Paylaş
Hürriyet İstanbul'un editörlerinden Serhat Öztürk, fikir babası ve yöneticisi olduğu ‘‘Sokak’’ sayfasında (sayfa 11) geçen hafta ‘‘Yaya ve başıboş’’ başlıklı bir yazı yazdı. Şöyle diyordu:
‘‘Kenti tanımak için yaya dolaşmak gerektiği hep söylenmiştir. Yaya dolaşmak için iki şeye ihtiyacımız var: Zaman ve kaybolmayı göze almak. Günümüz insanının kabusunu simgeleyen bir kavram çifti. Öncelikle kimsenin zamanı yok (!), zamanı olanlar da kaybolmaktan ölesiye korkuyorlar...’’
Yazı şu paragrafla bitiyor:
‘‘Modern zamanlara ait çelişkilerden biri de şu değil midir? Kenti, yaya dolaşarak tanıma çabası azalırken, okuyarak öğrenme çabası artıyor.’’
İşte ‘‘Sokak’’ sayfası, bu modern çelişkiye dayanan bir sayfa. Şehrin kah bir sokağını, kah bir evini, kah bir mahallesini anlattığımız, günlük haberlerin içinde soluk alıp durmamızı sağlayan bir sayfa.
* * *
Bir köşesinde her gün bir başka yazar, bir başka zamandan sesleniyor. Sonsuza kadar devam edebilir bu köşe: Hem gazetecilik hem edebiyat tarihimizde İstanbul kadar tükenmez bir başka yazı konusu var mı?
Bu yazıları okuyun, bazı şeylerin sandığınızdan çok daha eski olduğunu, öyle kolay kolay değişmediğini görün.
Bugün ne yazmış Ahmet Haşim:
‘‘Gerçi havalarımız pardösüyü bile gülünç gösterecek kadar ılıktı, fakat bu ılıklık içinde, nezleler, gripler ve bronşitler, maske takmış düşmanlar halinde göze görünmeden alay alay müdafaasız burun deliklerinden aciz ciğerlere rahatça yerleşebiliyordu...’’
Kolay mı dünyanın değişmesi!
‘‘Sokak’’ sayfasının diğer köşesi ise genç bir arkadaşımıza emanet.
Bir üniversite öğrencisi olan Alp Ulagay'ın objektifine her gün bir insan, bir sokak, bir dükkan takılıyor.
Altmış yıllık Asri Turşucu'nun babadan oğula devrettiğini, seyyar satıcılık için en az sermaye isteyen sektörün araba boyası ve cilası olduğunu ondan öğrendim.
Alp, Serhat'ın söylediği gibi yaya ve başıboş olarak dolaşıyor İstanbul'u. Biz de kenti onu okuyarak öğreniyoruz.
Paylaş