Paylaş
Günlük yaşam, sorumluluklar, zorunluluklar bir yana çekerken; hayaller, arzular ve gelecekle ilgili düşünceler farklı bir yana sürüklüyor. Bir nevi boşluktayız; evrene sorgu, sual kâr etmiyor. Alıştırıldığımız yaşamın, ensemizde hissettiğimiz nefesi bize “koş” diyor, biz de koşuyoruz. Bazen hayatın olması gereken akışına, bazen de dayatılan yaşamın akıntısına kapılıp gidiyoruz. Her hâlükârda koşarak; hayatı yormayı ve yenmeyi düşünüyoruz. Hayatı yorabilmiş miydik? Emin değilim ama biz insanların hırsları, egoları, arzuları yorulmuyordu. Nefes nefeseydik ancak yine de durmuyorduk, dinlenmek ya da önümüze bakmak için de durmamıştık. Hele ki düşünmek... Hiç ama hiç aklımızda yoktu. Ne istediğimizin farkında değildik, daha iyisi ve daha da iyisi diyerek anlık ve geçici hazlar veren; ego tatmininden ileri gidemeyen duygulara “hayat” demiştik.
Hayat sadece bizimle mi alakalı sanıyoruz? Dünyanın bir tek bizim etrafımızda döndüğü algısına kapılmamızı sağlayan duygu hangisi? Sokağa çıktığımızda gördüğümüz insanlar, binalar, arabalar bizim hayatımızın akışı için tasarlanmış birer konu mankeni, dekor veya görsel efekt mi sizce? Cevabınız evet ise öncelikle silkelenin derim; ya da “film bitti çıkışlar sağdan” diye seslenirim. Son ihtimal uyuduğunuzu düşünüp dürterek uyandırmaya çalışırım.
Fiziki olarak uyku halinde olmayabiliriz ancak ruhen uyuyakalmıştık... Hayat biz istesek de istemesek de bütün hızıyla akıyordu zaten... Ve biz bu hayatın umurunda bile değiliz. Çok da şey etmemek lazım...
TÜTSÜLENMİŞ LEZZET ‘KARA TAVUK’
Tavuk ve yemeklerine karşı hepimizin mutlaka bir mesafesi olmalı ve her yerde tavuk yenmemeli diyorum. Ayrancı Mesnevi Sokak’tan geçerken dikkatimi çekmiş bir türlü uğrayamamıştım ‘Kara Tavuk Lokantası’na. Bu sefer kardeşim Nezo üşenmeden park yeri aradı ve uğradık. Tam benim sevdiğim tarzda, sokak arası küçücük bir dükkân. Büyüklüğü tavuk kümesinden hallice desem yeridir. Dükkânda tütsü fırını ve tavukların sergilendiği tezgah dışında ayak üstü yemek için bir banko var. İçerinin loş ve islenmiş halini tezgâhın arkasındaki İkbal hanımın gülümseyen yüzü aydınlatıyor. Restoranın işletmecisi Can bey tavukları Bolu’daki butik bir tavuk çiftliğinden temin ettiklerini söyledi; kokusundan zaten belliydi. 3-5 saat boyunca odun dumanıyla islenen tavukların derileri de mutlaka yenmeli. Yan yana dizili tavuk butların siyah görünümleri ürkütmesin tadına baktığınızda içine gizlediği meşe ve kiraz odunu aromaları mest ediyor. Ben but yedim, Nezo tiftiklenmiş baget yedi. Zerdeçal ve tane karabiberle lezzetlendirilmiş basmati pirinciyle birlikte servis ettikleri tavukların lezzeti katlanıyor. Yanında Kore salatası ve ekşi elma ile hazırladıkları barbekü sos veriyorlar. Canınız tavuk çekerse, yakınsanız yürüyün, değilseniz üşenmeyin bir vasıtayla gidin. Pişman olmayacaksınız...
‘EFSANE ÜÇLÜ’ ÇİĞ KÖFTE, URFA KEBAP, ŞEHRİYELİ BULGUR
Bu efsane üçlüye eşlikçi, bol nar ekşili bostana ve yayık ayranı da var. Vay babam vay; değmeyin keyfime... Bağlar Caddesi’ndeki efsane kebapçı Selçuk usta çiğ köfteyi sevdiğimi bilir, arayıp ‘her çarşamba ve cumartesi günleri çiğ köfte yoğuruyorum’ dedi. Urfa işi çiğ köfte en doğrusudur, tıpkı en doğru kebabın Urfa kebap olduğu gibi. İkisinin de hastasıyım. Çiğ köfteyi duydum, durur muyum hiç... İlk fırsatta soluğu Selçuk ustanın yanında aldım. Yoğurmanın sonuna denk geldim hemen bir sıkım uzattı mest etti. Babası Ahmet usta Harran’ın sade yağı ile Mardin’e has şehriyeli bulgur kavurmuş, kokusu da dükkâna yayılmış. Of of of; ‘ben neredeyim’ nidaları koptu, iştah patladı. Urfa kebap ocakta piştikten sonra efsane üçlüyü bir araya koyup masaya getirdi Selçuk usta. Görüntünün şehvetine kapılmışken kokunun cazibesi müsaade etmedi, görselin tadına varamadan bir sıkım çiğ köfte, bir parça kebap, bir tutam soğanla dürdük lavaşı; ardından bulgur kaşıkladık ve yumulduk velhasıl. Gerisini siz tahmin edin ya da Selçuk ustaya uğrayıp efsane üçlüyü bir de siz deneyin. Hak vereceksiniz.
ALTIN ÇİLEK KURUSU
Güney Amerika’ya has bu meyve And Dağları’nda yabani olarak yetişiyor. ‘İnka eriği ya da Peru yemişi’ de deniyor. Biz rengi ve şeklinden dolayı olsa gerek ‘altın çilek’ dedik. Kurusunu bilmiyordum geçenlerde ‘Balabahçe’nin güzel üreticisi sevgili Gözde’nin tezgâhında rastladım. Tadına bakınca tazesinden daha leziz ve etkileyici olduğu hissi ağır bastı. Gözde Erdem, kendi bahçesinde üretip kuruttuğu altın çilekleri, özellikle diyabet hassasiyeti olanların tüketmesi gerektiğinin altını çizdi. İg.@balabahce sayfasını tıklayın.
Paylaş