Paylaş
Çevreci hareketin ilk dönekleri yine sahnede; Dirk Maxeiner ve Michael Miersch.
İki yıl önce yayınladıkları ‘‘Eko-İyimserlik’’ adlı kitap yüzünden Alman çevrecilerden dönek damgası yiyen ikili, anlaşılan pek yılmamış olmalı ki, felaket senaryoları üzerine kurulu geleneksel söyleme ters düşen bir kitap daha çıkardı.
İlk kitapta çevreci hareketin yaydığı kötümserlik ve mutsuzluğu şiddetle eleştirip, kapitalist üretim tarzı ve tüketim toplumuna düşman oldukları gerekçesiyle çevrecileri Neo-Marksistler diye tanımlayan Maeiner ile Miersch, bu sefer de çevre sorunlarıyla ilgili yanılgıları düzeltme çabası içinde. Çevre konusunda asla telaffuz edilmeyen doğruları, mutlu haberleri gün ışığına çıkaran bir çeşit rehber hazırlamışlar. ‘‘Eko-Yanılgılar’’ adını taşıyan bu kitapla önyargıları, ekolojik ideoloji gereği söylenen yalanları, yanlış tahminleri ve bilimsellikten uzak iddiaları düzeltmeye çalışıyorlar.
Bu ikilinin temel iddiası, yeryüzündeki çevresel gidişatın o kadar da kötü olmadığı şeklinde. Oysa genelgeçer kurala göre çevreci görüşlerin siyasi açıdan doğru olabilmesi için, mutlaka kötümser perspektiften bakması gerekiyor. Bu perspektiften bakıldığında dünyadaki bütün ormanlar ölüyor, doğal afetler giderek daha büyük facialar yaratıyor, nehirler ve göller kirlilikten geçilmiyor, hammaddeler tükeniyor, çöp dağları büyüyor ve de gıdaların içerdiği kimyasal maddeler insan sağlığını felakete sürüklüyor.
Dönek ikili ise, sonsuza kadar uzayıp gidecek gibi görünen bu listeye karşı çıkıyor. Örneğin şöyle diyorlar; beton sanıldığı kadar kötü, pamuk da zannedildiği kadar iyi değildir. Vejateryenler daha uzun yaşamaz, Merak etmeyin, fillerin soyu tükenmez. Tropik keresteleri boykot etmekle yağmur ormanları kurtulmaz. Ayrıca kesekağıtları da naylon poşetlerden daha iyi değildir.
Kitabın en önemli iddiası ise çevre ve endüstrinin bugün artık bir çelişki içinde olmadığı şeklinde. Tabii bu durum daha çok sanayileşmiş ülkeler açısından geçerli. Çünkü ekonomik büyüme ve refah çevrenin en sıkı müttefikleri; Üçüncü Dünya'da yaşanan yoksulluk ise ekolojik dengenin en büyük düşmanı.
Yani Üçüncü Dünya'daki sanayi üretiminin düşük olması temiz çevre garantisi yaratmıyor. Örneğin Hindistan'ın başkenti Yeni Delhi'de trafiğe çıkan 2.5 milyon araç günde 1500 ton kirli partikül salıyor ve bu kirlilik sonucu yılda 7500 insan ölüyor.
Almanya'da ise endüstri sektörü modern filtre sistemleri sayesinde zehirli gaz emisyonlarını alabildiğine azaltmış durumda. Kimyasal madde üreten fabrikalar da arındırma tesisleri sayesinde nehir ve gölleri zehirli atıklardan kurtarmış bulunuyorlar.
Tüketim toplumunun recycling toplumuna dönüşümü de müthiş sonuçlar yaratıyor. Örneğin her on Almandan dokuzu çöplerini ayrıştırıyor. Camın yeniden dönüşüm kotası yüzde 65; çelik ve bakırın ise yüzde 100. Maxeiner ve Miersch, Almanya'nın gelecekte dönüşüm teknolojisi alanında en büyük ihracatçı konumuna geleceğini iddia ediyor.
Yazarlar Almanya'da artık hiçbir çevre sorunu bulunmadığını söylüyor ama, bu ülkede her üç kişiden ikisi, dünyanın çevresel kıyamet sonucu yok olacağına inanıyor.
Maxeiner ve Miersch, Üçüncü Dünya'daki duruma da fazla kötümser bakmıyor. Yalnız önümüzdeki 50 yıl içinde çevre adına biraz kaygı duymak gerekiyor. Bunun yolu da, ‘herkese insan onuruna yakışan bir yaşam sunulması ve doğaya şefkatle yaklaşılması’ndan geçiyor.
Asya krizi kaplanları da vurdu
Asya'daki mali krizden paylarını alan Endonezya'daki kaplanların imdadına, Avustralya yetişti. Avustralya hayvanat bahçeleri, Endonezya'daki bir hayvanat bahçesinde yaşayan 70 kaplan için 16 tonluk acil et yardımı yapacak. Et ihtiyacını genellikle Avustralya'dan karşılayan Endonezya Taman Safari hayvanat bahçesi, Endonezya parasının devalüe edilmesi ve turist sayısındaki düşüşün ağırlaştırdığı döviz sıkıntısı yüzünden hayvanlarına et alma sıkıntısı içine düştü. Aquaria ile Avusturya-Asya Bölgesel Zoolojik Parklar Birliği, krizden etkilenen Endonezya'daki kaplanlara 17 Temmuz'da 16 ton yiyecek gönderecek.
Paylaş