Kadınlar seri katil ve canlı bomba oluyor neden işkenceci olmasın
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Amerikalılar, demokrasi ve insan hakları götürmeye gittikleri Irak’tan gelen işkence görüntülerine çok şaşırdı.
Ama o sahnelerde kadın askerlerin oynadığı aktif role daha çok şaşırdı. İşkencenin erkek aktörleri tamamen ikinci planda kaldı. Medyaya bakarsanız, onuru çırılçıplak soyulmuş erkek mağdurlar karşısındaki pervasız kadın halleri, bugüne kadar ileri sürülen teoriyi çökertiyor. Kadın cinsi latiftir, barışçıdır, kaba kuvvet ve şiddet uygulamaz! Şimdi kadın ve ordu konusunda fikir yürütebilecek bütün otoriteler bu meseleyi tartışıyor. Ve ileri sürülen görüşlerden şu sonuç çıkıyor: Savaşın çirkin yüzünü kadının yumuşatması isteniyor. Kadının, o şiddet gösterisini daha adil ve insanca kılması bekleniyor. Yani koyu bir cinsiyet ayrımcılığı uygulanıyor. Sanki erkeğin işkencecisi normalmiş de işe kadın karışınca doğaya aykırıymış gibi bir çifte standart çıkıyor.
Kadınlar o pis işe neden bulaştı? Genç ve tecrübesiz oldukları için mi, iktidar büyüsü yüzünden mi, yoksa azınlıkta kaldıkları o şiddet yüklü militer kültüre başkaldıramadıklarından mı? Ya da erkek gibi davranabildiklerini kanıtlamak için mi?
Amerika’da uzun zamandır tartışılan ordu-kadın birlikteliği konusunda uzman olan herkes ayrı bir fikir yürütüyor.
Ancak şunu hemen belirtmek gerek. İşkenceci kadın askerler içinde en çok, o bıçkın tavırlı er Lynndie England sinirleri bozmuş. Ağzının kenarına kıstırdığı sigarasıyla, mastürbasyon yapmaya zorlanan Iraklı tutukluya elini silah gibi doğrultmuş hali, kadın şiddetinin resmi olarak kafalara yerleşti. Irak’ta silah konuşturan yüzlerce asker, yüzlerce kişiyi öldürdü, ancak zulüm bir başka görüntüyle birleşti; 21 yaşındaki bir kadının yüzüyle.
İşte o zaman insanın aklına bir başka yüz daha geliyor. Hani şu sözde esir düşüp sonra operasyonla kurtarılan kahraman kadın asker Jessica Lynch’in yüzü.
Irak savaşında kadının ve cinsiyet sembollerinin rolü üzerine araştırma yapan Amerikalı profesör Amy Kaplan bu iki yüzü kıyaslıyor. Ağzı sigaralı bıçkın kadın askeri, Jessica fotoğrafının negatif yüzü olarak görüyor. Amerika’da büyük coşkuyla karşılanan Jessica hem modern bir asker, hem de çekici, iyi kalpli, genelde pasif ve korunmaya muhtaç haliyle Amerikalının kadın mitosu üzerine birebir oturuyor. O Amerika’nın iyiliğini, masumiyetini temsil ederken, çıplak erkekleri boynunda tasmayla yerlerde gezdiren England, Amerika’nın karanlık yüzünü ortaya çıkarıyor ve bu yüzden nefret uyandırıyor.
Tutuklulara kötü muamelenin askeri istihbarat tarafından emredildiği yönündeki ifadelere karşın günah keçisi haline getirilen England, işkenceyle suçlanan askerlerden Charles Graner’den beş aylık hamile ve şimdi onu disiplin cezası ve hatta belki de hapis bekliyor. Daha az tahrik edici bulunan diğer iki asker ise Sabrina Harman ve Megan Ambuhl.
Ve tabii bir de Irak’taki bütün tutukevi ve sorgulama sisteminin sorumlusuyken geçen ocak ayında görevden alınan kadın general Janis Karpinski var. Kötü muameleden haberdar olmadığını ve fotoğrafları görünce midesinin bulandığını söylüyor.
Cinsiyet uzmanlarının büyük bölümü, cezaevi skandalına karışan kadınların, kendi iradeleri dışında varolan bir güç ve iktidar kültürünün içine çekildikleri görüşünde. Kadınların değiştiremeyecekleri bu kültürü değiştirmek için çaba göstermedikleri de belli oluyor. Kadın Araştırmaları ve Eğitimi Enstitüsü’nden Lory Manning, ‘Kadınlar insandır. Onların daha iyi olmalarını beklerdim ama, bu gerçekçi olmazdı. Güç ve iktidar çekicidir. Kafasına külah geçirilmiş çıplak bir esirin gardiyanı olmak ise çok güçlü bir pozisyondur. Kadınların suiistimale daha dirençli olduğunu düşünmek abestir’ diyor. Manning, Nazi kamplarındaki çoğu gardiyanın da kadın olduğunu belirtiyor.
BAŞIBOZUK ORDUSU
Feministlere göre cezaevi kepazeliğinin cinsiyetle değil, sadece ordudaki başıbozuklukla, askerin kontrolden çıkmasıyla ilgisi var. Kadın ve Medya Projesi adlı grubun direktörü Tamara Sobel, ordudaki kadınların çıtasını daha yükseklere koymanın cinsiyet ayrımcılığı olduğunu söylüyor. Çünkü kadınlara, erkeklerden daha adil ve insancıl davranma yükümlülüğünü biçmek ve kadınlar yasalara aykırı davrandığı zaman onları erkeklerden daha saldırgan bulmak tehlikeli bir çifte standart.
Kadının da şiddete eğilimli olabileceğinden kimsenin kuşku duymaması gerekiyor. Çeçen ve Filistinli kadın canlı bombalar ve tarihteki kadın seri katiller birer gerçek. Şimdi de Amerikan askeri istihbaratının kadın askeri polisleri, Müslüman erkeklerin onurunu paramparça etmek için birer taciz bombası olarak kullandığı anlaşılıyor.
Ebu Garib’te işkenceye uğrayan Iraklılardan biri Associated Press Ajansı’na çektiği azabı anlatırken şöyle diyordu: ‘Biz erkek adamız. Tamam dövsünler. Canımız yanmaz. O bir fiskedir o kadar. Ama, erkekliğimize kimse leke süremez. Bizi kadın yerine koydular. Bundan daha büyük bir hakaret olabilir mi?’
KRİTİK KİTLE
Bu konuda daha romantik düşünenler de var. Ordunun nasıl daha nazik ve şefkatli olabileceğine ilişkin bir kitap yazan Stephanie Guttman, kadın askerlerin, Müslüman erkeğin kadınlara yönelik önyargılarından etkilenmiş olabileceğini ileri sürüyor. İslam’da kadının ikinci sınıf varlık yerine konmasından ötürü, erkeklere sadistçe davranıp intikam almış olabilirlermiş.
İster orduda, isterse iş dünyası ya da siyasette olsun, kadınlar ya da diğer azınlıkların içinde bulundukları düzeni değiştirmesi için, genelde yüzde 30 olarak kabul edilen ‘kritik kitle’ oranına ulaşmaları gerekiyor. Ancak aşırı derecede militarize bir sistemin içindeki bir avuç kadının bu düzeni değiştirme imkanı bulunmuyor. Bir politika değişikliği için, aynı erkekler arasında olduğu gibi yeterli sayıyı bulmaları gerekiyor.
1980’lerde ABD’de, cepheye daha fazla sayıda kadın gönderilmesi yoğun bir şekilde tartışılıyordu. Böylelikle ordunun maço görüntüsü daha insani bir çehreye bürünebilir ve bugün Irak’ta meydana gelen skandal tarzındaki rezaletler önlenebilirdi. 1993’ten beri cephede kadınlar var. Ancak Ebu Garib skandalı, bir avuç kadının insani bir çehre yaratamayacağını, onların da sistem içinde asimile olacağını gösterdi.
Kadının ordu ve savaştaki rolüne ilişkin araştırmalar yapan Prof. Linda DePauw, kadınların orduya alınmasının tamamen 1970’lerde ortaya çıkan zorunluluktan kaynaklandığını söylüyor. Erkeklerin Vietnam’a gitmeyi reddetmesi üzerine, daha yumuşak başlı davranan ve disiplin sorunu çıkarmayan kadınlar iyi birer asker olarak görülmeye başlıyor. Kadının orduyu daha nazik ve müşfik hale getireceği iddiası ise tamamen palavra. Çünkü Amerika asla ve asla çıtkırıldım bir ordu istemez. İnsan nazik ve şefkatli davranmak istiyorsa, o zaman orduya değil, gider Kızıhaç veya Greenpeace örgütüne yazılır. Kadın profesörün görüşü böyle.
ERKEK ASKERLE AYNI EĞİTİMİ ALIYORLAR
Amerikan ordusunun cephelerde konuşlandırdığı kadın asker oranı yüzde 15 kadar. Ancak kadınlar halen sıcak çatışmada aktif rol alamadığı için, askeri polisteki kadın oranı daha yüksek. Bu nedenle de Ebu Garib’te görev yapan askeri polis biriminde daha fazla kadın görevli. Haliyle işkence skandalına karışma ihtimalleri de daha yüksekti ve nitekim öyle oldu.
Amerikan ordusunun en yüksek rütbeli kadın subayı olan emekli Tümgeneral Claudia Kennedy, askeri polis olarak görev yapan kadınların erkeklerle aynı eğitimi aldığını ve azınlıkta kalmakla birlikte, çoğunluğa ayak uydurmaya çalıştıklarını, ait oldukları kültürün davranış biçimini sergilediklerini belirtiyor.
Vietnam savaşında Amerikan Hava Kuvvetleri’ndeki tek kadın subay olan emekli Tümgeneral Wilma Vaught’a göre bu işkence vakasında cinsiyet değil yaş unsuru rol oynuyor, kadın askerler genç ve deneyimsiz oldukları için egemen düzene kapılıyor. Erkeklerle aynı eğitimi alan kadın askerler, onlarla aynı emir-komuta zinciri altında görev yapıyor ve kendilerinden farklı bir davranış beklenmiyor.