Paylaş
“Her seher besmele ile açılır dükkânımız, Selman-ı Farisidir pirimiz, üstadımız.” (Anonim)
Yukarıdaki deyim bir dönem Anadolu ve İstanbul’da neredeyse tüm berberlerin duvarına asılıyken Hz. Peygamber’i tıraş ettiği rivayet edilen zat’a duyulan minneti, saygıyı belirtmenin ve aynı zamanda dini bütün olduğunu duyurmanın da bir yoluydu. Osmanlı döneminde berberler çoğunlukla seyyar ve gezgin bir şekilde kahvehanelerde, kent meydanlarında çalışır, çağrıldıklarında evlere veya iş yerlerine de tıraşa giderlermiş. Saç-sakal tıraşının yanı sıra sünnet, hacamat, diş çekimi ve pansuman konusunda da mahir olan berberlerin cerrahiye yatkın olmaları, yıllarca mahallenin acil sıhhiye ihtiyacını da gidermeye yaramış.
Fotoğraflar: Ekin Hazal DOĞRUYUSEVER
Üçüncüsünü işlediğimiz ‘Kuşaktan Kuşağa Ankara Hikâyeleri’nin bu ayki durağı Keçiören Yükseltepe’de dede, oğul ve torunun birlikte çalıştığı ‘Coşkun Berber’ dükkânı. İşe ‘Sil-süpür’ ile çırak olarak başlayan dede İbrahim Coşkun, çocukları Tamer ve Fatih’i yanına çırak alarak hem berber hem kuaför olarak yetiştirmiş. Tamer ve Fatih de kendi çocuklarına ustalık yaparak bugünlerde dükkânlarının başına geçirmiş.
Günümüz berberleri artık ‘berber’ yerine ‘kuaför’ tanımını kullanmayı uygun görüyor. Kuru tıraş yapan berberlerden ıslak ve her türlü cilt bakımının da yapıldığı çok amaçlı kuaförlere geçiş yeni değil aslında. Fön makinesi, tıraş makinesi ve saç yıkama aparatları ile başta lavabo ve ona bağlı sustalı ya da hareketli duş kollarıyla gelişim gösteren berber dükkânları haliyle ‘kuaför’ ünvanına havalı bir geçiş yapıyor. Yaklaşık 40 yıllık bir süreç içerisinde bu değişimi gerçekleştiren berberler gelecekte tükenmeme konusunda belki de kendini garantiye alan az sayıda geleneksel esnaf tipinin başında geliyor.
Berber koltuğu, yüz yıkama tası, kolonyalık, ustura, bileme kayışı, parfümlük, ayna, fırça, pudra, kantaşı, şap, sabun, makas, tarak, havlu vs... Eski ve geleneksel berberlerin dükkân açmak için gerekli gördüğü malzemeler.
EVRENSEL İŞARET
Orta Doğu coğrafyasında duvara asılan bir cümleyle berberlik ilan edilirken; Avrupa ve Amerika’da berberliğin evrensel işareti kullanılmış. Kırmızı beyaz sarmal çizgilerden oluşan bu işaret bir asa veya direk şeklinde berberlerin dış tarafında görünecek yere asılarak meslek erbabının ciddiyeti bir nevi kutsanmış. Kırmızı çizginin cerrahiyi temsil ettiği rivayeti ile beyazın sağlıkla alakalı olması, yaptıkları işin aslında bir tür ön ve basit tedaviyi içerdiğinin de işareti. Avrupa’daki berberler tıpkı Orta Doğu’da olduğu gibi sünnet, hacamat, dişçilik, sülükçülük, kellik, uyuz ve bit tedavisi yapmışlar. Tıp doktorlarını memnun eden bu durum, yıllarca küçük cerrahi müdahaleleri berberlere yönlendirmekle kendi iş yüklerini hafifletmelerine bile sebep olmuş.
PSİKOTERAPİ
Ruhsal incinmelere de kendince merhem olmuş berberlerin, sohbet terapileri ayrı bir rağbet sebebi olunca cerrahi müdahalenin yanına psikolojik ve hatta psikiyatrik dokunuşlar da yerleşiyor. Ruhen ve bedenen berber koltuğuna yerleşen müşteri, kafasını geri yaslayarak anlattığı sorunlarına berberden gelen telkin ve çözüm önerileri ile birlikte alın ve şakaklardan başlayarak ensede bitirdiği masaj neticesinde, hastanın, pardon müşterinin önce vücudu gevşiyor ardından dinginleşen beyin uykuya geçerek mutluluğunu ilan ediyor. Bu tür şekerlemelerin iyi geldiğinin farkına varan danışanlar, koltuğun manevi rahatlamayı da tetiklediğini anlayınca kalkmak istememişler. Kalkmak istemeyen müşteriyi sıcak kompres ve ardından keskin kokulu limon kolonyasıyla uyandıran uyanık berber, sıradakini koltuğa aldığında açtığı temiz sayfayla müşterisini yeni bir maceraya hazırlarken kendi enerjisini de yenilemeyi ihmal etmiyor.
AYAKLI GAZETE
Sürekli ayakta olduklarından çoğunlukla ‘siyatik’ hastalığına yakalansalar da internet teknolojisinin belki de alt edemediği tek haber kaynağı ‘berberler, berber dükkânı ve koltuğudur’ desem abartmış olmam sanırım. ‘Ayaklı Gazete’ olarak ayrıca isimlendirilen berber, kalfa ve çıraklarının gelen-giden müşterilerinden derledikleri haber, bilgi ve hikâyeleri kendi hayal güçleriyle birlikte müşterisinin davranışına göre düzenleyerek sunması bambaşka bir meziyete de sahip olduklarının işareti olmalı. Yüzyıllardır, sosyal, politik, ekonomik, sportif ve tabii ki magazin haberlerinin farklı yorum ve bakış açısıyla, her müşterinin can kulağıyla dinleyip büyüsüne kapıldığı ve hatta ‘inanarak takip ettiği tek haber alma yöntemi ve mecradır’ desem de abartmış sayılmam. Sosyal medya sitelerinde rastlayamayacağınız vizyonda haber ve güncel bilgiye ulaşmanın yüzyıllardır tek ve rakipsiz yolu olarak herkesin kabul ettiği berber koltuğuna kayıtsız kalmanın, gündeme de kayıtsızlık manasına geldiğini ayrıca bilmeniz gerek.
İBRAHİM COŞKUN
İbrahim Coşkun (73) döneminde popüler tıraş türleri: ‘Alabros (Pehlivan) Tıraşı, Subay, Düz Ense, Kürt, Kaytan Bıyık, Pala Bıyık.’
Berber sohbetinin keyifli olduğu konusuna yukarıda uzun uzun değinmiştim. Dede İbrahim Coşkun’la sohbetimiz de keyifli başladı. 1961 yılında henüz 11 yaşındayken eski adı ‘Çıkınağıl’ kasabası, bugünkü ‘Evren’ ilçesinden Ankara’ya gelmiş. Belediyede çöpçülük yapan dayısı Mehmet’in yanına yerleştiğinde çocukluk hayallerini süsleyen öğretmenlik mesleğinden uzaklaşmanın burukluğunu yaşamış. Ertesi gün dayısının peşine takılan Küçük İbrahim, bundan sonraki hayatına yön verecek mesleğine başlayacağı Hamamönü’ndeki berber dükkânına adım attığında, dayısından duyduğu "Eti senin, kemiği benim" cümlesi ürkütse de bir şey değişmiyor ve Ankara serüveni başlıyor. Sil-süpür, getir-götür işleri, iş ahlâkı, çalışma disiplini derken yoğun çıraklık dönemini atlatıp 13 yaşında kalfalığa ve dolayısıyla boyu yetmemesine rağmen ayağının altında gezdirdiği taburesiyle tıraşa başlıyor.
AYAKLI KÜTÜPHANEYİZ OKUMASINI BİLENE
28 yaşında o zaman gecekondu bölgesi olan Yükseltepe’ye gelip kendi dükkânını açan Berber İbrahim, gece gündüz çalışmakla yetinmeyip, hafta sonları kadınları ve okul çağındaki kız çocuklarının saçını kesmeye evlere gidermiş. "Ayaklı kütüphaneyiz okumasını bilene..." sözünü dolu dolu söyledi. Muhtemelen berberlerin kendi aralarında hemfikir oldukları bir durum olmalı. Söylediği bu söz aslında kendine ve mesleğine verdiği değerin de bir göstergesiydi. Mesleğin gereklerini ben sormadan kendi saydı... En başta "Disiplin" dedi ve birkaç kez tekrarladı. "Hijyen" dedi... "Her şeyin hijyeni..." diyerek elleriyle etrafı temizler gibi yaptı. "Tüm kullandığımız alet edevat, yerler, ayna, tezgâhın temizliği..." "Kişisel hijyen de önemli" dediğinde koltuk altlarını ovuşturdu. "İşe gelmeden banyo yapmak gerek... Ter kokmamalısın... Saçların, yüzün temiz ve tıraşlı olmalı. Her zaman sempatik ve güler yüzlü olmalısın, için kan ağlasa da belli etmemelisin." "Sentetik" dedi anlamadım... ‘Kolaylıkla etkilenmeyen’ anlamını oturttu. "Her denilene kafayı takmamalı..." dedi. "Gerektiğinde anlamazdan ve duymazdan gelmek gerek" dedi... Adama hak verdim... Türlü türlü adam geliyor ve hepsi de anlatıyor. O da ağlama duvarı gibi tüm gün dinliyor... Ciddiye alsa tırlatacak.
TAMER COŞKUN
Tamer Coşkun (50) döneminin popüler tıraş türleri: ‘Alabros, Punk, Amerikan ve İtalyan Tıraşlar.’
Babasının direktif ve prensiplerine harfiyen uymaya çalıştığını sürekli gülümsemesinden anladım. İçselleştirdiği işindeki özeni, tıraş ederken aynadan kestiği müşterisinin bakışlarıyla kesişen selamlaşması ve attığı gülücükle keyif veren davranışları tıpkı babasının istediği gibi sempatikti. Okumayı düşünmemiş... "Bu meslekte doğdum, buradan yürümek istedim... İşimi seviyorum" derken gözleri parlıyordu.
İBRAHİM CAN COŞKUN
İbrahim Can Coşkun (24) döneminin popüler tıraş türleri: ‘Rampa, Sıfırdan kat kat, Tas Kafa(Keko), Hacivat.’
Tamer Coşkun’un 24 yaşındaki oğlu ve dedesinin ismini taşıyan küçük sevimli ‘Can’lardan. Meslek lisesi makine bölümü mezunu ancak kuaförlüğe gönül vermiş görüntüsü iyice belirginleşmiş. İsmiyle çağırınca o da gülüyor. Dedesi ve babasıyla birlikte aynı dükkânda çalışıyor. İşindeki tavır, ciddiyet ve sempatiyi, belli ki dedeyle babasından almış. İkisinin de gururlandığı kişi olmak sırtına yük değil bayağı öz güven yüklemiş.
FATİH COŞKUN
İbrahim Coşkun’un büyük oğlu Fatih de doğal olarak baba mesleğini öğrenmiş ancak memuriyeti seçip memur olunca uzun yıllar ara vermiş. Yakın zamanda emekli olduğunda bir dükkân açmışlar, üniversite okuyup atanamayan oğlu ile birlikte baba mesleğine tutunarak ayakta kalıyorlar. ‘Meslek erbabı olmak aslında kolunda sürekli taşıyabileceğin bir güvence yani altın bilezikten farksız’ sonucuna varıyoruz... Şimdilerde meslek erbabı olmaktan kaçınanlara duyurulur...
Paylaş