Bahar Akıncı

KAZ’ın ayağı

14 Eylül 2012

NE güzel olurdu değil mi, size bugün hararetli hararetli Kazdağları’nı anlatsam.
Siz de sevgilinizi, eşinizi, çoluk çoluğunuzu alıp ilk fırsatta soluğu Kazdağları’nda alsanız. Bir nefes alsanız.
Ama artık kazın ayağı öyle değil.
Biliyor musunuz, salı günü itibariyle Kazdağları’nda 500 hektarlık ormanlık alan yandı, bitti, kül oldu. Üstelik her yaz çıkan yangınlar yetmezmiş gibi, bölgede 2007 yılında başlayan altın arama çalışmaları kapsamında bugüne dek yüzlerce sondaj yapıldı.
Kazdağları ve Çanakkale bölgesinde son olarak da 16 firma, 34 bölgede altın arama ve işletme ruhsatı aldı.
Kazdağları’nda altın arama ruhsatı verilenler, 2.5 milyar ton kaya ve toprağı, 400 bin ton siyanürle işleyecekler.
Ağaçlar zarar görecek, toprak zarar görecek, bitki örtüsü, börtü böcek zehirlenecek.

Yazının Devamını Oku

Tatil sendromu, pazartesi sendromundan beter

10 Eylül 2012

Bütün yaz sahilleri yazıp yazıp sizi fiştekleyip fiştekleyip tatile heveslendirdim. En sonunda o kıymetli gün geldi. Valizi yaptınız. İçine, bikiniyi, gözlüğü, plajda yan gelip devrilmeden önce iki satır okumak için kitabı, en yükseğinden güneş koruyucuyu attınız.
Yallah tatile. Ver elini Bodrum, Kaş, Selimiye, Turunç, Çeşme.
Sayılı gün çabuk bitti. E hadi, şansınızı biraz daha zorlayıp geri kalan tatilinizi de eylül başında kullandınız.
Şimdi çalışma zamanı. Dosyalara gömülme zamanı. İskeleden delicesine bombalama atladığınız günler, yaz aşkınız, kenarlarından akan dondurma, parmak arası şıpıdık terlik hepsi çok gerilerde kaldı.
Bu kadar tatil yazısından sonra, tatil sonrası sendromunuzu atlatmanıza yardımcı olmasam, köşeciliğe sığmazdı. Gayet ciddi sitelerde, psikologların ve kişisel gelişim uzmanlarının tavsiyelerini araştırırken, hatta sendrom konusunda uzmanlaşmış bir psikolog arkadaşımı devreye sokmuşken önüme çok daha eğlenceli Zaytung yöntemleri çıktı.
Okurken o kadar eğlendim ki, ciddiyeti bir kenara bırakıp hem kendi üzerimde, hem okur üzerinde bu yöntemleri tatbik etmeye karar verdim.

Tatil sendromunu atlatmanın yolları

Yazının Devamını Oku

Bırak bayrağım gönderde kalsın

9 Eylül 2012

Bugün 9 Eylül.
Hiç mi hiç sevemedim ben şovenizmi.
Hiç bir zaman aşırı milliyetçi ya da ulusalcı olamadım.
Dünya vatandaşı olma hevesi ile hep “bırakın da isteyen istediği gibi yaşasın kardeşim” felsefesini savundum. Hala da öyle. Komşum örtülü, en yakın arkadaşım Yahudi. Diğeri Katolik, beriki 5 vakit namazında. Bilirim ki bu bir Türkiye, en çok da İzmir mozaiği.
Ama bu yıl benim bile damarıma bastılar.

 

 

Yazının Devamını Oku

Dünyanın kaderini yeniden çizecek şehirler

8 Eylül 2012

Geçtiğimiz hafta, dünyaca ünlü Foreign Policy dergisi, nüfusları ve GSYİH*’lerindeki artışla geleceğe yön verecek şehirleri sıraladı.
Ve beklenen oldu. İstanbul, geleceğin şehirleri arasında gösterildi.
Ve bir sürpriz oldu, Ankara da listeye girdi.
Peki, bu şehirleri diğerlerinden ayıran şey ne?
Çok büyük, çok ünlü ve çok göz alıcı olanları geçtim.
Listede nüfusu İzmir kadar olanlar da var.
Nedir bu şehirlerin alamet-i farikası?

Yazının Devamını Oku

Koy o canavarı yerine!

7 Eylül 2012

Baştan söyleyeyim. Bu yazı pek de öyle iç açıcı değil. Çünkü, dün sabah Ankara’da yaşayan ve çok sevdiğim bir ailenin kaza haberi ile açtık ailece gözümüzü.

Karşı şeritten gelen 110 promil alkollü bir kamyon sürücüsünün önündekini sollaması sonucu, şarampole yuvarlanmışlar. Çok şükür ki, hızları düşük, çok şükür ki, arkadaki çocuklar dahil hepsinin emniyet kemeri takılı. Araba pert, ailede ufak tefek kırıklar, çocuklarda ise, hayat boyu taşıyacakları bir travma var. Ama çok şükür ki, hayattalar.

İçinizdeki canavarla hesaplaşma vakti
Bu ülkede her gün yaklaşık 600 ve her saat yaklaşık 27 trafik kazası gerçekleşiyor. Bu kazalarda günde 5-20 kişi ölüyor, 200 kadar kişi de yaralanıyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Ortalama her yıl 5-6 bin kişi mefta; 100-200 bin kişi de artık Allah ne verdiyse.

Peki bu kazaların en önemli sebebi ne? Otomobiller mi, trafik lambaları mı? Yoksa direksiyon başına geçince içine canavar kaçan insan evladı mı? Bildiniz Türkiye’de yaşanan kazaların en önemli sebebi küçük canavarcıklar. Ve bu oran tüm kazalarda % 84! (izninizle yuh çekiyorum bu noktada)

Emniyet kemerini bari çocuklarınıza takın!
Biliyoruz beyler, birçoğunuz emniyet kemerini vücudunun arkasından geçirip kilidine takıyor. Yani ölüm kilidi yapıyor. Şahane. Bu sizin bilinciniz. Ama, arka koltukta da otursalar, çocuklarınızı ihmal etmeyin. Çünkü emniyet kemeri kullanmıyorsanız, vücudunuz aracın hızıyla yol almaya devam ediyor. Taa ki direksiyon, ön cam veya torpido sizi durduruncaya kadar. İşte benzer durumlarda ikinci bir çarpışmadan korunmak istiyorsanız bunun tek yolu emniyet kemeri kullanmak!

Emniyet kemeri ve önlenen riskler

Yazının Devamını Oku

Çeşme’deki cennetim YILDIZBURNU

3 Eylül 2012

Çeçme sadece Alaçatı’dan ibaret değil. Çeşme’nin eskilerinin iyi bildiği, yeni gelenlerin hiç bilmediği, bilenlerin bilmeyenlere anlattığı, bazen de anlatmadığı, bana göre Çeşme’nin en güzel koyudur Yıldızburnu.
70’lerin sayfiye mimarisini taşıyan, sütunlu, mozaikli nefis Levanten evleri, tertemiz denizi ve her daim esen rüzgârıyla ne zaman gitsem bana başka bir ülkeye gitmişim hissi yaşatır. Sakinlik sevenlerin adresidir Yıldızburnu. Ve romantiklerin.


Ay, her zaman en güzel yüzünü burada gösterir. Son yıllarda art arda açılan cafeleri, trafiğe kapalı sahil şeridi, denizin içinden çıkan kaynak suyu ile Alaçatı’nın kalabalığından uzak; doyumsuz bir atmosfer sunar Yıldızburnu.

Rouje
Koyun en başındaki kırmızı ev. 4-5 yıldır çok iyi sushi, steak&burger ve iyi parti yapıyorlar. Yaz, mayıs ayında bu mekanda verilen partiyle başlar İzmirli Çeşme aşıkları için.

Yazının Devamını Oku

Alaçatı oteller kenti mi oluyor?

2 Eylül 2012

Kimine göre ramak var. Kimine göre çoktan oldu, geçmiş olsun. Bilgiyi Alaçatı Turizm Derneği Başkanı Hüsnü Baylav’dan aldım. Bu yaz başı itibariyle Alaçatı’da açılan otel sayısı 250’yi aşmış, 300’e doğru hızla yol alıyor durumda.
Benim fikrimi soracak olursanız eğer, öncelikle şunu söyleyeyim ben yazlıkçı değil, otelciyim. Birincisi; 2 ay kullanacağın bir eve milyon liralar yatırmayı anlamıyorum. İkincisi; hadi yatırdın yıllar boyu o çok değerli tatilini her yaz aynı evde geçirmeyi hiç anlamıyorum. Bana göre yazlık ev bir yatırım evet; arada kiraya verilip gelen para ile memleketini ve dünyayı dolaştığın sürece.
Gelelim otel meselesine. Ben iflah olmaz bir otelciyim. Bugüne kadar 300’e yakın farklı otelde konakladığımı sanıyorum. Belki okumuşsunuzdur, belki okumadınız, bendeki bu hastalık üniversite yıllarında 2 yıla yakın süre otel rüyaları görmemle başladı. Sonra seyahat yazarı olunca yavaş yavaş aymaya başladım ki, ben her seyahatte yeni bir otelde uyanmayı resmen seviyorum. Bu da bana zamanla otelleri birbirinden ayırt etme, kimisinin çok güzel bulduğu oteli ruhsuz, kimisinin çok küçük ve sevimsiz bulduğu bir oteli karakteristik bulma becerisi kazandırdı zamanla. Dünya genelinde gelir geçer standartları işaretledikten sonra artık başka değerler, ruhu okşayan ayrıntılar arar oldum.
İşte Alaçatı’da da yapılan bu. Ya da yapılmaya çalışılan. Ne kadar ruhu besler bir yaklaşımınız varsa o kadar öne çıkıyorsunuz. Yoksa kahvaltı her yerde aynı kahvaltı, oda her yerde aynı oda.
Alaçatı’nın oteller kenti olma yolundaki hızlı adımlarına gelince. Ben bu yaz ömrümde ilk kez sadece yaz aylarında yaşayan, otelden başka hiç bir yerleşimi olmayan, bir hayalet kasaba gördüm: İÇMELER. Ha diyeceksiniz ki bana, orası sonradan oteller için yapılan suni bir yapılaşma. Eğer kontrolsüz büyüme yaşanırsa Alaçatı’yı da aynı tehlike bekliyor. Köyde yaşayan kalmazsa, kışları kimse uğramazsa. Ama neyse ki, şimdilik Alaçatı o yönelişten fersah fersah uzak görünüyor. Otelleri de sokakları da insanları da içimizi açıyor. Hele ki, eylül ayında.
Bu yaz açılan, içini bizzat gezip dolaştığım, dikkatimi çeken bir kaç yeni Alaçatı oteli var. Belki yukarıdaki yazıyı örneklerle daha iyi anlatırım diye düşündüm. Fiyatlar şimdi, temmuz-ağustosa göre çok daha hesaplı. Bu arada, bence ister günübirlik, ister konaklamalı bir an önce davranın, çünkü Çeşme’nin en güzel zamanı başladı.

GUBİBA

Yazının Devamını Oku

Sizi biraz yavaşlatabildik mi?

1 Eylül 2012

BÜTÜN bir yaz döndüm durdum.
Kıyılara vurdum. İçimdekini dışarı kovdum. Aradım, buldum. Parmağımı önce deklanşöre denk getirip sonra klavyeye vurdum. Bir balığı kovalarken, başımı denizin içinde bir kez neredeyse kayaya vurdum. Ama en çok durdum. Siz de durun diye. Burada, orada, Çeşme’de, Marmaris’te, Seferihisar’da, Foça’da, evin içindeki duşta, bir suyun altında, bir güneşin alnında. Fark etmez. Durun diye. Çünkü ben insanlar gördüm. Bütün bir yıl bu tatili bekleyip sonra tatilde bile o yılki ciro hedefini konuşan. Doğuştan beyaz yakalı. Doğuştan prangalı. Çünkü ben ne insanlar duydum. Kendi hayatını başkalarının ne dediği üzerine kuran. Ayağını kuma uzatacağı yerde, başkalarının hayatına, kafasını uzatan. Gittiği her küçük köyde, kendi büyük şehrini yanında taşıyan.

Yazlar geri gelmiyor. Baharlar yılda iki kere. Ömrü topla, yazlara böl. Hadi baharları da kat. Hepi topu o kadar. O yüzden yaz ayağına geldi mi, dur. Ömrünün sonbaharında olsan da, bunu kabul etme. Nerede olursan ol, ne kadar üzgün olursan ol. Hayatında en mutlu olduğun yazı düşün. Rüzgarın saçını kıvırdığı, elinin iyot koktuğu. Sevdiklerinin yanında olduğu. Henüz, kimsenin ölmediği.

Dünya senden çok daha hızlı koşuyor. Bunu kabul et. Ama arada durup dinle(n)men lazım. Kendini. Çocukluğunu. Dünyayı. İç sesinin ne dediğini. Eşinin, sevgilinin iç sesini. Kumdaki deniz kabuğunu alıp kulağına tutman lazım. Yoksa başka türlü yeniden dönmez bu dünya. Döner de sen farkına varamazsın. Yazlar gelir, yazlar geçer. Bir bakarsın, ömür biter.

Ömür dediğin nedir ki?
• Yaşamın boyunca ortalama 130 bin km yol yürüyorsun.

Yazının Devamını Oku