Paylaş
Nasıl yaşanması gerektiği konusunda pek bir fikrimiz olmasa da, “kafamız bir dünya” yaşıyoruz bu hayatı... Bulunduğumuz çevreye göre şekillenen dünyamızda, doğrusunu yaşadığımızı sandığımız hayatın ne anlama geldiğini çözmeye çalışırken, çevremizdekilerin türlü varsayımlarla enjekte ettiği ve zihnimize yerleşen korkuların tasarladığı sınırların içerisine hapsoluyoruz. Her canlı gibi özgürlüğüne düşkünlüğü en belirgin özelliği olan insanın, özgürlüğünü teslim etmesi sadece korku ve şehvetle sağlanabiliyor. Yanlış okumadınız “korku ve şehvet.” Korkuların en başında doğal olarak “ölüm” var. Ölümden sonrası için sonsuzluk umutlarının heba olma ihtimalinden ürkmek de var. Boşluğa düşme, toplumdan dışlanma, cezalandırılma korkusu ile dünya nimetlerinden yoksun kalma, sevdiklerinden kopma, mutsuz olma korkuları insanı dizginlemiş, yaşamını sınırlarken kontrolünü de sağlamıştır. Şehvet de var tabii insanı dizginleyen... O da var ama sadece cinsellik anlamında algılamayın lütfen. Para, altın, elmas dendiğinde gözleri parlamayan, şehvete kapılmayan insan var mıdır? Şatafat, göz alıcı yaşam ve konforun, kadın-erkek fark etmeden insanı tahrik ettiği hepimizce bilinen bir duygu değil midir? Peki, hiç aklınıza düşmüyor mu Allah aşkına? “Bu mudur hayat?” Korku ve şehvetle sınırladığımız bir dünya mıdır sadece bizi dize getiren? Schopenhauer bu durumu da gayet net açıklıyor: “Doğuştan gelen tek bir yanılgı vardır. O da mutlu olmak için burada olduğumuzu sandığımızdır” diyor. Sizce, en özgün ve özgür halimiz, yalansız, dolansız, dili samimiyet, içgüdüsü adalet olan “insanlık onuru” da şekillendirmez mi hayatımızı? Bir düşünün isterseniz...
TANDIR VE EKMEĞİN KOKUSU
Türkiye’nin güneyinde, güneyinin de doğusu hatta en doğusu denebilir bir yerde, Suriye’nin Kamışlı’sına sıfır, sıcağa 45 derece yakın, temmuzun son günleri Nusaybin’deyim. Doğup büyüdüğüm bu kentin, çocukluğumdan aşina olduğum en belirgin kokularından birinin, tandırın ve ekmeğinin sokaklardaki kokusunun peşindeyim. Eskiden evlerin avlularındayken, sonraları sokaklara ardından sadece mahallelerin belirli noktalarında görüldü. Şimdilerde neredeyse yok vaziyette, tandırdan ve kokusundan yoksun, ekmeksiz ve ruhsuz bir çehreye bürünmüş şehir. Neyse ki, eski Değirmen Mahallesi’ndeki ara sokakların birinde Nusaybin’le özdeşleşmiş meşhur lokantacı “Kermo”nun evinin avlusunda rastladım, sevincim çocukluğum oldu. Kermo’nun oğullarından Bozo Bedir sevgili kızı Merve’yle birlikte unutamadığı ekmeğin kokusunu yeniden yaymak için geleneksel tandırları eskiden olduğu gibi kurmuşlar. Hem Nusaybin’e hem de Türkiye’nin her yerinde yaşayan Nusaybinlilere kargoyla yolluyorlar. İg.@tandirekmegii hesabını tık’layın, kokusuyla birlikte size de yollasınlar.
TANDIR’IN SEVGİLİ KADINLARI
Ana, ekmeği sevgisi ile yoğurur, yüreğinin sıcaklığıyla ısınan tandırda pişirirken gözleri de elleri de yanmaz. Çünkü odun da odur, ateş de. Kadın ve analıkla özdeştir tandır ve ekmek. Selma ve Hatice bacılar ekmek pişirirken sıcak mı diye sormak abes kaçardı mutlaka. Gün ısısının iki hatta üç katına varan sıcaklığa aldırmadan “ekmek parası” için çalışmak her ananın içgüdüsel cevabı olmaz mı? Yine de sordum, “Ekmeği pişirmeyi de kokusunu da seviyorum” dedi Selma bacı. Hatice bacı, “Sevdiğim işi yapıyorum” derken, gözleri gülüyordu. “Merve hevir (hamur) getir” diye seslendi. Sonra da tandırdan çıkardığı sıcak ekmeği bölüp uzattı, dumanı ve kokusu sevgiydi, elleriniz dert görmesin tandırın sevgili kadınları.
SUYUN BEYAZI, BALIĞIN ÂLÂ’SI
Beyazsu Vadisi veya Subaşı (Seré kâni) da deniyor. Bölgenin en yeşil ve en sulak mesire yeri olarak biliniyor. 20-25 kilometre uzunluğundaki vadide yaklaşık 60 civarı su kenarı piknik yeri var. Hepsi birbirinden güzel doğal bir ortamda. Serinliğini anlatmama gerek var mı bilmiyorum ama şehirdeki sıcaklık 45 iken Beyazsu’da 30-35’lere düşüyor. Çayın üzerine kurulan tahtlarda altınızdan akan suyun serinliğinde yine aynı çaydan alınan suyla demlenen çayınızı yudumladığınızı hayal ederseniz hislerimi anlarsınız sanırım. Temiz hava acıktıracaktır mutlaka, ne yesem diye düşünmenize gerek yok. Beyazsu’yun soğuk sularında yetişen alabalık, gerek pişirme yöntemi gerekse gizemli lezzetiyle sizi keyiflendirmeye yetecek, Beyazsu’nun tadına varacaksınız.
VADİ’NİN DOĞAL MEYVESİ
Suyun hayat olduğunun ispatını vadiye yukarıdan bakarken anlıyorsunuz. Kıraç ve dik yamaçlı çıplak tepelerin arasından akan suyun çevresini yeşerttiği yeşil hattı gördüğünüzde suyun gücünden etkileniyorsunuz. Kenarlarında bulunan asırlık bahçelerde yeşeren yerli sebze ve meyve az olsa da yediğinizde, konvansiyonel üretimle elde edilenden ne kadar farklı olduğunu duyumsayacaksınız, damağınız bayram edecek.
Paylaş