Paylaş
Ramazan ayı sofralarının dününü konuşacağız. Bugün fırınların önünde uzayıp giden pide kuyruklarının yerinde dün ne varmış öğreneceğiz.
Semra Coşkun’la beraber, tesettürlü kadınların “Hayat kurtaran kıyafet” olarak tanımladıkları Abaya / Ferace üzerine küçük bir söyleşimiz olacak. İlginç ve bir o kadar iddialı bir kadın Çoşkun; büyük hayalleri var, Dolce & Gabbana’ya kafa tutuyor.
İki kafadar yine bir yerlere uğramış, neresi olduğuna birlikte bakacağız. Ve İstanbul’da katılabileceğiniz bir kaç Ramazan etkinliğinin haberini vereceğiz. Umarım konu ve konuklarımızı seversiniz. Uzuuuun bir yazı size bekliyor, bu yüzden lafı daha fazla uzatmadan konularıma geçiyorum.
İftar öncesi kaplarla kuyruğa girilirdi.
Osmanlı’daki ramazanlara ait en güzel adet hiç kuşkusuz, konakların iftar vakti herkese açık olmasıdır. Hatta gelin; birlikte gidelim bakalım, nasıl bir ortam bizi bekliyor…
İster davet edilmiş olun, ister olmayın hangi konağın kapısından içeri girseniz buyur edilip sofraya oturuyorsunuz. Sofraya gösterilen özeni anlatmak içinse 2017 yılında kullanılan kelimeler neredeyse kifayetsiz kalır. Çünkü neredeyse adlarını dahi unuttuğumuz türlü reçeller, çorbalar ve tatlılar arz-ı endam etmektedir bu sofralarda.
Tüm bu hazırlıkların bu kadar güzel bir şekilde sunulabilmesi için çok önceden listeler hazırlanıp ve alışverişe çıkılır. Asmaaltı ya da benzer yerlerdeki toptancı tüccarlara gidilir, listeler teslim edilir. Hazırlanan erzak; konağın kilerine, aşçıbaşının emrine sunulur.
Yapılan hazırlıklar neticesinde ortaya mükellef iftar sofraları çıkmış olur. İftar sofrasına önce iftar tepsisi gelir, ardından da çorba ikram edilirdi. Çorbayı yumurta takip ederdi. Peynirli veya soğanlı yahut da pastırmalı yumurta konmayan sofra yoktu. Bundan sonra gelen ise bir et yemeği ve onun da arkasından börektir. Börek kalkınca herhangi bir sebze. Sebze gidince pilav, pilav üstüne de tatlı. Tam yedi çeşit yemek! Ramazanlarda zeytinyağlı ve balık nedense yenmez, iftar sofrasında yer almazdı.
Bu yapılanlara biraz detay katacak olursak önümüze şöyle bir menü çıkıyor. Tarabya’da Pieere Loti şerefine verilen bir iftar menüsü /12 Ramazan 1322
Sebzeli tavuk çorbası / Kuzu dağ kebabı / Edip salatası / Çerkes tavuğu / Bamya / Anberu pilavı
Kavak yoğurdu / Vezirparmağı, Dondurma, Şekerleme
Günümüz iftarlarını geçmişten ayıran en önemli özellik; davetsiz bir şekilde herhangi bir konağa misafir olabilmektir. Şimdi pek çoğumuza israf ya da şaşaa gibi görünen sofralar aslında misafire yapılan izzet ve ikramın önemini gösterir. İftar sofraları bir dini ritüeldir ve dinimizde misafire ikramda israf yoktur.
Bugünle dünü ayıran bir başka özellik de bugünün pide kuyruklarının dünde işkembe çorbası kuyruğu olmasıydı. Çorba, muhakkak muteber çorba dükkânlarından alınır, sıcak olması içinde iftar öncesi kaplarla kuyruğa girilirmiş.
İftar sonrası için ayrıca bir kahve seremonisi olur ve bundan sonra kalkılırmış. Bu ikramlar da mevsime uygun yapılan limonata, şerbet ve şuruplardan oluşurmuş.
Bu şurup çeşitlerine örnek verecek olursak; “Ahududu, menekşe, Frenk üzümü, kayısı, mandalina, ceviz filizi, amber, ekşinar, vanilya, tarçın, portakal, şeftali, turunç, hummâz, koruk, bergamut, demirhindi, gelincik, İstanbul çileği, limon, vişne, kızılcık, gül, mersin, böğürtlen, ancelika, nane, çilek, badem, radem, ravend-i çînî.” (İSMEK)
BÜYÜK HAYALLERİ OLAN GENÇ BİR KADIN
Semra Coşkun, genç bir kadın... Liseye giderken tesettüre girer. İstediği gibi kıyafet bulamayınca tekstilci babasının atölyesinde annesiyle birlikte tasarladıkları kıyafetleri diktirir. Tasarıma olan merakına rağmen, “iş garantili” gördüğü için Bilgisayar Programcılığı okur ve öğretmenliğini yapar. Aynı zamanda çalışırken İşletme Fakültesini bitirir.
Coşkun, evlenince çalışma hayatına ara verir ve kendi deyimiyle “Hayatında ilk defa uzun süre kendini dinleme fırsatı” bulur. Dubai’de yaşayan kız kardeşinin yanına gider, Katar’ı ve Umman’ı ziyaret eder. Kadınların zarif giyimi onu etkiler, o da beğendiği kıyafetleri giymeye başlar. Ziyaretleri sıklaştıkça kıyafetlerin çeşitliliği de artar. Türkiye’deki arkadaşları giydiği kıyafetlerden sipariş vermeye başlayınca kendini Abaya ticaretinin içinde bulur Coşkun. İş büyüyünce aynı kalitede kumaş alır ve kendi tasarım Abaya’larını diktirmeye başlar. Alışveriş festivallerine katılır, güzel tepkiler alır. İstanbul / Fatih’te bir showroom açan Coşkun, Abaya sektöründe liderliği ele alacak gibi görünüyor.
“Bugünümü; emeğime, çok çalışmaya, ailemin ve eşimin desteğine borçluyum” diyor ve ekliyor “Daha yolun başındayım. Eş, anne, iş kadını olmak beni zorluyor ve yorulduğumu hissediyorum ama hemen hayallerimi bir kâğıda yazıp kendime geliyorum. Büyük hedeflerim hayallerim var.”
Abaya ve ferace’nin farkı nedir?
“Abaya” Arap kadınlarının dışarıda giydiği kıyafete verdikleri isimdir. Ağırlıklı kullanılan renk siyahtır. Ferace ise Osmanlı döneminden gelen bir terim. O dönem Müslüman kadınların dışarıda giydikleri kıyafete verilen isimdir. Ferace’nin en dikkat çeken özelliği canlı renklerin kullanılmasıydı.
Ülkemizde iki kelimeyi de ayni manada kullansak da aslında birbirinden farklı kıyafetlerdir.
Abaye / Ferace tesettürlü kadınlar için hayat kurtarıcı bir kıyafettir. Evden aniden çıkmak zorunda kaldığında üstüne alıp dışarı çıkabilir, teravih namazına giderken pratik bir kıyafettir.
Malum sıcaklar geliyor, kat kat ne giysek diye düşünürken dolabımızdaki bir abaya imdadımıza yetişiyor. Tiril tiril giyip rahat ediyoruz.
Son zamanlarda tesettürlü olmayan birçok kadında ilgi gösteriyor sanırım Abaya’ya.
İsmini gizli tutmak istediğim sosyete dünyasından kadın müşterilerim var. Ramazan ayı için özel alışveriş yaptılar. Normalde tesettürlü değiller. Yazın sıcak günlerinde üzerinize yapışmayan, serin tutan bol kesim abaya giymeye alışırsanız bir daha bırakamazsınız.
Marka adınız Al Sheikha Dubai. Nedir anlamı?
Markamızın doğuş hikâyesi. Katar Emiri’nin eşi Sheikha Mozah'a olan hayranlığımdan geliyor. Gerçek bir stil sahibi. Sheikha kelimesi Arapça’da prenses anlamına geliyor. Diyoruz ki; bizim ürünlerimizi taşıyan her kadın kendini Sheikha gibi özel hissetsin.
Dünya markaları da son yıllarda Abaya koleksiyonu yapıyor. Ne düşünüyorsun bu konuda?
İhtiyaç var ve piyasa çok hızlı gelişiyor. Dünya markalarından Dolce & Gabbana da bu açığı görmüş olmalı ki, son iki yıldır Abaya koleksiyonu çıkarıyor.
Başarılı mı sence?
Hayır değil. 2016 yılında çıkardığı Abaya modelleri giyinebilirdi ama bu yıl bir iki model dışında hiç biri giyilebilir değil.
Adeta Müslüman kadınlarla dalga geçti. Hedef kitlesi Ortadoğu’daki zengin Arap kadınlar. Ve ben Ortadoğu’daki Arap Müslüman kadınların yaşam tarzlarını, zevklerini biliyorum. Katar, Dubai, Umman, AbuDhabi buralara ziyaretlerim sırasında yerel halktan birçok kadın arkadaşlarım oldu. Siyah renk giyiniyorlar, çok nadiren renkli tercih ediyorlar. O da soft tonlar ya da koyu lacivert veya kahverengi. Dolce & Gabbana’nın son koleksiyonundaki desenli rengârenk Abayaları asla onların zevkine hitap etmiyor. Büyük bir dünya markası, hedef müşteri kitlesini nasıl tanımaz hayret etmemek mümkün değil!
Dünya markaları neden Abaya’ya bu kadar ilgi gösterdi?
Abaya Müslüman Arap ülkelerinde her zaman tercih edilen kıyafet. Normal statüdeki bir kadının dolabında en az yüz tane abayası vardır. Daha üst sınıfta olanları siz tahmin edin. Gözlerimle gördüm giyinme odalarını.
Ülkemizde Abaya ilgi görüyor mu?
Ülkemizde de tercihler değişmeye başladı. Pardösünün yerini modern, bol kesimli Ferace ve Abaya alıyor. Tek parça ile şıklık yakalamak daha kolay gibi görünüyor.
Abaya markası olarak iddianız nedir?
Bizim marka olarak çıkış noktamız, kumaş ve dikiş kalitesini birleştirmek. Bu ikisi mükemmel olmalı ki zarif ve elegant bir görüntü yakalayalım. Yoksa tek parça sizi stil sahibi de edebilir, rezil de!
Kumaş seçimimizi özenle yapıyoruz. Yaz için hafif, iç göstermeyen ve dökümlü aynı zamanda da çok kırışmayan kumaşları tercih ediyoruz. Ülkemizde dört mevsim yaşanıyor, o yüzden sadece yazlık değil kışlık ürün grubumuz da çıkacak. Biz daha niş ürünler yapıyoruz. Müşteri kitlemiz belli; Muhafazakâr şehirli elegant kadın! Tek kelimeyle özetlemem gerekirse Kalite…
Dolce & Gabbana’nın Abaya koleksiyonunu eleştirdiğinize göre iddialısınız?
Çok farklı tasarımlarım var hayata geçirilmeyi bekleyen. Piyasa henüz buna hazır değil bence. Daha özel tasarımlar var.
Bu yolda bir adım attık. Türkiye’nin ve dünyanın ilk ve en büyük muhafazakâr online alışveriş sitesinde ürünlerimiz satışa sunuldu. Aklınıza gelmeyecek ülkelerden abayalarımız sipariş ediliyor. İrlanda mesela görünce şaşırmıştım. Tabi şunu da eklemek isterim, bazı abayalarımızı kimono gibi kullanan başı açık müşterilerimiz de var. Tesadüfen bloger’lara denk geliyorum üzerinde benim tasarladığım abaya ile bu tarif edilemez bir mutluluk. Güzel geri dönüşler alıyoruz yerli yabancı müşterilerimizden. Abayanın merkezi olan Arap ülkelerinden çok müşterilerim var. Hayalim Türk markası AL SHEIKHA DUBAI’yı Ortadoğu’da bilmeyen kalmasın. Türkiye tekstilde ve tekstil yan ürünlerinde çok iyi. Müthiş bir tarihi kültürümüz var. Modayı sanatımızla ve kültürümüzle harmanlarsak daha başarılı olacağımıza inanıyorum. Yaz boyunca yeni modellerimiz eklenmeye devam edecek. Çok yakında sürpriz bir kapsül koleksiyonumuz olacak.
UĞRAMADAN GEÇMEYİN…
Gönül ne kahve ister ne kahvehane. Gönül sohbet ister, kahve bahane…
Türk Kahvesi, 1500’lü yıllarda İstanbul’da yayılmaya başlamış bir içecek. Yemen’den geldiği biliniyor. İlk zamanlarda Sufilerin çok tercih ettiği bu içecek zamanla sevilmiş ve insanlar tarafından tercih edilmeye başlanmış.
Türk Kahvesi için sarayda kadrolu özel kahve ustaları bulunmaktaydı. O kadar önemsenirdi ki özel olarak önemli misafirlere servis edilirdi.
Kahve, ilk olarak 1871 yılında Kuru Kahveci Mehmet Efendi tarafından kavrulup satışa sunulur. Sonrasında ise Türk Kültürü ile iyice bütünleşmeye başlayan Türk Kahvesi, artık vazgeçilmez bir içecek haline gelir. Öyle ki UNESCO, Türk Kahvesi ve Geleneğini “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Listesi”ne kabul eder.
Günümüzde ise Türk Kahvesi’ni yapmayan kafe yok. Bu konuda çok iddialı olanlar olsa da açık konuşmak gerekirse işin hakkını veren az yer var.
Biz de bahanesi kahve olanlar için gidilmesi gereken bir yerdeyiz bu hafta. Bir kahve durağı olan Uğrak Kahve’deyiz.
Çengelköy’de dolaşırken mis gibi kokusuyla, sokakta yanan ateşiyle, sahibinin güler yüzüyle müptelası olduğumuz mekânda; ağır ateşte, acısı, tatlısı, çeşitli aromalısı ve içine katılmış sevgisiyle size bir kahveden çok daha fazlası sunuluyor.
“Altı üstü bir kahve” diyenlerdenseniz, Uğrak Kahve’den yolunuz geçmemiş demektir. Dost meclisi içindeyseniz bir de, burada Türk Kahve’sini hakkıyla içebilirsiniz.
Önceleri sadece kahve satışı yapan Uğrak Kahve, zamanla insanların kokudan dolayı sürekli kahve yapıp yapmadıklarını, içmek istediklerini belirttiklerini söyledi. Bunun üzerine bir yandan satışlarına devam ederken, bir yandan da tatlı ve samimi küçük bir yer açıp insanları bu lezzetle buluşturmaya karar vermişler.
Mekân sahibinin de dediği gibi; “Bi’ uğrayıp gidebilirsiniz.”
RAMAZAN ETKİNLİKLERİ’NDE NELER VAR
İstanbul, hiç uyumayan bir şehir. Ramazan'da da bu durum değişmiyor tabii. Sahura kadar devam eden programlara sadece İstanbullular değil diğer şehirlerden de ziyaretçi akıyor.
Bu sene Ramazan’da göze çarpan etkinliklerden biri, Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde Uğur Işık'ın sanat yönetmenliğindeki Alaturka Records’un “Direklerarası” adını taşıyan proje. Kadim bir geleneğe modern bir yorum getiren programda yine Karagöz musikisi, fasıllar, Ramazan manilerinin yanı sıra Meddah rolünde Altan Erkekli bulunuyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Ramazan Etkinlikleri’nde büyük rol oynuyor.
Artık klasikleşen Sultanahmet'teki etkinliklere bu yıl Yenikapı ve Maltepe sahilleri de ekleniyor.
Beyazıt’ta da kitap fuarının yanı sıra iftar öncesinden teravih sonrasına süren etkinlikler bulunuyor. Buralarda iftar öncesi çocuklara yönelik sahne gösterileri, orta oyunu ve tasavvuf musikisi dinletileri bulunurken; iftar sonrasında ise Mehteran konserleri, sahne gösterileri ve saray tiyatroları izleyicilerle buluşuyor. Ayrıca her gün 50.000 kişilik iftar sofrası kuruluyor.
Paylaş