Paylaş
“Ihlamur Çiçeklerinin Kokusu” başlıklı yazımda, ben de, engellilerin engelli olmayan uzuvlarını çoğu kişiye oranla daha iyi kullanabildiklerini düşündüğümü söylemiştim sizlere. Bugün ise, engellerine rağmen evrensel sanata yaptıkları katkılar ve verdikleri olağanüstü eserlerle dünyamızın sanat geçmişinde derin izler bırakmış sanatçılardan söz etmek istiyorum. Başlamak içinse müziği seçtim sanat dalları arasından…
Çoğunuz, gelmiş geçmiş en önemli Klasik Batı Müziği bestecilerinden Ludwig van Beethoven’ın (1770-1827) duyma özürlü olduğunu duymuşsunuzdur.Beethoven, babasından dayak yiyen annesini korumaya çalışırken kulağında patlayan tokatlar yüzünden yitirmiş duyma yetisini. 20li yaşlarında başlayan işitme kaybı, 30 yaşına geldiğinde son noktasına ulaşmış; Beethoven artık hiç duyamaz hale gelmiş, yani sağır olmuş. Ancak bütün senfonilerini işitme problemi yaşamaya başladıktan sonra bestelememiş.
Herkesin hayranlık duyduğu besteci ve piyanist Beethoven, 1796 yılında ilk sağırlık belirtileri ortaya çıktığı zaman henüz yirmi altı yaşındaymış. 1819'dan itibaren, bir konuşmayı sürdürmesi imkânsız hale gelmiş. O tarihten sonra yalnızca «konuşma defterleri» aracılığıyla anlaşabilmiş başkalarıyla.
Sağır olmak, bir müzikçi için, felâketlerin en büyüğü değil midir? Ama Beethoven, sıkıntıları atlatmayı başarmış; ölümsüz eserler bestelemiş. Sessizliğe ve yalnızlığa gömülmüş, bestelediği müziği artık ancak kafasının içinde dinleyebilen bu müzikçi, insanlığa ses yoluyla olağanüstü bir kardeşlik ve mutluluk bildirisi aktarmış: Schiller'in bir şiiri üzerine bestelediği Neşeye Övgü. Bu onun ünlü 9. Senfonisi. Bu beste, bildiğiniz gibi, şu an Avrupa Birliği’nin Milli Marşı.
Müzik alanından vermek istediğim ikinci örnek tamamen başka bir dalda öne çıkmış bir isim: Gelmiş geçmiş en yetenekli caz gitaristlerinden biri kabul edilen Jean Baptiste “Django” Reinhardt (1910 - 1953). Gitar, sol el başparmağı ile sapı kavranan, diğer 4 parmakla da notaların basıldığı bir müzik aletidir. Django’nun sol elinin notalara basması gereken iki parmağı ise kesilmiş. 18 yaşındayken, yaşadığı karavanın yanması sonucu kolları ve bacakları ciddi derecede yaralanmış ve sol elinin yüzük ve serçe parmağı kullanılamaz duruma gelmiş. Doktorların tekrar gitar çalmasının imkânsız olduğunu söylemesine karşın Django soloları işaret parmağı ve orta parmağını kullanarak çalmış yaralanan diğer iki parmağını da bazı akorları çalmada kullanmış. Ve bu durum, Django’nun alanında dünyanın en ünlü cazcılarıyla birlikte çalmasına hiçbir zaman mani olmamış.
Günümüze daha yakın tarihlerden de bazı örnekler vermek gerekirse; “blues” sanatının unutulmaz besteci ve icracısı Ray Charles, güzel ve insanın içine işleyen sesleri ile Jose Feliciano ve Steve Wonder, ve nihayet günümüzde yaşayan büyük tenorlardan Andrea Bocelli sayılabilir. Yukarıda bahsi geçen sanatçıların ortak yönleri ise, glokom hastalığı nedeniyle çocukluk yaşlarından itibaren görme yetilerini kaybetmiş oluşları.
Engelsiz sanat icra eden engelli sanatçılardan söz ederken, ülkemizin yetiştirdiği büyük halk ozanı Aşık Veysel’i (1894-1973) anmadan geçemeyiz. Aşık Veysel daha 7 yaşında iken geçirdiği çiçek hastalığı sonucunda iki gözünü birden kaybetmiş. Önce saz çalmayı öğrenmiş; 1933’den itibaren de kendi sözlerini yazıp söylemeye başlamış. Âşık geleneğinin son büyük temsilcilerinden olan Âşık Veysel, bir dönem yurdu dolaşarak Köy Enstitüleri'nde saz hocalığı da yapmış. Şiirlerinde iç içe geçen yaşama sevinciyle hüznü, iyimserlikle umutsuzluğu görmezden gelmek; O’nun, “Uzun İnce Bir Yoldayım”, “Kara Toprak”, “Dostlar Beni Hatırlasın” gibi türkülerini unutmak mümkün mü hiç?..
Sanat ve gerçek sanatçılar engel tanımaz. Bunu hiç unutmayalım ve unutturmayalım…
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Paylaş