Paylaş
Her şehrin bir dili vardır mutlaka. Sokak ve caddelerindeki binalar, kaldırımlar, parklar, ağaçlar alfabesini oluştururken; tiyatro, sinema, konser salonu gibi sosyal alanlar ise cümleleri oluşturan kelimeleri olur şehrin.
Kimisi basit ve ruh barındırmayan kelimelerle yazılmış, kiminin her harfi yüreğinizi, her kelimesi aklınızı alır, büyüsüne kapılırsınız... Devrik cümlelerle de olsa bir şeyler anlatmaya çalışır şehir, okuyabilene. Anlayabilene şiirdir hatta... Sokak veya caddesinin başından girdiğinizde, sonuna kadar size şiirin dize veya mısrasını adım adım hissettirir, sohbete başlarsınız, duyumsadıklarınızdan tüyleriniz ürperir. “Konu gayet basit: Hayal et!”
‘BÜYÜYÜNCE ÇOCUK OLMAK İSTİYORUM(#accionpoetica)’
Geçen hafta size “Armando Alanis”ten bahsetmiştim. “Accion Poetica” yani bizdeki adı #şiirsokakta hareketinin öncüsü “Pulido (Parlak)” lakaplı Meksikalı şair’in CSOADA’daki söyleşisine gittim. Ünlü şair Adnan Özer’in moderatörlüğü, İspanyolca’nın ülkemizdeki seçkin çevirmeni Serdar Çelik’in tercümeleriyle sohbet ayrı bir lezzete büründü. Her kelimesi etkileyici bir şiir cümlesine dönüşen sohbette; Armando’nun çocukken hayal etmekle başladığı her şeyi, büyüyünce kelimelere etkili bir şekilde dönüştürmesinin, içinde büyütmediği çocuktan kaynaklandığını anlatmasından çok etkilendim. Anonim olarak kabul edilen #şiirsokakta hareketinde, şiiri kimin yazdığı önemli değil, yazıldığı duvarın, mekânın veya mahallenin duygusunu anlatabilmesi daha önemli. Öncelikle beyaza boyanıp yeni ve temiz sayfa hissi verilen duvara yazılacak şiirin gösterişsiz yazı formu ve siyah boyayla en fazla sekiz kelime ile yazılması, okuyan kişinin de algısını kolaylaştırıyor. Aşkla ilgili yazılanlara bayıldım “Şiirin ilk kurbanı her zaman aşk olmuştur. “Bizim aşkımız gizli değil, saklı”, ”Sevmek geleceği hatırlamaktır”, hayata dair yazılan kısa şiirlerden favorim ise “Her şey olmamıza, bir tık hiç kaldı.” Ankara için rica ettim “Hoy es siempre Ankara” dedi. “Bugün, daima Ankara.”
‘TÜRK MUTFAĞI’ MESELESİ
“Taste Atlas” isimli ülke mutfaklarını değerlendiren bir kuruluş, yayınladığı listede Türkiye’yi 17. sıraya koyunca ülkemizin ünlü yemek düşünürleri, önceden ve sonradan gurmeler çok büyük tepki gösterdiler. Verdikleri tepkinin doğru veya yanlış oluşunu değerlendirmek istemiyorum. Listenin nasıl hazırlandığı ile ilgili de yorum yapmayacağım. Kendi yemek kültürümüzden gittikçe uzaklaştığımız, ülkemizde; pizzanın lahmacundan, hamburgerin kebaptan, makarnanın mantı ve börekten açık ara daha fazla tüketildiğinden anlaşılır sanırım. Doğal ve özgün üretilmiş malzemenin yanı sıra; emek, zaman, sabır ve sevgi isteyen geleneksel yemeklerimizi pişirmekten vazgeçtiğimiz gibi yeni nesil’e aktarmak gibi bir endişemiz de ne yazık ki hiç olmadı.
Hatta eskiden her evin “Yazlık ve kışlık” diye adlandırılan kendi bahçesinde elleriyle ürettiği gıda ve kiler kültüründen vazgeçeli yıllar oldu. Neredeyse her köye giren marketler varken yazlık-kışlık ya da kiler kavramına ne hacet. Değerli yemek düşünürlerimiz ve dekolteli influencer’ların tepki gösterdikleri listenin en başında bulunan ülkeleri gezip ballandıra ballandıra anlattıklarından olsa gerek, biz de kapıldık yemeklerine. Pizzanın en iyisinin sosunun “San marzano” domatesi ile en iyi mozzarellanın La Fenice’deki Ferdinando’nunki olduğunu biliyoruz.
‘ZELİHA’NIN SAC ALTI BÖREĞİ
Aylar önce Balgat, Ceyhun Atıf Kansu Caddesi’ndeki Zeliha’da sac altında pişen börek ve yemekleri tatmaya gitmiştim. Altındağ’da çocukluğunun geçtiği avlulu evden bahsetmişti Ramazan usta. Annesi Zeliha hanımın kendi çocuklarının yanı sıra mahallenin çocuklarını da doyurma telaşıyla yaptığı börek hazırlıklarını anlatırken duygulanmıştı da. Bahçeden topladıkları patlıcan, biber ve domatesin yanına annesinin kendi elleriyle sağdığı sütten elde ettiği lor peyniri, açtığı incecik baklavalık yufkayla sarmalayışını tepsiye yayışını anlatırken ben de duygulanıyordum. Özlemle anlatıyordu Ramazan Usta, kuzineli sobayı harlamak için attığı odunun kokusunu bile duyumsadım. Ardından kuzinede pişen böreğin kokusu da eşlik etti, mest oldum. Önce annesinin sonra da o günlerin anısına kardeşiyle birlikte “Zeliha”yı açmışlar. Normalde baba mesleği seçilir ama onlar ana mesleği seçip en leziz yemekleri pişiriyorlar. Börekler halis tereyağlı, tadı da kokusu da iştah veriyor. Doğal köy tavuğu sac altında ve odun ateşi ile 5-6 saat boyunca pişiyor. Bal rengine bürünen tavuğun lezzeti baldan leziz desem yeridir. Sac altında kavurma da var lezzetini anlatmayayım gidin tadına kendiniz bakın.
Paylaş