Kitapta, çocukları ve çok güzel bir evliliği olan, kariyer ve sorumluluk sahibi bir kadının kocasını aldatması işlenmiş. Üstelik kocasını seven ve kocası tarafından sevilen bir kadın... Yani aldatması için bir nedeni yok gibi.
Coelho, kitabında işte bu göremediğimiz ve anlayamadığımız nedenleri anlatıyor. Daha doğrusu yaşatıyor.
Sizlerle kitaptan seçtiğim alıntıları paylaşmak istiyorum;
“… Geriye dönüp baktığında bir zamanlar kendinin de şimdi seni suçlayan insanlar gibi düşündüğünü görürsün. Vaktinde sen de eşini aldattığını bildiğin kişilere lanet okumuş, başka ülkede yaşasaydı taşlanırlardı diye düşünmüştün. Ta ki bir gün kendi başına gelene dek. O zaman tutumunu aklamak için milyon tane bahane bulursun, kısacık bir süre için de olsa mutlu olmayı hak ettiğini söylersin, ejderhaları öldüren şövalyelere sadece masallarda rastlandığını… Gerçek ejderhalar ölümsüz olsalar da, hayatında en azından bir kereliğine yetişkinler için bir peri masalında yaşamaya hakkın, hatta mecburiyetin olduğunu söylersin.”
Farkında mısınız? “Örnek bir erkek nasıl olmalıdır?" gibi mevzular hiç konuşulmuyor.
Onların ne eksikleri var? Kendilerinden bahsetmeye çekiniyor olabilirler diye düşünüp, ne yapalım da çorbada tuzumuz olsun dedik ve öncü olmaya karar verdik. Hadi hayırlısı…
Yalnız baştan anlaşalım, darılmaca yok. “Bu kadın kim oluyor da bize akıl veriyor?” gibi düşünmek de yok. Bakın biz yıllardır dinliyoruz, daralıyoruz ama darılmıyoruz (!)
Bakalım kutsal kitabımızda ne yazıyor?
Sadece iki örnek....
Ömer Tuğrul İnançer, hamile ve çalışan kadınlarla ilgili beyanlarının ardından, kızının çalışma hayatı ile ilgili sorulara karşı “Benim kızım çalışamaz mı? Şimdi memleketin bütün meseleleri bitti benim kızımın çalışması mı tartışılıyor? Kızım da olsa kimsenin haysiyetine karışmam.” diyerek isyan etti.
....
Sosyal medyada paylaşılan bir video dikkatimi çekti geçenlerde. Bir hoca efendi vaaz ediyor. O da isyanlarda; tesettürlü kadınların sosyal medyada var olmasını ve takipçilerinin olmasını sert bir dille eleştiriyordu. “Bunların ağabeyleri, babaları yok mu?” diye sesleniyordu.
Netice ne olur bilemiyorum ama bildiğim bir şey var; her iki tarafın sebep olduğu “kayıpların” bedelini kimsenin ödeyemeyeceği…
“Aklın yolu birdir.” sözünün pek de bir anlam taşımadığı günlerdeyiz. Akıl ile düşünmek bile “ihanet” olarak algılanıyorsa ne sözlerin ne de fikirlerin bir değeri olur.
Anlayamadıklarımı ve anlatamadıklarımı yazmak istiyorum.
Ortada bir sorun var. Ve bu sorunda her iki tarafında sorumluluğu var. Mensubu olduğumuz görüşün liderine mükemmeliyet atfedip tüm kusurları karşı tarafa yüklemek, ne cemaat ahlakına ne de siyasi ahlaka sığar.
YIL 1999 / Recep Tayyip Erdoğan cezaevine giderken yaşananlar;
Erdoğan'ı uğurlama töreni tam bir gövde gösterisine dönüştü. Fatih Camii çıkışında, Erdoğan'ın hapis cezası almasına neden olan şiirin "Camiler kışlamız, minareler süngümüz." kısmı slogan halinde atıldı.
Basın mensupları için üç kamyonet hazırlatıldı. Erdoğan'ın cezaevine girişini çok sayıda gazeteci izledi.
Camideki uğurlama sırasında izdihamdan ezilenler ve bayılanlar oldu.
Doğrudur, “gün imtihan günü” hepimiz için…Her günümüz, her anımız imtihan değil mi zaten?
Bazen çalıştığımız yerden gelir sorular, bazen çalışmadığımız yerden.
Bu sefer çalıştığım yerden geldi.
Cevap vermemek veya boş kağıt vermek olmaz.
Kimsenin hayvanları sevmek, yedirmek ve su vermek gibi bir zorunluluğu yoktur. Bu çok vicdani ve insani bir husustur.
Ama hayvana verdiği zarar ile insana verdiği zararı eşit görmeyen birinin, insanlıktan nasibini almadığına inanırım.
Geçen gün yaşanan bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Bir şoför, devlet hastanesinin bahçesinde yavru bir kedinin ayağını eziyor ve hayvanı o şekilde bırakıp gidiyor. Üstelik bu insan, ambulans şoförü…
Yavru kedi ayağı yaralı bir vaziyette bahçede. Bir vatandaş olaya tanık oluyor, hayvanı o şekilde bırakmaya gönlü razı olmuyor. Olay akşam saatlerinde gerçekleştiğinden belediye bünyesindeki veterinerler kapalı. Bu sebeple vatandaş, yavru kediyi özel veterinere götürerek tedavisini yaptırmak durumunda kalıyor.
Şu meşhur Yeşilçam filmlerinde olurdu hani. Genç kız ve delikanlı tam evlenecekken karşılarına “Durun! Siz kardeşsiniz.” diye çıkan anne/baba…
“Ancak filmlerde olur.” diye düşündüğümüz bu replikler, çok yakında ülkemizde patlayacak. Neden mi? Anlatayım.
Birçok farklı hikâye dinledim ama geçen gün duyduğum olay filmlere taş çıkartacak cinsten.
Gelecek nesiller adına ciddi arızalı günlerin bizleri beklediğini gösteren bir tablo.