Paylaş
Üç haftadır defalarca aramama ve talebimi iletmeme rağmen maalesef dönüş alamadım. Herhangi bir izleyici gibi katılarak yazmayı etik bulmadığım için bu arzumu gerçekleştiremedim.
Ben evlilik programlarını destekleyenlerdendim ta ki, kendini bu kadar tüketerek neredeyse ülkenin ilk üç sorunu arasına girmeyi başarana kadar.
Önce evlilik programlarını neden desteklediğimi yazayım. Biz, toplum olarak katı geleneksel kurallara sahibiz. Evlilik ile ilgili kalıplarımız ise özellikle kadın açısından, bugün eleştirdiğimiz Arap Kültürü’nden daha katı.
Evlilik programları birçok tabuyu yıkmıştır ülkemizde. İnsanımız televizyonda evlenme fikrini sevmiş ve güvenilir bulmuştur.
Örneğin; ülkemizde bir kadının beğendiği bir erkeğe evlilik teklif etmesine karşı çıkan annelerimiz, söz konusu televizyon olunca oğulları için gelen talipleri bağrına basmıştır.
Boşanmış ve çocuğu olan bir genç kadının, kendi yaşlarında bekâr bir erkekle evlenmesine burun kıvıran komşularımız, söz konusu televizyon olunca takdir etmiştir.
Evlenmek isteyen ama mahalle baskısını aşamayan orta yaşlı veya yaşlı insanlar “Bu yaştan sonra seninle kim evlenir?” ithamından, eş seçen konuma geçmişlerdir.
Küçük yerleşim yerlerinde veya baskın mahalle kültüründe yaşayan kadınlar ve erkekler için evlilik programları bir kurtarıcı olmuştur. Gelenekçi ve muhafazakâr aileler çocuklarının televizyondan eş bulmasını teşvik etmiş ve evlilik programlarına güvenmişlerdir.
Güven konusundaki düşüncemi teyit edecek bir araştırmayı paylaşmak istiyorum sizlerle. Türkiye'de evlilik programları üzerine yaptığı araştırmayla 2015 yılında City University London, Kültür Politikaları ve Yönetimi bölümünde doktora derecesini alan Feyza Akinerdem, 2011 yılında programa katılıp saha çalışması yaparak hazırladığı doktora tezinde şöyle anlatıyor;
“Adaylar, güven duygusuna iki şekilde atıf yaparlar. Öncelikle programda olmayı, yani “Evlen Benimle” stüdyosunda, program ekibinin kontrolü altında olmayı “güvenli” olarak tanımlarlar. Programa güvenmek demek, birçok katılımcı için kapıdaki güvenlik kontrolünden ekibin muamelesine kadar kendilerine zarar gelmeyeceğine güvenerek gelmek demektir. Kızı ve damadıyla yaşamanın rahatsızlıklarından bahseden bir kadın aday “Evimde bu kadar garantili değilim.” demektedir. “Garanti ne demek?” sorusuna ise “Güvenliği çok, her şey dört dörtlük, erkeklerle karşılaştırmıyorlar.” demiştir.
Birçok aday, evlenme programlarını güvenli bulmalarının yanında, güvenilir bulduklarını da söylerler. Programda tanıştıkları bir adayla ilgili her türlü bilginin artık kamuya açık hâle geleceğini düşündükleri için evlilik programlarına geldiklerini dile getirmişlerdir. Zira programa gelen adaylar ve adaylara talip olanlar hakkında herhangi bir gizli saklı kalmaz.
Bir erkek aday;“Televizyonda evlenmek bence en iyisi. Birini tanıyorsun dışarıdan. O insanın bir sürü şeyi çıkıyor aradan yıllar geçtikten sonra. Ama televizyonda öyle bir şansı yok. Ekrana çıktıktan sonra ihbar telefonlarıyla her şey dökülebiliyor ortaya. Bu yüzden televizyonda evlendiğin kişi çok daha sağlıklı oluyor.” demiştir…*
Maalesef bugün, evlilik programları reyting arttırmak uğruna halkın güvenini kaybetmiştir. Programların özünden uzaklaşması, seviyesinin düşmesi ve kamuoyuna yansıyan tartışmalardan rahatsız olan vatandaşlar haklı olarak şikâyetlerini dile getirmişlerdir.
Bugün gelinen noktanın tek sorumlusu, rekabet etmeyi beceremeyen program yapımcılarıdır. Kendi bindikleri dalı kesmekle kalmayıp insanlarımızın güvenlerini sarsmışlardır.
Ben, reytingi, vatandaşın televizyon programlarına verdiği oy olarak değerlendiririm. Nasıl ki siyasiler kendilerini destekleyen vatandaşa karşı sorumluysa, reyting alan programcılar da aynı şekilde sorumludurlar. Bugün sorumluluğu yerine getirememenin üzüntüsünün ve mahcubiyetinin değil de program sunucuların işsiz kalmasının konuşuluyor olmasını da esefle karşılıyorum.
Her şeye rağmen Hükümetin, gelen şikâyetler üzerine KHK ile programları tamamen kaldırmak yerine söz konusu şikâyetleri önlemeye yönelik yaptırım yapmasının daha doğru olacağına inanıyorum.
Hükümetin, şikâyetleri toplumsal bir talep olarak değerlendirmelerini anlıyorum fakat toplumun bir kısmı için de bu programların ne kadar önemli olduğunun altını çizmek istiyorum.
Evlilik programlarıyla ilgili son kararı vermeden önce Cumhurbaşkanımızın üç çocuk tavsiye ettiğini de hatırlatırım.
Paylaş