek başıma koca bir hayata karşı duruyorum. Çalışıyorum, üretiyorum ve hiç vazgeçmiyorum. Kadın isterse her şeyi yapar. Her zorluğun üstesinden gelir. Sizin de varsa etrafınızda böyle kadınlar, yazın bana hikayelerini - baharakinci@hurriyet.com.tr - birlikte umutlanalım bu ülke için.

Boyoz’un hikayesi

Bilmeyenler için kısaca anlatalım; boyoz 1492’de İspanya’dan Türkiye’ye yerleşen Sefaradlar tarafından Anadolu ve özellikle İzmir mutfağına katılmış, damak tadı ile özdeşleşmiş, mayasız bir hamur işi. İzmirlileri ve kente gelenleri sabah kahvaltılarında delirten, sokak işi, şahane lezzet. Buraya kadar bir numara yok. Hikaye bundan sonra başlıyor.

Mustafa Akar’ın hikayesi

Hikaye; 1957 yılında İkiçeşmelik yokuşunda, Agora’nın arka sokağında Yako Usta’nın fırınını işleten Avram Usta’nın kendi gibi ustalar yetiştirme hevesiyle başlıyor. Ki, o zamanlar Berrin henüz vitaminde portakal. Henüz 13 yaşında olan, Bulgaristan’dan göç edip İzmir’e gelen kocaman lakaplı Mustafa Akar, (Berrin’in babası) fırına çırak olarak giriyor. Çıraklık, ustalık derken artık Yako Usta’nın bir araya getirdiği bir “dostlar” grubu oluşuyor. Bu grup yıllarca birbirinden ayrılmıyor ve kendileri gibi boyoz ustaları yetiştirmek için büyük emekler veriyor. Bu arada yıl oluyor 1983! 1957’de Yako Usta’nın fırınına çırak olarak giren Mustafa Akar, boyozu herkesle buluşturmak adına sahip olduğu tek mülkü satarak Kıbrıs Şehitleri’nde fırın satın alıyor. 1957’de başladığı boyozun hikâyesini 1983’te Alsancak Dostlar Fırını ile yeni bir noktaya taşıyor.

Berrin’in hikayesi

Yazının Devamını Oku

Jenifır’cığım bu yaz muhakkak bekliyoruz!

9 Ocak 2016
GEÇEN hafta tam da “sen istiyor dünya markası olmak, uzatacak sezon” yazım yayınlanmışken, üzerine bu güzel haber geldi: New York Times, 2016’da dünya üzerinde mutlaka gidilmesi gereken destinasyonlar listesini yayınladı.

Çeşme yarımadası, bu 100 maddelik listeye, 14. sıradan girdi. Gerçekten büyük başarı. Ben de boş durmadım; Amerikalı Jenifer ile sevdiceği Bob, bu yaz Çeşme’ye gelsinler diye oturdum bir mektup yazdım.

“Sevgili Jen;
Duydum ki, sizin New York Times, bizim memleketi 2016’da gidilecekler listesinde 14. sıraya koymuş. Öncelikle Allah bin kere razı olsun. İnşallah sen, Bob, Jeyk, Maykıl, Hale, Jale bütün mahalle toplaşıp gelirsiniz. Ancak maazallah, temmuz–ağustos aylarını tercih edersiniz diye arkadaşın olarak bir kaç uyarı yazmam şart! Kural 1; gözünüzü seveyim araç kiralayın. Mümkünse 5 ay önceden rezerve edin, parasını da peşin ödeyin. Yoksa sezon ortası, büyük kazıklanırsınız. Çeşme’de arabasız sen bir hiçsin Jenifır. Olur da orta sınıf bir araç kiralarsan yine hiçsin. Trafik kurallarına uyarsan da hiçsin. Diyelim ki uydun, Çeşme Merkez’den Alaçatı’ya ulaşman yaklaşık 1.5 saatini alacağından en yakın bakkaldan Türk ehliyetini al ve kendini yollara at. Zira biz hepimiz Çeşme’ye gelirken ehliyeti bakkaldan alıp geliyoruz.

Lüks arabanı kiraladın, otellerde zar zor bir yer buldun, zannetme ki, Çeşme’nin serin suları seni bekliyor. Önce soyadlı bir arkadaş bulman gerekiyor. Soyadı tanınan arkadaşın yoksa ailecek hiçsiniz. Bizim buralarda denize girip serinleyebilmek için soyadının iyi biliniyor olması şart.

Yazının Devamını Oku

Sen istiyor marka ülke olmak, uzatacak sezon!

2 Ocak 2016
PUTİN’in beklenmedik klarkı ile Olga’yla Boris’e istemeden de olsa bir süreliğine elveda dedik.

Ki, ilişkimiz zaten epeydir pamuk ipliğine bağlı gidiyordu. Başlangıçta her evlilik gibi, her şey toz pembeydi. Rus komşular akın akın Bodrum’a, Antalya’ya geliyor, bacağı 2 metro kızlar plajlardan, burnu votka kırmızısı erkekler barlardan fışkırıyordu. Abromoviç, Çeşme’den biiç satın alıyor, teknesiyle ve verdiği partilerle ilgili efsanelerin biri bitip biri başlıyordu. Hatta iş daha o kadar ilerledi ki, bu aşk uğruna Marmaris’te, Antalya’da sadece Ruslara hizmet veren oteller açıldı. Gidiyorsun otele diyor ki, Türk müşteri kabul edemiyoruz. Neden? Otelimiz sadece Rus müşterilerimize hizmet veriyor. Ama otel Antalya’da. Sırtımızı her türlü vermişiz Ruslara; yerli turizmi, haydi geçtim Avrupalı kaliteli turisti hiç kaale almamışız, hizmet standartlarımızı yükseltmek yerine Rus arkadaşlara votkayı dayamak işmize gelmiş, şimdi ağlayana sormazlar mı “alçaklara kar yağıyor üşümedin mi? Sen bu işin sonunu hiç düşünmedin mi?” Ben sorarım arkadaş.




Pastan küçüldüyse pazarını büyüt

Hep İtalya’dan örnek veriyorum biliyorum, ama tutamayacağım kendimi. Arkadaş, bir ülke yılın 12 ayı, yaz-kış-çamur kıyamet demeden bu kadar mı güzel pazarlanır? Tamam. Tarihtir, gustodur, yemektir hepsinin toplamı İtalya. Ama İtalyan turizmi aynı zamanda müthiş bir pazarlama projesi. Köyleri bile birer arzu nesnesi. En büyük numarası da yaş aralığına ve milletine bakmadan bütün dünyaya oynaması. Pastada bir kaç ülkeden pay almak yerine, pazarı büyütüp dünya üzerindeki her seyahat severin zihninde ortak bir İtalya algısı oluşturmak bunu, dünya çapında görsellikle pekiştirmek.


Yazının Devamını Oku

Oldu oldu, olmadı yeni yıla gireriz

26 Aralık 2015
KÜÇÜK umutları olan, koca kalpli insanlardık. Büyürken, Neşet Ertaş’la Michael Jackson’a aynı anda inandık. Hamburgerle anne sarmasını kıyaslamaya hiç kalkışmadık. Annenin dolma parmaklarıyla sarılmış mis gibi dolma, hiç bir Hamburglu’nun icadıyla yarışamazdı ki.

Büyüyünce İsviçreli bilim adamı olacaktık, olamadık. Onun yerine kredi kartı borçlusu, ev taksidi ödeyicisi, okul taksidi ödeyicisi, sabah alarmı kurucusu, öğle yemeği kartlarının tutumlu kullanıcısı olduk. Hayaller İsviçreli bilim adamı, hayatlar Türkiyeli bordro mahkumu. Olsun, bu da bir şeydi.

Sonra büyüdükçe bir şey keşfettik. Yeni yıl! Yıl içinde günden güne tükenen umutlarımızın süper kahramanı. Tıpkı ayın ilk günü, cüzdana giren para gibi.
İki yolun var. Ya elindeki günleri, her günü seni mutlu, sağlıklı, huzurlu yapacak şekilde harcayacaksın; ya da kalbini gıybete, kötülüğe, kıskançlığa açacaksın. Sen güzel harcamayı bilirsen, sana her gün yeni yıl.
Cümleten mutlu yıllar.

Mini mini yeni yıl önerileri

LÖSEV’in iyilikler dükkanı: LÖSEV (Lösemili Çocuklar Vakfı) Yılbaşı öncesi “İyilik en güzel hediyedir” sloganıyla yola çıkarak, yılbaşına özel küçük mucizeler hazırladı. Çocukları lösemiye yakalanan ailelerin tedavisi için LÖSEV’in Lösemili Çocuklar Köyü’nde kurduğu atölyelerinde anneler, el emeği ile ürettikleri birbirinden güzel ürünlerle “LSV Dükkan” markası altında, çocukların tedavisine destek oluyor. Çok uygun fiyatlı el yapımı yastıklar, bebekler, ev aksesuarları var: www.lsvdukkan.com

Ovacık Noni’s House’da yeni yıl: Ovacık’ta en sevdiğim bağ evlerinden biri olan Noni’s; keyifli bir yılbaşı yemeğini çok uygun bir fiyatla sunuyor. Kişi başı 90 TL. (içecekler hariç) Mönü sahibesi Selin’in elinden çıkma. Rezervasyon için (0532) 418 47 01 Selin Hanım.

Yazının Devamını Oku

Dünyadan umudunu kesenler kulübü

19 Aralık 2015
LEVENT metrosundan yukarı koşar adım çıkıyorsun. Hafifçe omuzuma çarpıyorsun. İkimiz de aldırmıyoruz. O, benim. Sen sol yanımda koşarken, sağ yanında sakin sakin dikilip merdivenin kendini yukarı taşımasını bekleyen. İstanbul, koşmak için çok kalabalık.

Bugün İstanbul’daki “sakin” hayatımın 42. günü. Nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsun diye soruyorlar. İzmirliyim demek bir anlam ifade etmiyor burada. Yerine daha mantıklı bir cümle kuruyorum: “Dünyadan umudunu kesen insanların düşünce balonlarını okuyorum.” Metro girişindeki mendil satan balık gözlü Suriyeli kızın. O ki, “umudu çalınanlarda bugün” filminin başrol oyuncusu.

 

 

Ya da az önce yanımdan ıslak gözlerle geçen, sevdiği, güvendiği adam tarafından hep aldatılıp, hem terk edilen kadının düşüncesini okuyorum. Bu ay da kirasını güç bela ödeyen genç adamın. Akşama yine makarna yiyecek olmanın ağırlığı ile gitarını sırtlanmış yürüyen üniversitelinin. Cizre’deki evini barkını terk edip gelmiş, bir şilte üzerinde 7 kişi yaşam savaşı veren ailenin. Ki, onların bir düşünce balonu bile yok artık.


Şehir bir yandan, hızla dönüyor. Herkes, her yerde, sürekli iş konuşuyor. Dünya, beyaz yakalılar ve kurumsalı bırakmış sıfır yakalılar olarak ikiye ayrılıyor bu şehirde. Onların düşünce balonlarında herkes kendi dünyasının yıldızı. Gülümsüyorum.


Yazının Devamını Oku

İzmir’in tadına varın

12 Aralık 2015
BENİM değil, İzmir Gourme Guide’ın sloganı... Anlatayım...

Ben bu satırları yazarken, sen uyuyordun saatini 07:30’a kuran iş yorgunu dakik okur. Bense, İzmir’in en güzel manzaralarından birine sahip Hilton Oteli’nin 22. katındaki odalarından birinde, bu hem güzel, hem beton yığını (ikisinin aynı anda olduğu, hem kızıp hem aşık olduğumuz kaç şehir vardır ki, dünyada) şehri, sabahın ilk ışıkları ile birlikte, bilgisayarımda parmak şıklata şıklata izliyordum.

Sonra uzun uzun Körfez’e, martılara, gelip geçen vapurlara baktım... Ve dedim ki İzmir’e, “artık denize çıkan sokaklarının birinde, minik bir evim yok. Şimdi, kalbindeki yerim, en güzel manzaralı otellerinin seni seyreden pencereleri...”
Evet, bir sabah erkenden, yine sen uyurken, ben bu güzel şehirden taşındım. İstanbul’da içinde hep İzmir olan yeni bir hayata başladım. Eskiden haftada bir koşarak İstanbul’a gidişlerim, al takke, ver külah tam tersine döndü. Şimdi, tam da şu an olduğu gibi her fırsatta İzmir’e koşar oldum. Bize biraz daha dışarıdan bakabiliyorum. Kendi küçük aklımca, İzmir–İstanbul karşılaştırmaları yapıyorum. Biz niye böyleyiz, onlar neden böyle, ne eksik, ne fazla... bla bla! Eğer merak ederim dersen, şu sıralar #istanbulda1izmirli etiketiyle instagram’dan, çok yakında da bu sayfalardan izlenimlerimi okuyabilirsin.
Taşınmaya karar verdiğim sabah, soluğu Deniz Sipahi’nin ofisinde aldım. Dedim ki, “ben şehir değiştiriyorum”. Dedi ki, “bekliyordum”. Dedim ki, “artık yazmamı istemezsin sanırım Ege ekinde”. Dedi ki “zaten hiç burada yoktun ki, bize hep dünyanın, Türkiye’nin bir ucundan bildiriyordun, sen bu ekin özgür kızısın, buna devam et. Bizi bize, şimdi de dışarıdan bakan gözlerle anlat”. Dedim ki, “vizyon bu olsa gerek”.


Yazının Devamını Oku

Kendini Selanik sanıyorsun, sanma!

5 Aralık 2015
AH benim naif İzmir’im, beni affet, yine sana ihanet ettim. Geçtiğimi hafta kalktım, Selanik’in koynuna girmeye gittim. Hiç üşenmedim, bir an bile tereddüt etmedim.

Aslında tam da sana bu hafta Selanik’te kış günü ne yapılır, nerelere gidilir, nasıl eğleniliri yazacaktım, ama sen kızdın, EllinAir’in daha 1 ay önce tedavüle koyduğu, haftada 2 gün İzmir – Selanik – İzmir direkt uçan tek uçağı da boş gidip geliyor diye, mayısa kadar kaldırdın. (o da şimdilik söylenen) Şaka bir yana, geçtiğimiz hafta 4 günümü, saymadım kaçıncı kez, Selanik sokaklarında, kahvelerinde, müzelerinde geçirdim. İş için gidip, bulduğum her fırsatta kendimi sokaklara, caddelere attım.

Ve şehrin “krize rağmen” yüksek enerjisi beni bir kez daha hayrete düşürdü.
İki yakanın bu benzer kenti, nasıl olabilirdi de birbirinden bu kadar farklı olabilirdi... Gelin bir göz atalım. (kış mevsimi bazında)
• Selanik nüfusu yaklaşık 1 milyon 200 bin, İzmir’in nüfusu malumunuz 4 milyona dayandı.
• Selanik’te neredeyse tüm nüfus, (ya da en az 500 bin kişi diyelim) hafta içi 01:00’e, hafta sonu 05:00’e kadar, genç – yaşlı demeden sokaklarda, Kordon’da, parklarda, cafelerde, müzelerde, butiklerde, restoranlarda.
• İzmir’de sosyal hayata sadece 10 bin kişi iştirak ediyor o da hafta içi 19:00’a, hafta sonu 21:00’e kadar. Bu saatlerden sonra sosyalleşen insan sayısı 1000 kişiyi asla geçmez. Hayat biter, dünya durur.

Yazının Devamını Oku