Paylaş
2018 yılının ikinci dini bayramını da geride bıraktık. Kimilerimiz tatil yaparak değerlendirirken bu zaman dilimini, kimilerimiz de büyüklerimizi sevindirmek için kullandık.
Ben bu bayramda gençler tarafından sevindirilmeyi bekleyen büyükler tarafındaydım. Ne mutlu ki, kızım benimle aynı apartmanda oturduğu için onu her gün görebildim. Hayatta olan tek kardeşim ise yazlarını İstanbul dışında geçirdiğinden ona ve ailesine hasret kaldım.
Bilmem nedendir, çocukluğumu hatırlamadan ve o günleri özlemeden geçiremez oldum bayramları. Bayram gelmeden günler öncesinden bir hüzün kaplıyor içimi. Belki de annem, babam, kardeşim, amcam, yengem, kuzenim ve sevgili eşim artık bu dünyayı bizimle paylaşmadıkları için…
Kızım, genç yaşına rağmen geleneklerine bağlı bir yapıya sahip. Çocukluğundaki bayram günlerini canlandırmak, tam anlamıyla olamasa da o günleri yeniden yaşamak istiyor. Örneğin; evimizde mutlaka bayram sofrası kuruluyor. Bazen bir misafirimiz oluyor bu sofrada, bazen de kızımla ben iki yardımcımızla paylaşıyoruz soframızı.
Bu bayram oldukça şanslıydım. Zira kuzenimin küçük kızı Esma ve manevi oğlum Burak İstanbul’da geçiriyorlardı bayramlarını. Her ikisi de, tesadüfen aynı yaşta olan kızları ile birlikte ziyaretime geldiler. Biri beni ‘anneanne’, diğeri ise ‘babaanne’ diye çağıran bu tatlı kızlar beni en fazla sevindiren ziyaretçilerim oldular.
Ailenin en büyüğü olarak bayram boyunca evden hiç çıkmadım. Her gün birkaç ziyaretçim oldu; onları büyük bir mutlulukla ağırladım. Bazılarını uzun süredir görmemiş olduğum dostlarla birlikte zaman geçirmek bana çok iyi geldi.
Ne yazık ki bu bayram kurban kesme olanağım yoktu. Oysa Eyüp Sultan’da bir kurban kestirebilmeyi ve etini oradaki imarethaneye bağışlamayı çok isterdim.
Çocukluğumda, Kurban Bayramı yaklaşırken bir koç alınır ve evimizin bahçesinde bir ağaca bağlanırdı. Koçun rahatsız olmaması için de ipi oldukça uzun tutulurdu. Bayram gününe kadar en iyi koşullarda misafir ederdik koçumuzu. Tabii bu arada biz çocuklarla kurbanlık koç arasında, ister istemez, bir sevgi bağı oluşurdu. Bu yüzden hiçbirimiz uyanmak istemezdik bayram sabahına.
Biz uyanıp giyindiğimizde babam çoktan camiden dönmüş, kasap gelmiş ve sevgili oyun arkadaşımız kurbanlık görevini yerine getirmiş ancak bahçede onun kesildiğine dair hiçbir iz bırakılmamış olurdu. Kesilen kurbanın bir bölümü komşulara, bir bölümü ihtiyaç sahiplerine dağıtılır, bir bölümü de eve ayrılırdı. Bayramın ilk günü öğlen yemeği için anneanneme gidilir, orada mutlaka götürdüğümüz kurban eti ile kavurma yapılırdı. Anneannemin bizim için hazırladığı enfes zeytinyağlılar, börek ve bayram tatlısına kavurma da eklenince, masamız adeta bir ziyafet sofrası dönerdi.
Anneannem biz üç kardeşe de küçük birer hediye hazırlamış olur, ayrıca hepimize arasına bayram harçlığı konulmuş birer mendil verirdi. Bu mendillerin çoğunu kullanmadan sakladım. Geçenlerde bir gün elime geçti anneannemden hatıra kalan bu mendiller. Hepsini, bayramdan iki gün önce, anılara fazlasıyla değer veren kızıma hediye ettim.
Biz bayramların anlamı öğretilerek büyütüldük; çocuklarımızı da aynı şekilde büyütmeye çalıştık. Ancak günümüzde o günlere göre çok şey değişmiş durumda. İnsanlar genellikle bayramları “tatil yapılacak bir zaman dilimi” olarak görüyorlar. Günümüz şartlarında çok da haksız değiller böyle düşünmekte. Zira hem annenin hem babanın çalıştıkları, çocuklarınsa öğrenci oldukları dönemlerde tatil için ortak bir zaman ayarlayabilmek oldukça zor. Bu yüzden bazen bayramlar “tek çözüm” olabiliyor.
Yine de gönül ister ki, çocuklarımız bayramların anlamını kavrayarak büyüsünler…
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Paylaş