Yaşamı anlamak

“Yaşamak çok nadir rastlanan bir şeydir. Çoğu insan sadece var olur.” (Oscar Wilde)

Haberin Devamı

Yaşam... Karıncaların zarif ayaklarıyla toprağa işleniyor... Bal arısının çiçeğini döllediği elma, içindeki çekirdek tohumu ile yeniden yeşeriyor.
Doğada yaşayan tüm canlılar, doğanın alfabesini oluşturur. Doğanın binlerce harfinden sadece “insan” olanıyız biz. Henüz ne olduğunun farkında olmasak da bize yüklenen anlamın önemini kavramaktan kaçınıyor, anlamaya dahi çalışmıyoruz. Doğanın alfabesinde yan yana koyarak oluşturduğumuz kelimelerle kurduğumuz cümlelerde, kendimizi öznenin yerine koyup diğer canlılara karşı sağladığımız üstünlüğün zafer sarhoşluğuyla yaşıyoruz. Kendimize yüklediğimiz anlamın doğru olduğundan emin değilim. Doğanın ruhunu keşfedebildiğimiz ölçüde kendi ruhumuzu da keşfederiz. Yaşamın gizemi, doğayı anlamakla çözülür. Doğanın dili yaşamdır, anlamak gerek. Ölüm de ölümsüzlük de doğadadır. Ölümü hazmetmenin zayıflık olduğunu düşünürken, zayıflığın aslında ölümsüzlüğün de gizlendiği doğayı öldürmek olduğunu göremiyoruz. Ağaç, meyvesinin ölümüne üzülmez, yeniden yeşerteceği günlerin farkındadır çünkü. Yeniden doğacağımıza inanıyoruz ancak bu yeniden doğuşun bir havucun kökünde, bir asmanın yaprağında ya da bir buğday tanesinde olabilme ihtimaline inanmak istemiyoruz. Oysa ki ruhumuzun yeşereceği doğanın her parçasında kendimizi bulabiliriz. Ruhumuzun kirlenmemiş saf hali, toprağın özütüyle harmanlarken, toprak altındaki yolculuğunda toprakla arınan suyun saflığı ile ruhumuzun saflığı aynıdır. Suyun da ruhun da eşsiz lezzetine kavuşması bu saflığın sonucudur. Yaşamın öznesi durumuna gelmek, doğanın dengesini ve adaletini bozarken, kabullenemediğimiz doğal döngünün tersine adımlar atarak aslında kirlenmişliğin de altını çiziyoruz.

Yaşamı anlamak

RUHUN KAPISI

Haberin Devamı

Kapıların verdiği hisler gizemlidir. Çaldığımız kapının önünde beklerken, arkasında barındırdığı bilinmezliğin de heyecanına kapılırız. Kapı, sır ve giz çağrıştırırken, insanın da içinde gizlediği belki de varoluşunu sürdürmenin içgüdüsel dürtüleri, keşif ve merak arzusu devreye girer. Farkında olmadan kurguladığımız kapı arkasındaki muhtemel dünyanın kendi iç dünyamızla bağlantılı olduğunu bilmek, beklentilerimizin duygularımızı da yönlendirdiğini bilmektir. Son çaldığım kapı, daha önce açtıkları iki kapıdan yansıttıkları güzel iç dünyalarını iyi bildiğim anne Dilek İnaç ile kızları Göksu Cebi ve Side Gür’ün, Gaziosmanpaşa Hafta Sokak’ta yeni açtıkları “ruhun kapısı” diye nitelendirdiğim kapıydı. “Kapı Niki”ye gittiğimde farkına vardım ki, aslında hepimizin bir şekilde kafasında canlandırdığı bahçeli bir ev hayalinin, zihnimize verdiği dinginliğin ruhumuza da açılan kapı olduğuydu. Aile olmanın şahane duygularını fazlasıyla hisseden başta Furkan Cebi ve Sinan Gür olmak üzere, Kapı Niki’nin genç ve dinamik ekibi hakikaten göz kamaştırıyor. Açtıkları kapı’lara aile olgusunu yansıtmayı bilen, benim de gönülden desteklediğim bu anlayışın, ruhunuza da açılan kapı olduğunu gittiğinizde hissedeceksiniz.

Yaşamı anlamak

FİRİK BULGURLU BRİSKET KÂSESİ

Haberin Devamı

Kapı Niki’de ruhuma iyi gelen ve hep olmasını istediğim tarzda bir yemek sunumu ile karşılaştım: “Firik bulgurlu brisket.”
Firik bulgur, buğdayın başakta henüz yeşil ve sütlüyken toplanıp yakılmasıyla elde ediliyor. Yeni bebek doğuran annelerin sütünü de çoğalttığı biliniyor. Duymamış olmanız ihtimaline karşı yazdım. Geleneksel yemeklerin, unutulan tatlarının sürdürülebilir hale gelmesi en büyük arzum. Günümüz alışkanlıklarıyla bir araya gelecek geleneksel lezzetlerin, yeni neslin farkındalığını arttıracağını umuyorum. Hatta geleneğe dönüş için umutlanmama bile sebep olabilir. Kocaman kâsenin dibi yeşil salata, üstüne haşlanmış sebze ve firik bulgur yan yana, en üstüne de buharda haşlanmış brisket, yani dananın sırt kısmından elde edilen hafif yağlı yumuşacık et. Ağzınız sulandı değil mi?

Yaşamı anlamak

BU ‘ADA ÇAYI’ BAMBAŞKA

Haberin Devamı

Kapı Niki’nin ruhunu en güzel ifade eden içecek ada çayına bayıldım. Sevgili Side’nin önerdiği bu içeceğin içeriklerini yazamıyorum. Gidip tattığınızda mekânın ruhu ile birlikte özümseyip, içtiğiniz mucizenin de farkına varacaksınız.

Yaşamı anlamak

MAĞARA KIRMIZISI

Yıllarca Nişantaşı pazarının bir köşesinde en güzel peynir ve füme etleri sunan Müge, Baran ve Burak’ın kurduğu “Şarküt” hayranıyım.
Pazardan ayrılıp Yıldızevler Mahallesi Kişinev Caddesi’ndeki yeni yerlerine taşındıktan sonra ilk kez gittim. Her zamanki güler yüzün, yaptıkları işe hakimiyetin özgüveniyle sürdüğünü görmekten mutluluk duydum. Yeni mahsul pastırmayı tattırdılar, nefisti, tavsiye ederim. Asıl ilgimi çekense üst üste yığdıkları küflü peynir tekerleri oldu. Sordum, “İsmi mağara kırmızısı” dediler. Niğdeli bir peynir üreticisinin keçi sütünden hazırlayıp kırmızılı mağarada beklettiği taze kaşardan dilimleyip verdiler. Elime almadan keçinin otlandığı meraların da sütün de kokusu yayıldı, mest oldum. Tadına baktım (klişe olacak ama) tek kelimeyle ba-yıl-dım. Şarküt’e uğrayın.

Yazarın Tüm Yazıları