Paylaş
Özür dilerim, özürlü demeyeceğim.
Onlara ne isim vereceğimizi bilemiyoruz. Yolda gördüğümüzde yüzlerine nasıl bakacağımızı da bilemiyoruz zaten.
Aslında ‘‘sağlamlığımızdan’’ utanıyoruz, biraz da korkuyoruz.
Çünkü bilinçaltımıza hemen şu sorular üşüşüyor: Ya benim de başıma gelirse? Niye onun başına gelmiş de benim başıma gelmemiş?
Bir insan bir şeyden utanıyorsa, üstelik bir de korkuyorsa, o şeyi yok sayar.
Tek nedeni bu değil tabii, ama sakatları yok saydığımız doğru.
Yakın zamana kadar bütün dünyada böyleydi bu. ‘‘Sağlam’’ insanlar onların değil adını duymak, görmek bile istemiyorlardı.
ABD'nin en büyük başkanı Franklin Delano Roosevelt çocuk felci geçirmişti. Büyük zorluklarla ayağa kalkabiliyordu. Tekerlekli sandalyede oturuyordu hep. Bütün II. Dünya Savaşı'nı o tekerlekli sandalyenin üzerinden idare etti. ABD'nin en uzun süreli başkanlık yapmış politikacısıydı.
Ama iktidarda olduğu 30'lu ve 40'lı yıllarda, kimsenin sakatlıktan söz etmek istemediği, savaşın da etkisiyle fiziki güce tapıldığı o eski dönemde, Beyaz Saray başkanın tekerlekli sandalyesini elinden geldiği kadar gözlerden saklamaya çalıştı. Fotoğraflarına dikkat edin. Dizlerinin üzerindeki battaniye büyük tekerlekleri mutlaka örtüyordu.
II. Dünya Savaşı'nın sona erişinin 50'nci yıldönümü geldiğinde artık sakatlar işi ele almıştı. Yıllarca bağırmış, çağırmış, haklarını savunmuş, her yere adım atmış, her şeyi istemişlerdi.
Roosevelt'in anısına yeni bir anıt dikiliyordu. Başkanın bir kabartması yapılacaktı. Alışkanlık; adamı yine dizlerinde o büyük battaniyesiyle sıradan bir koltukta otururken canlandırdılar.
Sakatlar kıyameti kopardı. Roosevelt onlar için önemliydi; aralarından ülkenin en büyük başkanını çıkarabilecek kadar kusursuz olduklarını gösteriyordu çünkü.
Bu protesto sayesinde Roosevelt, nihayet tekerlekli sandalyesinin bütün ayrıntılarıyla, gerçeğin bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı.
AKM'nin asansörü
Atatürk Kültür Merkezi'ndeki asansör yüzünden, merdivenleri çıkamayacak durumdaki insanların başına gelenlere bakın!
Akşam saat sekizde AKM'de bu asansörü açacak bir görevli kalmıyor.
O yüzden bir sakat AKM'de bir konsere ya da bir temsile gidecekse, bir gün önceden telefon etmek, ‘‘Ben geliyorum, aman asansörü açıp çalıştıracak biri bulunsun!’’ demek zorunda. Yoksa merdivenleri çıkamayacağından elinde bilet, giriş katında kalakalıyor.
O asansör nasıl bir asansör?
Bu nasıl bir iş?
Anlamadım, ama şaşmadım da.
Bu bir Türk fıkrası olsa gerek.
Paylaş