Paylaş
“Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum” diyor, Portekizli yazar Fernando Pessoa. Bu cümleyi eni iyi Adnan Özer bilir sanırım, çevirilerini yaptığı Pessoa şiirlerinden de aşinadır muhtemelen. Batman’ın kurak, tozlu ve her demet yokluk kokan sokaklarından, Havana’nın tropikal, rutubetli ama sanat ve edebiyat kokan Galiano caddesine. Ve bu caddede mırıldandığı ‘Quantanamera’ şarkısını ilk duyduğu Trakya’daki köyünde avlandığı, önce vücudunu sonra da ruhunu ele geçirecek bir ‘aşk’ olduğunu bilemezdi elbette. Gel zaman git zaman, Havana’da kapıldığı aşkı yeniden bulmaya gittiği yolculuğu, Kazablanka filminin unutulmaz şarkısı ‘As time goes by’ (Zaman geçip gittiğinde), “Ez taym goz bay, vay babam vay” diyerek, kavuşamayan ve kuşaktan kuşağa unutulamayacak türden aşkların kekremsi tadını ‘Eskiden gelecek güzeldi’ isimli kitabına da yansıtmış Adnan abi. Hele ki sürüklendiği yolculukta, “Nereden nereye” denecek cinsten bir yakın zaman hikâyesinin içine girdiğinizde, eskiden de olsa, geleceği güzel görmek için mutlaka aşık olmak isteyeceksiniz.
SANGRIA MANGRIA
Bir Karayipler ferahlatıcısı, yazın sıcak günlerinin ‘Happy hours’ (mutlu saatlerde) akşamüzeri mümkünse sahil ya da evinizin bahçesinde yoksa balkonunda, hafifçe sallandığınız müziğin ritmine kapılarak içtiğiniz bol buzlu ve bol meyvalı içecek, şerbet de diyebilirsiniz. Adnan Özer, kitabında yapımını canlı canlı izlediği bu içeceğin tarifini şu cümlelerle aktarmış:
“En büyüğünden bir helvene tencere içinde ‘Sangria’ hazırlanıyordu. Biz de etrafına sıralanmış merakla seyrediyorduk, sanki sihirli bir iksir yapılacaktı. Önce dilimlenmiş meyveler-yeşilinden bol, kırmızısından az elma, armut, şeftali, portakal tencereye atıldı, üzerlerine soda, gazoz boşaltıldı, şeker de ilave edildi. Bu karışım dairesel hareketlerle nezaketle karıştırılarak kısık ateşte kaynatılırken aslında ısıtılırken demek gerek, çünkü bir taşım bile kaynarsa oldu sana gazlı komposto.” Sürahilerde bir gün dinlendirilip demlendirildikten sonra içebilirsiniz. Nerede olduğunuzu unutturur cinsten keyfini hatırlatayım da, siz yine de unutun.
GALETTE
Sevgili Adnan Özer’in kitabını okurken, çoğunlukla Tunalı’yı kesen Abay Kunanbay Sokak’taki Rubber Soul Kafe’de oluyordum. Civan’ın smooth jazz müzikleri ve V60 kahvelerinin beni kitaba iyice gömdüğü esnalarda, kahve acısını tatlandırarak nefes aldıran Sevgili Ezgi’nin nefis tatlılarıydı. Özellikle pişirildikten birkaç dakika sonra servis ettiği, üzerine koyduğu dondurmanın tahrik edici eriyişini izlediğim ‘Galette’ye bayılıyordum. Yeniden kitabın havasına döndüğümde ise kahvenin ve Galette’nin acı, tatlı izdüşümlerini, Adnan abinin kuyumcu gibi ince ince işlediği cümlelerinde de hissetmek, Batman’dan, Moskova’ya oradan da Havana’ya uzanan hikâyenin yolculuğuna beni de katıyordu.
CAFE NEUHAUS
Bir arkadaşım kurabiye ve tartlarını tattırmış ve vurulmuştum. Tadına doyamadım ve bu kez yemeklerini de tatmak istedim. Bilkent Ankuva’daki Neuhaus Kafe’ye yemek yemeğe gittiğimde servis için kullanılan kağıtların üzerinde gördüğüm resmi, yemek gelene kadar iştahla izlediğimi belirtmeliyim. Ressam Gustav Klimt’in “Hayat ağacı” isimli resmine siz de bakarsanız etkileneceksinizdir mutlaka. Servis kağıtlarının üzerine bir sanat eserini koyan ince düşüncenin pişireceği yemeğin de incelikle ve özenle olacağı hissine kapılmamak mümkün değil. ‘Amaretto soslu tavuk’ denedim. Sosun içinde badem vardı, el kreması, tahin ve baharatlar vardı. Arpacık soğana bayılıyorum, limon suyunda demlenmişti, nefisti. Ahenk ve lezzet birbirini tamamlıyordu, sanata düşkünseniz neden ahenk dediğimi anlarsınız. Kurucusu Hüseyin Bektaş’ın titizliğini yansıttığı deri kaplı ve sanat figürleri ile baskılanmış masalarında geçireceğiniz birkaç saatiniz için hayıflanmayacak keyiflenecek hatta eğitim ve sanat düşkünü Hüseyin beye içten içe teşekkür edeceksiniz. Bu teşekkürü, sevgili eşinin emeğine saygıyla ve aynı titizlikle sürdüren Nurşen hanıma da edebilirsiniz. Anlatmakla olmuyor, uğrayın derim.
Paylaş